Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar
Re: Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar
Servet-i alem efendimiz ve şanlı sahabiler, Zituva vadisine gelip toplandılar. Alemlerin efendisi, mübarek gözleriyle Eshab-ı kiramını şöyle bir süzdükten sonra, hatırına, sekiz sene önce Mekke'den ayrılışı, hicreti geldi.
O zaman saadethanelerinin etrafını müşriklerin sardığını, Yasin-i şerifden ayet-i kerimeler okuyarak çıktığını, hazret-i Ebu Bekir ile kimselere görünmeden Sevr mağarasına girdiklerini; Mekke hudutlarından ayrılmadan son bir defa dönüp;
"Ey Mekke! Vallahi, biliyorum ki sen, Allahü teâlânın yarattığı yerlerin içinde en hayırlısısın. Rabbim katında da benim yanımda da en sevgili olanısın. Senden zorla çıkarılmamış olsaydım; senden çıkmaz, ayrılmazdım" buyurduğunu; bu mahzunluğu karşısında, Cebrail aleyhisselamın Kassas suresi 85. Ayet-i kerimesini okuyup, mübarek hatırını teselli ettiğini ve Mekke-i mükerremeye döneceğini müjdelediğini; bir avuç Eshabı ile Bedir'de, Uhud'da, Hendek'de, Hayber'de, Mute'de düşmanlara nasıl galip geldiğini hatırladı.
Şimdi, on iki bin Eshabı etrafında pervane olmuş, Mekke'ye girmek için bir emirini bekliyorlardı... Server-i alem efendimiz, bütün bunları ihsan eden Allahü teâlâya, en derin minnet ve şükran duygularıyla dolu olarak hamd etti. Tevazu ile mübarek başını önüne eğdi.
Fahr-i kainat efendimiz, kahraman Eshabını dört gruba ayırdı. Sağ kol kumandanlığına Halid bin Velid hazretlerini, sol kol kumandanlığına Zübeyr bin Avvam hazretlerini, piyadelerin başına Ebu Übeyde bin Cerrah hazretlerini, diğer gruba da Sa'd bin Ubade hazretlerini tayin eyledi.
Hazret-i Halid, Mekke'nin güneyinden girecek, müşriklerden kim karşı çıkarsa cezalarını verecek, Safa tepesinde, Fahr-i kainat efendimizle birleşecekti. Hazret-i Zübeyr, Mekke'nin kuzeyinden girecek, Hacun mevkiine bayrağını dikip Server-i alem efendimizi bekleyecekti. Batıdan, hazret-i Sa'd bin Ubade hazretleri ilerleyecekti.
Resul-i ekrem efendimiz, kumandanlarına; "Size saldırılmadıkça, asla, hiç kimseyle çarpışmaya girmeyeceksiniz. Hiç kimseyi öldürmeyeceksiniz" buyurdu.
Ancak isimleri belirtilen on beş kişiden kim yakalanırsa, Kabe'nin örtüsü altına bile gizlenseler, cezaları verilecekti.
Ramazan-ı şerifin on üçü, Cuma günü idi. Mücahidlerden en önce harekete geçen, Halid bin Velid hazretleri oldu. Mekke'nin güneyinden Handeme dağının eteklerine geldiklerinde, azılı Kureyş müşriklerinin kendilerine ok yağdırdıklarını gördü. İki mücahid, şehid olmuştu.
Hazret-i Halid, savaş düzenindeki askerlerine; "Ancak, bozguna uğrayıp kaçanlar öldürülmeyecektir?" emrini verdikten sonra, ileri atıldılar. Bir anda müşrikleri geriye püskürttüler. Çarpışma esnasında yetmiş müşrik öldürüldü. Diğerleri, dağ başlarına, evlerine kaçtılar.
Mukaddes Mekke'ye diğer yönlerden giren şanlı sahabiler, her hangi bir derenişle karşılaşmadılar. Öldürülmesi emredilenler, içinde beş tanesi yakalanıp cezaları verildi. Diğerleri ekke'den kaçtılar.
Mücahidler, büyük bir heyecanla, dalga dalga; "Allahü ekber!Allahü ekber!" tekbirleri arasında Mekke'ye giriyorlardı.
