AYAKKABI BOYACILARI
Eylül'ün son cumartesisiydi... Eylül'ün hicranı vardı yüreğinde... Eylül...! Ayrılıkların şehri... Eylül...! Hüznün başkenti... Eylül...! Yaprakların sarı rengi... Eylül...! Sevgilerin tükenişi... Eylül...! Güneşin küskün bakışlar sergilediği ay... Eylül...! Ayın donuk yüzü... Eylül...!
Mevsim sonbahara doğru yelken açıyordu... Hava ağustosunki kadar sıcak değildi. Sonbaharın soğuğu sarmıştı her yanı... Yüreğim üşüyordu Van Gölü'nün serin sularına karşı... İçim buz gibi olmuştu... Azgın dalgalar vuruyordu kıyıya... Dalgaların kıyıya vuran sesi... Ah! O ses... Ah! O ses... Yüreğimde de bir anda dalgalanmalar başlamıştı. Neye uğradığını şaşırmıştı tüm bedenim... Acaba ne yapmalıydım o zaman... Her ne kadar yüreğim soğuk desem de aslında içimde alev alev bir şeylerin yandığını hissediyordum. Acaba o an Van Gölü'nün azgın dalgalarına mı bıraksaydım kendimi... Van Gölü'nün masmavi gülümseyen yüzüne doğru yelken mi açsaydım. Yahut masmavi sulara mı bıraksaydım cayır cayır yanan yüreğimi... Ya da su mu serpseydim ateşler içinde kalmış kalbimin yamaçlarına... Bu ateşi söndürebilir miydim?... Buna gücüm yeter miydi?... Ya da içimdeki yanan ateşi söndüreyim derken daha mı güçlendirmiş olurdum. İçimde o an bir şeylerin kıpırdadığını hissettim. Bu kıpırdanışın sebebi uzaklardan gelen iki gencin abi boyanacak ayakkabı var mı diye bağırışlarına karşı oluşan bir ani refleks türünden bir şeydi... Bu saatte bu ses de neyin nesiydi... Hem bu gelen çocuklar ne arıyorlardı Van Gölü'nün kayalıklarla kaplı sahilinde... Ben ve arkadaşım Ali olayın şaşkınlığı içindeyken iki küçük delikanlı bir yandan bize daha çok yaklaşıyorlar, bir yandan da avazları çıktığı kadar bağırıyorlardı... Abi boyanacak ayakkabı var mı?... Abi boyanacak ayakkabı var mı?...
Masmavi gökyüzü ve masmavi gölün birbiri ile sarmaş dolaş olduğu şehrin göle bakan kıyılarında dolaşırken, ayakkabı boyamak için avazı çıktığı kadar bağıran gençlerle karşılaşacağım hiç aklıma gelmezdi. İki delikanlı karşımda duruyordu... Mahcup bir hâlleri vardı çocukların. Âdeta karşımda iki büklümdüler... Yanıma geldiklerinde sesleri solukları kesilivermişti bu iki yüreğin. Belki dan ama yürekleri sevgi ile çarpan gençlere bir sükunet çökmüştü... Sanki biraz önce bağıran gençler değillerdi bunlar... İkisinin de ayaklarında kara lastikler vardı... Simaları bembeyazdı ama elleri simsiyahtı gençlerin... Bu siyahlık boyadıkları ayakkabılardan kalan hatıralardı onlar için... Saklamak istiyorlardı ellerini belki de... Ama hayat saklatmıyordu işte... Belki de yüzüme karşı mahcup bir eda ile bakmaları da bundandı... Elleri simsiyahtı ama bence yürekleri tertemizdi... Gözlerini kaçırıyorlardı gözlerimden... Halbuki bu hiç de utanılacak sıkılacak bir durum değildi... İkisi de on iki on üç yaşlarında hayatlarının baharını yaşıyorlardı...
Masmavi ve sımsıcak Van Gölü'nün kıyısındaki bu ani sessizliği azgın dalgalar bozuyordu... Dalgalardan aldığım cesaretle ortamın sessizliğini bozmayı başarmıştım... Gençlere önce adlarını sordum? Zayıf ince sarı saçlı mavi gözlü saçlarını ortadan ikiye ayıran genç, başı önünde abi benim adım Salih dedi... Salih'e isminin çok güzel olduğunu söyledim. O da bunu başı ile tasdik edercesine evet abi gerçekten öyle dedi. Salih'e bu güzel ve anlamlı ismi kimin koyduğunu sorduğumda Salih derin bir iç çekerek şu an birlikte yaşadığımız doksan yaşımdaki ninem dedi... Ben de ne iyi bir ninen varmış sana ne güzel bir isim koymuş dedim. Salih fazla üstelemeden evet abi ninem çok iyi bir insandır dedi... Gözlerimi Salih'in hemen yanındaki kısa boylu hafif şişman gözleri ve saçları kapkara olan yüzündeki gamzelerle ben de buradayım diyen gence çevirdim. Ona da ismini sordum? İsminin Garip olduğunu söyledi. Garip'e de çok manalı bir ismi olduğunu ve bu anlamlı ismi kendine kimin koyduğunu söylediğimde kısık bir sesle biraz da hüzünlenircesine annem dedi annem koymuş bu ismi bana... Garip'in bunu bana söylerken gözlerinin feri gitmiş, beti benzi atmıştı... Fazla üstelemedim... Sadece Garip'e senin de çok güzel bir ismin var diyebildim... Garip'in gözleri dolu dolu olmuştu... Belli ki Van Gölü'nün kıyıya vuran azgın dalgaları ona bir şeyler fısıldayıvermişti... Garip bana ağlamaklı bir sesle: “Abi ismimi çok seviyorum. Babam ben doğduktan bir hafta sonra bir trafik kazasında ölmüş. Babam öldüğünde daha ismimi bile koymamışlar. Anacığım o günden sonra beni Garip diye çağırmaya başlamış... Böylelikle adım Garip olmuş...”