O zaman saadethanelerinin etrafını müşriklerin sardığını, Yasin-i şerifden ayet-i kerimeler okuyarak çıktığını, hazret-i Ebu Bekir ile kimselere görünmeden Sevr mağarasına girdiklerini; Mekke hudutlarından ayrılmadan son bir defa dönüp;
"Ey Mekke! Vallahi, biliyorum ki sen, Allahü teâlânın yarattığı yerlerin içinde en hayırlısısın. Rabbim katında da benim yanımda da en sevgili olanısın. Senden zorla çıkarılmamış olsaydım; senden çıkmaz, ayrılmazdım" buyurduğunu; bu mahzunluğu karşısında, Cebrail aleyhisselamın Kassas suresi 85. Ayet-i kerimesini okuyup, mübarek hatırını teselli ettiğini ve Mekke-i mükerremeye döneceğini müjdelediğini; bir avuç Eshabı ile Bedir'de, Uhud'da, Hendek'de, Hayber'de, Mute'de düşmanlara nasıl galip geldiğini hatırladı.
Şimdi, on iki bin Eshabı etrafında pervane olmuş, Mekke'ye girmek için bir emirini bekliyorlardı... Server-i alem efendimiz, bütün bunları ihsan eden Allahü teâlâya, en derin minnet ve şükran duygularıyla dolu olarak hamd etti. Tevazu ile mübarek başını önüne eğdi.
Fahr-i kainat efendimiz, kahraman Eshabını dört gruba ayırdı. Sağ kol kumandanlığına Halid bin Velid hazretlerini, sol kol kumandanlığına Zübeyr bin Avvam hazretlerini, piyadelerin başına Ebu Übeyde bin Cerrah hazretlerini, diğer gruba da Sa'd bin Ubade hazretlerini tayin eyledi.
Hazret-i Halid, Mekke'nin güneyinden girecek, müşriklerden kim karşı çıkarsa cezalarını verecek, Safa tepesinde, Fahr-i kainat efendimizle birleşecekti. Hazret-i Zübeyr, Mekke'nin kuzeyinden girecek, Hacun mevkiine bayrağını dikip Server-i alem efendimizi bekleyecekti. Batıdan, hazret-i Sa'd bin Ubade hazretleri ilerleyecekti.
Resul-i ekrem efendimiz, kumandanlarına; "Size saldırılmadıkça, asla, hiç kimseyle çarpışmaya girmeyeceksiniz. Hiç kimseyi öldürmeyeceksiniz" buyurdu.
Ancak isimleri belirtilen on beş kişiden kim yakalanırsa, Kabe'nin örtüsü altına bile gizlenseler, cezaları verilecekti.
Ramazan-ı şerifin on üçü, Cuma günü idi. Mücahidlerden en önce harekete geçen, Halid bin Velid hazretleri oldu. Mekke'nin güneyinden Handeme dağının eteklerine geldiklerinde, azılı Kureyş müşriklerinin kendilerine ok yağdırdıklarını gördü. İki mücahid, şehid olmuştu.
Hazret-i Halid, savaş düzenindeki askerlerine; "Ancak, bozguna uğrayıp kaçanlar öldürülmeyecektir?" emrini verdikten sonra, ileri atıldılar. Bir anda müşrikleri geriye püskürttüler. Çarpışma esnasında yetmiş müşrik öldürüldü. Diğerleri, dağ başlarına, evlerine kaçtılar.
Mukaddes Mekke'ye diğer yönlerden giren şanlı sahabiler, her hangi bir derenişle karşılaşmadılar. Öldürülmesi emredilenler, içinde beş tanesi yakalanıp cezaları verildi. Diğerleri ekke'den kaçtılar.
Mücahidler, büyük bir heyecanla, dalga dalga; "Allahü ekber!Allahü ekber!" tekbirleri arasında Mekke'ye giriyorlardı.
" Acaba Sırf Dünya İçin mi Yaratılmışsın ki Bütün Vaktini Ona Sarf Ediyorsun "
Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez
Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i :cici:
uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL
'''' Yaban Gulu ''''
Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez
Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i :cici:
uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL
'''' Yaban Gulu ''''
Re: Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar
Server-i alem efendimiz, devesi Kusva'nın üzerinde terkisinde Üsame bin Zeyd olduğu halde büyük bir tevazu içinde, doğduğu belde mukaddes Mekke'ye giriyordu. Kendisine bu günleri gösteren Allahü teâlâya hamdediyor, Mekke'nin fethini müjdeleyen, Fetih suresini tilavet buyuruyordu.
Fahr-i kainat efendimiz, büyük bir sürur içinde, muzaffer Eshabının arasında Kabe-i muazzamaya doğru yöneldiler. Sağında hazret-i Ebu Bekir, solunda Üseyd bin Hudayr hazretleri olduğu halde Kabe-i muazzamaya yaklaştılar.
Hacer-ül-esved'i ziyaret ettikten sonra, telbiye ve tekbir getirdiler. Bunu sahabiler takib etti ve; "Allahü ekber! Allahü ekber!" sesleri ile Mekke-i mükerreme semaları inlemeye başladı.
Sonra Alemlerin efendisi ve şanlı Eshabı tavafa başladılar. Tavafın yedinci devresini bitirdikten sonra, devesinden inen sevgili Peygamberimiz, Makam-ı İbrahim'de iki rekat namaz kıldı.
Sonra hazret-i Abbas'ın kuyudan çıkardığı zamzemden içti. Zemzem ile abdest almayı arzu buyurdular. Fahr-i kainat efendimiz abdest alırken, Eshab-ı kiram, sevgili Peygamberimizin mübarek vücuduna değen abdest suyunu yere düşürmeden havada kapışmaya başladılar.
Bu durumu gören müşrikler; "Biz, hayatımzda böyle bir hükümdar ne gördük, ne de işittik!.." diyerek hayrete düştüler.
Server-i alem efendimiz, Kabe'nin çevresine taştan ve tahtadan yapılmış bütün putların yıkılmasını murad ettiler.
İsra suresinin mealen; "Hak gelince batıl gider, batıl her zaman gidicidir" 81. Ayet-i kerimesini okuyarak, mübarek elindeki asayı putlara doğru uzattılar. Asanın değdiği her put, birer birer yüzü üzere yıkılıverdi. Üç yüz altmış put yerle bir edildi.
Öğle vakti girdiğinde, Resul-i ekrem efendimiz hazret-i Bilal'e, Kabe'de ezan-ı şerifi okumasını emir buyurdu.
O da, derhal bu mukaddes vazifeyi ifa eyledi. Ezan okunurken, mü'minlerin kalbinde engin bir sürur meydana geliyor, müşrikler ise ziyadesiyle elem ve üzüntü içinde kahroluyorlardı.
Sevgili Peygamberimiz, içerdeki resimleri ve yıkılan bütün putları temizlettikten sonra, yanında hazret-i Üsame bin Zeyd, hazret-i Bilal, hazret-i Osman bin Talha olduğu halde, Kabe'ye girdiler.
Peygamber efendimiz, içerde kapıyı arkasına alarak iki rekat namaz kıldı. Her köşede tekbir getirip dua eyledi. Halid bin Velid hazretleri kapının önünde duruyor, halkın oraya yığılmasına mani olmaya çalışıyordu.
Bütün Kureyşliler Mescid-i Haram'a dolmuşlar, korku ile karışık ümitle, sevgili Peygamberimize bakıyorlardı.
Zira onlar, Peygamber efendimize ve Eshabına her türlü işkenceyi yapmışlardı. Boyunlarına ip bağlayıp, sürümüşlerdi!.. Ateşe atıp, yakmaya çalışmışlardı!.. Kızgın kayaları göğüslerine koyup, bayılıncaya kadar işkence yapmışlardı!.. Ateşte kızartılmış şişleri vücutlarına sokmuşlardı!.. Üç sene aç susuz bir mahalleye hapsedip, her şeyden mahrum bırakmışlardı! Ayaklarından develere bağlayıp, ayrı yönlere çekmek suretiyle parçalamışlardı. Hepsinden öte yurtlarından çıkarmışlardı... Bu yetmiyormuş gibi, tamamen ortadan kaldırmak için kaç defa harbetmişlerdi... Fakat bütün bunlara rağmen ümitli idiler.