Hafif uzun boylu, beyaz tenli, omuzları geniş güler yüzlü arkadaşım Ali ve beni hayatlarının baharında ömürlerinin kışını yaşayan bu iki gencin hayat hikâyesi çok etkilemişti. İkimiz de bu Van Gölü'nün kayalıklarla kaplı kıyısında karşılaştığımız iki gençten çok etkilenmiştik. Daha on iki, on üç yaşlarındaydılar fakat hayatın tüm yükü onların üzerindeydi... Fakat onlar her şeye rağmen gülüyorlardı Van Gölü'nün masmavi serin sularına karşı... İkisinin de bembeyaz yüzleri güldükçe gül gibi açılıyordu... Salih'in masmavi gözleri Garip'in de kapkara zeytin gözleri çakmak çakmaktı... Etrafa nur saçıyorlardı âdeta...
Arkadaşım Ali ve ben bir taraftan Van Gölü'nün mavi, bir o kadar da serin sularına bakıyor bir taraftan da sarı saçlı mavi gözlü Salih'e diğer taraftan da saçları kapkara, hafif şişman, gözleri kömür gibi siyah Garip'e bakıyorduk. İkimiz de ayakkabılarımızı bir iki saat önce çarşıda çay bahçesinde minik taburelerde sıcak çaylarımızı içerken boyatmıştık ama hayatlarının baharında ömürlerinin kışını yaşayan iki delikanlıya hemen ayakkabılarımızı çıkarıp boyamaları için verivermiştik. Bu iki hayat dolu genç öyle mutlu olmuşlardı ki... Mutluluktan uçuyorlardı... Çünkü bu iş onlar için ekmek kapısıydı... Onları evde dört gözle bekleyen birileri vardı... Salih'in yolunu gözleyen doksan yaşında hayata meydan okuyan bir ninesi... Garip'in de oğlunun getireceği bir ekmeği hasretle bekleyen annesi vardı... Belki yaşları küçüktü ama yaptıkları işle çoğu büyük insana taş çıkartıyorlardı...
Güneş sanki birden bütün ışıklarını bu iki genç üzerine göndermişti... Yüzleri şimdi daha çok parlıyordu... Belki de bu parıltı mutluluktandı... Çünkü onlar için mutluluk kimi zaman bir ayakkabı boyamak, kimi zaman eve bir ekmek götürebilmek, kimi zaman da her şeye rağmen hayata güzel ve umutla bakabilmekti... Ayakkabıları heyecan içinde boyuyorlardı... Aralarındaki dayanışma da gözlerimizden kaçmamıştı... Biri ayakkabıları fırçalıyor, diğeri boya yapıyor, öbürü cilâlıyor fırçalayıp parlatıyordu. Ayakkabılarımızı kısa bir sıra içinde boyadılar... Arkadaşım Ali ve ben onların ayakkabılarımızı bu kadar kısa sürede ve güzel bir şekilde boyamalarına şaşırmıştık... Bugüne kadar belki de birçok kez ayakkabı boyatmıştık fakat Salih ve Garip gibi işini hassasiyetle ve samimi bir şekilde yapanlarla ilk kez karşılaşıyorduk... Ayakkabılarımız öyle güzel olmuştu ki arkadaşım Ali ile neredeyse tanıyamayacaktık. Güzelce titizlikle boyanmış gıcır gıcır olmuş ayakkabılarımızı giydik ve Salih ve Garip'e çok teşekkür ettik. Cebimden çıkan onların akşama evlerine yiyecek bir şeyler götürmeye yetecek iki parça kâğıt parayı yürekleri tertemiz geleceğe ümitle bakan iki gence verdim. Salih ve Garip gözlerime manalı manalı baktılar... Sanki bana bir şeyler söylemek istiyorlardı... Bu hâl bir teşekkür ifadesiydi... İçlerindeki duyguları kelimelere dökememe hâliydi... Sözcükler hâle yansımıştı... İkisi de lisan-ı hâlleri ile çok mutlu olduklarını ifade ediyorlardı... Ben ve arkadaşım Ali, onlardan daha fazla mutlu olmuştuk. İkimiz de artık Van Gölü'nün masmavi sularına çok daha farklı bakmaya başlamıştık... Karşımızdaki o kocaman masmavi göl bize çok şeyler söylüyordu... ve biz arkadaşımla birlikte bize söylenenleri çok iyi anlıyorduk...