Fahr-i kainat efendimiz, büyük bir sürur içinde, muzaffer Eshabının arasında Kabe-i muazzamaya doğru yöneldiler. Sağında hazret-i Ebu Bekir, solunda Üseyd bin Hudayr hazretleri olduğu halde Kabe-i muazzamaya yaklaştılar.
Hacer-ül-esved'i ziyaret ettikten sonra, telbiye ve tekbir getirdiler. Bunu sahabiler takib etti ve; "Allahü ekber! Allahü ekber!" sesleri ile Mekke-i mükerreme semaları inlemeye başladı.
Sonra Alemlerin efendisi ve şanlı Eshabı tavafa başladılar. Tavafın yedinci devresini bitirdikten sonra, devesinden inen sevgili Peygamberimiz, Makam-ı İbrahim'de iki rekat namaz kıldı.
Sonra hazret-i Abbas'ın kuyudan çıkardığı zamzemden içti. Zemzem ile abdest almayı arzu buyurdular. Fahr-i kainat efendimiz abdest alırken, Eshab-ı kiram, sevgili Peygamberimizin mübarek vücuduna değen abdest suyunu yere düşürmeden havada kapışmaya başladılar.
Bu durumu gören müşrikler; "Biz, hayatımzda böyle bir hükümdar ne gördük, ne de işittik!.." diyerek hayrete düştüler.
Server-i alem efendimiz, Kabe'nin çevresine taştan ve tahtadan yapılmış bütün putların yıkılmasını murad ettiler.
İsra suresinin mealen; "Hak gelince batıl gider, batıl her zaman gidicidir" 81. Ayet-i kerimesini okuyarak, mübarek elindeki asayı putlara doğru uzattılar. Asanın değdiği her put, birer birer yüzü üzere yıkılıverdi. Üç yüz altmış put yerle bir edildi.
Öğle vakti girdiğinde, Resul-i ekrem efendimiz hazret-i Bilal'e, Kabe'de ezan-ı şerifi okumasını emir buyurdu.
O da, derhal bu mukaddes vazifeyi ifa eyledi. Ezan okunurken, mü'minlerin kalbinde engin bir sürur meydana geliyor, müşrikler ise ziyadesiyle elem ve üzüntü içinde kahroluyorlardı.
Sevgili Peygamberimiz, içerdeki resimleri ve yıkılan bütün putları temizlettikten sonra, yanında hazret-i Üsame bin Zeyd, hazret-i Bilal, hazret-i Osman bin Talha olduğu halde, Kabe'ye girdiler.
Peygamber efendimiz, içerde kapıyı arkasına alarak iki rekat namaz kıldı. Her köşede tekbir getirip dua eyledi. Halid bin Velid hazretleri kapının önünde duruyor, halkın oraya yığılmasına mani olmaya çalışıyordu.
Bütün Kureyşliler Mescid-i Haram'a dolmuşlar, korku ile karışık ümitle, sevgili Peygamberimize bakıyorlardı.
Zira onlar, Peygamber efendimize ve Eshabına her türlü işkenceyi yapmışlardı. Boyunlarına ip bağlayıp, sürümüşlerdi!.. Ateşe atıp, yakmaya çalışmışlardı!.. Kızgın kayaları göğüslerine koyup, bayılıncaya kadar işkence yapmışlardı!.. Ateşte kızartılmış şişleri vücutlarına sokmuşlardı!.. Üç sene aç susuz bir mahalleye hapsedip, her şeyden mahrum bırakmışlardı! Ayaklarından develere bağlayıp, ayrı yönlere çekmek suretiyle parçalamışlardı. Hepsinden öte yurtlarından çıkarmışlardı... Bu yetmiyormuş gibi, tamamen ortadan kaldırmak için kaç defa harbetmişlerdi... Fakat bütün bunlara rağmen ümitli idiler.
" Acaba Sırf Dünya İçin mi Yaratılmışsın ki Bütün Vaktini Ona Sarf Ediyorsun "
Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez
Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i :cici:
uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL
'''' Yaban Gulu ''''
Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez
Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i :cici:
uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL
'''' Yaban Gulu ''''
Re: Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar
Sevgili Peygamberimiz, korku içinde ne yapacaklarını şaşırmış haldeki müşriklere bir müddet baktı. Onlara, "Ey Kureyş cemaati! Şimdi, hakkınızda benim ne yapacağımı zan ediyorsunuz!" buyurdular.
Onlar da; "Biz, senden hayır bekliyor, hayır ümid ediyoruz. Çünkü sen, kerim kardeşsin. Kerem ve iyilik sahibi bir kardeşimizin oğlusun. Bize galip geldin! Senden iyilik umuyoruz" dediler.
Resul-i ekrem, onlara tebessüm buyurdular ve; "Benim halimle sizin haliniz, Yusuf'un (aleyhisselam) kardeşlerine söylediği gibi olacaktır. Onun gibi ben de; "Bu günden sonra günahınızı yüzlerinize vurmak suretiyle benim tarafımdan size, bir kınama ve ayıplama yoktur! Allahü teâlâ, sizi magfiret buyursun"" (Yusuf suresi: 92) diyorum. Gidiniz. Hürsünüz, serbestsiniz!" buyurdu.
Bu muazzam merhamet, katı kalbleri yumuşatmış, nefret halini muhabbete çevirmişti. Alemlerin efendisi, onları İslâm'a davet edince, Müslüman olmak için toplandılar.
Sevgili Peygamberimiz, peygamberliğini, Kureyşlilere bildirip ilk İslâm'a davet ettiği Safa tepesine çıktı. Yine orada, büyük-küçük, kadın-erkek bütün Mekkelilerin bi'atını kabul etti.
Böylece Kureyşliler Müslüman olarak, Eshab-ı kiram arasına katılmakla şereflendiler.
Efendimiz, erkeklerle sözleştikten sonra, kadınlardan da bazı konularda söz aldı. Peygamberimiz efendimizin huzurunda bulunan kadınlar, bunların hepsini kabul etti ve yalnız söz ile ahd ettiler.
Resulullah bunlara hayır dua etti ve afflarını diledi. Hz. Ebu Süfyanın hanımı ve Hz. Muaviyenin annesi olan Hz. Hind bunların arasında ve hatta başları idi. Kadınlar namına o konuşmuştu.
Kadınların, Resulullaha söz verdiklerini bildiren Mümtehine suresindeki ayet-i kerime, Mekke şehrinin alındığı gün inmiştir. Kadınlarla yalnız söz ile olup, mübarek eli, kadınların ellerine dokunmadı.
Kötü huylar, kadınlarda, erkeklerden daha çok olduğundan, kadınlarla sözleşirken, erkeklerden daha fazla şart, araya kondu. �Allahü teâlânın emirlerini yapmış olmak için, bunlardan kaçınmak lazım geldiği bildirildi.
Allahü teâlâya şirk koşmamak, Peygamber efendimize isyan etmemek, hırsızlık yapmamak, iffet ve namusunu korumak, kız çocuklarını öldürmemek... bunlardandı.
Müslüman olan kadınların içinde öldürülecek kimselerin listesinde ismi bulunan hazret-i Ebu Süfyan'ın hanımı Hind de vardı. Fakat alemlere rahmet olan sevgili Peygamberimiz onu da bağışlamıştı.
Müslüman olan herkes evlerindeki bütün putları kırdılar. Çevre kabilelere askeri birlikler gönderilerek, oralardaki putlar da yerle bir edildi.
Böylece hakkın gelmesi ile batılın kökü kazındı. Merhamete kavuşanlar arasında, Ebu Cehl'in oğlu İkrime, hazret-i Hamza'yı şehid eden Hz. Vahşi gibi kimseler de vardı.
(Bunlardan Hz. İkrime, Yermük muharebesinde şehid düşmüş; Hz. Vahşi de, Yemame savaşında Müseylemet-ül-Kezzab'ı öldürmüştü.)