Hemen yanımızdaki Salih ve Garip de masmavi suların üzerindeki simsiyah martılara dikmişlerdi gözlerini... Belki de ikisi de birbirinden güzel hayaller kuruyordu... Belki martılar gibi gökyüzünde uçmak, belki saatlerce bu masmavi sularda yüzmek, belki de küçük bir kayıkla Van Gölü'nü adım adım, karış karış dolaşmak istiyorlardı... Kim bilir?...
Salih'e ilerde ne olmak istediğini gönlünde hangi mesleğin yattığını sordum?
Salih hiç tereddüt etmeden Doktor dedi... Hem de iyi bir doktor...
Neden diye sorduğumda? İnsanları sağlığına kavuşturup onları mutlu etmek için... Çünkü abi mutluluk güzel bir şey ve herkesin hakkı... Salih her sorduğum soruya açık yüreklilikle cevap veriyordu... Aldığım cevaplar beni çok mutlu etmişti... Daha on iki, on üç yaşlarında bir çocuk ve kendisini değil de insanları düşünüyordu. Etrafında kendisinden başka hiçbir insanı düşünmeyen, ben denizinde boğulmuş onca zavallıya karşı... Doğrusu hayretti... Hayretin de hayretiydi... Bunca imkânsızlığa ve gencecik yaşına rağmen hâlâ ben değil biz diyordu... Adı Salih'ti... Belki de daha adının bile tam olarak ne anlama geldiğini bilmediği hâlde adına yakışan davranışları sergiliyordu... Salih Salihlerdendi... Doksan yaşındaki ninesi torununa bu ismi bilerek koymuştu... Salih ilerde çok temiz salih bir insan olacaktı. İçinde sakladığı güzel düşünceler onu gösteriyordu...
Arkadaşım Ali de Garip'e ne olmak istediğini sordu? Garip ben de sizin gibi öğretmen olacağım abi dedi. Arkadaşım neden öğretmen olmak istediğini sorunca? Garip çünkü öğretmenler çocukların ilerde iyi insan olmalarını istiyorlar... Ben de vatanımıza iyi insanlar yetiştirmek istiyorum... Arkadaşım Ali de aldığı cevaptan çok hoşnut olmuştu... Gerçekten bu iki küçük çocuk büyümüş de küçülmüştü... Söyledikleri sözler ve kurdukları cümleler yaşlarından kat be kat büyüktü... Hayata her şeye rağmen gülen gözlerle bakıyorlardı... Onlar yaşıtları ve de çevrelerindeki bir sürü güzelliğin farkında olmayan insanlara da iyi bir hüsnü misaldi... Hayattan hiçbir şikayetleri yoktu... İstedikleri tek şey akşama evlerine götürebilecekleri bir kuru ekmekti...
Salih ve Garip ellerine boya takımlarını aldılar ve Van Gölü'nün kayalıklarla kaplı sahillerinde ayakkabı boyamak için yola koyulmak için bizden müsaade istediler... Onlarla el sıkıştık ve Allah'a ısmarladık, çocuklar yolunuz açık olsun, Allah işinizi gücünüzü rast getirsin dedim... Garip ve Salih sağ olun abi dedi... Vedalaştık ve hayatlarının baharında ömürlerinin kışını yaşayan iki genç Van Gölü'nün kayalıklarla kaplı sahilinde ayakkabı boyamak üzere yola koyuldular... Giderken son kez arkalarına baktıklarında gözlerinin içi gülüyordu... Tertemiz mütebessim simalarıyla bize el salladılar... Ve yollarına devam ettiler...
Gençlerin arkalarından bakakalmıştık... Bizi Garip ve Salih çok etkilemişti... Bu çocuklar nerden gelmişti?... Nasıl çocuktular bunlar?... Hâlâ yaşadıklarımıza anlam veremiyorduk... Arkadaşımla birlikte gıcır gıcır olmuş ayakkabılarımızla birlikte Van Gölü'nün o kayalıklarla kaplı azgın dalgaların cirit attığı sahilinden yürüyerek şehir merkezine doğru yol almaya başladık... Aklımızda hâlâ Garip ve Salih vardı... Belli ki bu iki temiz yürekli, hayatlarının baharında ömürlerinin kışını yaşayan on iki, on üç yaşlarındaki çocukları hiç unutamayacaktık... Nasıl unutabilirdik ki?...
AYAKKABI BOYACILARI
AYAKKABI BOYACILARI
Ve… Birgün herkes ɑnlɑr, sevdiğinin kıymetini… Amɑ gidince, Amɑ bitince, Amɑ ölünce… Kısɑcɑ; İş işten geçince!
çelik kapı çeyiz
çelik kapı çeyiz
Kimler çevrimiçi
Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 8 misafir