Onlar da; "Biz, senden hayır bekliyor, hayır ümid ediyoruz. Çünkü sen, kerim kardeşsin. Kerem ve iyilik sahibi bir kardeşimizin oğlusun. Bize galip geldin! Senden iyilik umuyoruz" dediler.
Resul-i ekrem, onlara tebessüm buyurdular ve; "Benim halimle sizin haliniz, Yusuf'un (aleyhisselam) kardeşlerine söylediği gibi olacaktır. Onun gibi ben de; "Bu günden sonra günahınızı yüzlerinize vurmak suretiyle benim tarafımdan size, bir kınama ve ayıplama yoktur! Allahü teâlâ, sizi magfiret buyursun"" (Yusuf suresi: 92) diyorum. Gidiniz. Hürsünüz, serbestsiniz!" buyurdu.
Bu muazzam merhamet, katı kalbleri yumuşatmış, nefret halini muhabbete çevirmişti. Alemlerin efendisi, onları İslâm'a davet edince, Müslüman olmak için toplandılar.
Sevgili Peygamberimiz, peygamberliğini, Kureyşlilere bildirip ilk İslâm'a davet ettiği Safa tepesine çıktı. Yine orada, büyük-küçük, kadın-erkek bütün Mekkelilerin bi'atını kabul etti.
Böylece Kureyşliler Müslüman olarak, Eshab-ı kiram arasına katılmakla şereflendiler.
Efendimiz, erkeklerle sözleştikten sonra, kadınlardan da bazı konularda söz aldı. Peygamberimiz efendimizin huzurunda bulunan kadınlar, bunların hepsini kabul etti ve yalnız söz ile ahd ettiler.
Resulullah bunlara hayır dua etti ve afflarını diledi. Hz. Ebu Süfyanın hanımı ve Hz. Muaviyenin annesi olan Hz. Hind bunların arasında ve hatta başları idi. Kadınlar namına o konuşmuştu.
Kadınların, Resulullaha söz verdiklerini bildiren Mümtehine suresindeki ayet-i kerime, Mekke şehrinin alındığı gün inmiştir. Kadınlarla yalnız söz ile olup, mübarek eli, kadınların ellerine dokunmadı.
Kötü huylar, kadınlarda, erkeklerden daha çok olduğundan, kadınlarla sözleşirken, erkeklerden daha fazla şart, araya kondu. �Allahü teâlânın emirlerini yapmış olmak için, bunlardan kaçınmak lazım geldiği bildirildi.
Allahü teâlâya şirk koşmamak, Peygamber efendimize isyan etmemek, hırsızlık yapmamak, iffet ve namusunu korumak, kız çocuklarını öldürmemek... bunlardandı.
Müslüman olan kadınların içinde öldürülecek kimselerin listesinde ismi bulunan hazret-i Ebu Süfyan'ın hanımı Hind de vardı. Fakat alemlere rahmet olan sevgili Peygamberimiz onu da bağışlamıştı.
Müslüman olan herkes evlerindeki bütün putları kırdılar. Çevre kabilelere askeri birlikler gönderilerek, oralardaki putlar da yerle bir edildi.
Böylece hakkın gelmesi ile batılın kökü kazındı. Merhamete kavuşanlar arasında, Ebu Cehl'in oğlu İkrime, hazret-i Hamza'yı şehid eden Hz. Vahşi gibi kimseler de vardı.
(Bunlardan Hz. İkrime, Yermük muharebesinde şehid düşmüş; Hz. Vahşi de, Yemame savaşında Müseylemet-ül-Kezzab'ı öldürmüştü.)
" Acaba Sırf Dünya İçin mi Yaratılmışsın ki Bütün Vaktini Ona Sarf Ediyorsun "
Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez
Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i :cici:
uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL
'''' Yaban Gulu ''''
Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez
Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i :cici:
uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL
'''' Yaban Gulu ''''
Re: Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar
Resulullah efendimiz, Mekke'yi fethetmek niyetiyle Medine'den çıktıkları zaman, Mekke çevresinde oturan Hevazin ve Sakif ismindeki iki büyük kabile, Müslümanlar bizim üzerimize yürüyecek zannı ile savaşmak için hazırlık yapmaya başladılar.
Alemlerin efendisinin, Mekke'yi fethetmek için geldiğini öğrendiklerinde biraz rahatlamışlarsa da; "Kureyşlilerden sonra sıra muhakkak bize gelecektir" düşüncesiyle hazırlıklarına hız verdiler.
Ayrıca; "Yemin ederiz ki, Müslümanlar iyi çarpışan bir kavimle karşılaşmadılar. O, bizim üzerimize yürümeden, biz O'nun üzerine yürüyelim de harbetmek nasıl olurmuş gösterelim!" dediler.
Hevazin reisi Malik bin Avf kumandasında, yirmi bin kişilik çok güçlü bir ordu ile harekete geçtiler. Askerlerinin cesaretini artırmak ve zoru görünce kaçmamaları için bütün kıymetli mallarını, kadın ve çocuklarını da beraber götürüyorlardı.
Bu haber kısa zamanda Mekke'de duyuldu. Fahr-i kainat efendimiz, haberin doğruluğunu anlamak için Abdullah bin Ebi Hadred'i Hevazin kabilesine gönderdi. Hazret-i Abdullah, kılık kıyafetini değiştirerek düşmanın içine girdi. Fikirlerini ve hareket tarzlarını öğrenip durumu hemen sevgili Peygamberimize bildirdi.
Resul-i ekrem efendimiz, derhal şanlı Eshabını topladı. Mekke'ye yirmi yaşındaki Attab bin Esid hazretlerini vali yaparak sür'atle yola çıktı.
On iki bin kişilik ordusu ile müşrik Hevazin ve Sakif kabilelerini karargahlarında bastırmak istiyorlardı. Mücahidlerin sancağını hazret-i Ali taşıyor, önce kuvvetlerin kumandanlığını da Halid bin Velid hazretleri yapıyordu.
Alemlerin efendisi, miğferini ve üst üste zırhını giymiş, Düldül ismindeki katırına binmişti. Şevval ayının onbirinci günü Huneyn vadisine varıldı. O gece, Server-i alem efendimiz ordusunu teftiş edip, harp düzenine soktu. Sabah namazını kıldırdıktan sonra, harekete geçti.
Müşriklerin kumandanı, geceden istifade ederek Huneyn vadisinin iki yamacına ordusunu yerleştirmiş, pusu kurmuştu. Önde, birlikleri ile giden Halid bin Velid hazretleri, pusudan habersiz, geçide doğru atını sürmüştü.
Sabahın alaca karanlığı, düşmanı görmeyi engelliyordu. Bir anda binlerce ok, müchahidlerin üzerine yağmaya başladı. Bu beklenmedik ok yağmurundan kurtulmak için, mücahidler geri çekilmek mecburiyetinde kaldı.
Bu hızlı geri dönüş, arkadan gelen askerlerin düzenini karıştırdı. Onlar da geri çekilmek için dönüş yaptığında, yirmi bin kişilik düşman birliklerinin, sel gibi vadiye akmaya başladığı görüldü.
Sevgili Peygamberimiz tek başına, hücuma kalkan müşriklere doğru ileri atıldı. Yalnız hazret-i Abbas, hazret-i Ebu Bekir ve yüz kadar kahraman sahabi ölmeği göze alıp Resul-i ekrem efendimize yetiştiler.
Vücudlarını, sevgili Peygamberimize kalkan yaptılar. Hazret-i Abbas, katırın dizginini, Süfyan bin Haris hazretleri de üzengisini tutarak hızını kesmeye, Resulullah efendimizin düşman birliklerinin arasına dalmasına mani olmaya çalışıyorlardı.
Alemlerin efendisinin, Mekke'yi fethetmek için geldiğini öğrendiklerinde biraz rahatlamışlarsa da; "Kureyşlilerden sonra sıra muhakkak bize gelecektir" düşüncesiyle hazırlıklarına hız verdiler.
Ayrıca; "Yemin ederiz ki, Müslümanlar iyi çarpışan bir kavimle karşılaşmadılar. O, bizim üzerimize yürümeden, biz O'nun üzerine yürüyelim de harbetmek nasıl olurmuş gösterelim!" dediler.
Hevazin reisi Malik bin Avf kumandasında, yirmi bin kişilik çok güçlü bir ordu ile harekete geçtiler. Askerlerinin cesaretini artırmak ve zoru görünce kaçmamaları için bütün kıymetli mallarını, kadın ve çocuklarını da beraber götürüyorlardı.
Bu haber kısa zamanda Mekke'de duyuldu. Fahr-i kainat efendimiz, haberin doğruluğunu anlamak için Abdullah bin Ebi Hadred'i Hevazin kabilesine gönderdi. Hazret-i Abdullah, kılık kıyafetini değiştirerek düşmanın içine girdi. Fikirlerini ve hareket tarzlarını öğrenip durumu hemen sevgili Peygamberimize bildirdi.
Resul-i ekrem efendimiz, derhal şanlı Eshabını topladı. Mekke'ye yirmi yaşındaki Attab bin Esid hazretlerini vali yaparak sür'atle yola çıktı.
On iki bin kişilik ordusu ile müşrik Hevazin ve Sakif kabilelerini karargahlarında bastırmak istiyorlardı. Mücahidlerin sancağını hazret-i Ali taşıyor, önce kuvvetlerin kumandanlığını da Halid bin Velid hazretleri yapıyordu.
Alemlerin efendisi, miğferini ve üst üste zırhını giymiş, Düldül ismindeki katırına binmişti. Şevval ayının onbirinci günü Huneyn vadisine varıldı. O gece, Server-i alem efendimiz ordusunu teftiş edip, harp düzenine soktu. Sabah namazını kıldırdıktan sonra, harekete geçti.
Müşriklerin kumandanı, geceden istifade ederek Huneyn vadisinin iki yamacına ordusunu yerleştirmiş, pusu kurmuştu. Önde, birlikleri ile giden Halid bin Velid hazretleri, pusudan habersiz, geçide doğru atını sürmüştü.
Sabahın alaca karanlığı, düşmanı görmeyi engelliyordu. Bir anda binlerce ok, müchahidlerin üzerine yağmaya başladı. Bu beklenmedik ok yağmurundan kurtulmak için, mücahidler geri çekilmek mecburiyetinde kaldı.
Bu hızlı geri dönüş, arkadan gelen askerlerin düzenini karıştırdı. Onlar da geri çekilmek için dönüş yaptığında, yirmi bin kişilik düşman birliklerinin, sel gibi vadiye akmaya başladığı görüldü.
Sevgili Peygamberimiz tek başına, hücuma kalkan müşriklere doğru ileri atıldı. Yalnız hazret-i Abbas, hazret-i Ebu Bekir ve yüz kadar kahraman sahabi ölmeği göze alıp Resul-i ekrem efendimize yetiştiler.
Vücudlarını, sevgili Peygamberimize kalkan yaptılar. Hazret-i Abbas, katırın dizginini, Süfyan bin Haris hazretleri de üzengisini tutarak hızını kesmeye, Resulullah efendimizin düşman birliklerinin arasına dalmasına mani olmaya çalışıyorlardı.
" Acaba Sırf Dünya İçin mi Yaratılmışsın ki Bütün Vaktini Ona Sarf Ediyorsun "
Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez
Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i :cici:
uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL
'''' Yaban Gulu ''''
Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez
Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i :cici:
uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL
'''' Yaban Gulu ''''
Re: Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar
Huneyn savaşında ani baskın sebebiyle neye uğradığını anlayamayan İslâm ordusunda kargaşa baş göstermişti...
Alemlerin efendisi, Allahü teâlânın dininin yok olacağını üzüldüğünden; "Ya Abbas! Sen onlara; "Ey Medineliler! Ey Semüre ağıcının altında bi'at eden sahabiler!" diyerek seslen!" buyurdu.
Hazret-i Abbas, iri yapılı ve heybetli idi. Bağırdığı zaman sesi çok uzaklardan duyulurdu. Bütün gücü ile; "Ey Medineliler! Ey Semüre ağacının altında, Peygamberimize söz veren eshab! Dağılmayınız! Buraya toplanınız!" diyerek bağırdı.
Bunu işiten Eshab-ı kiram, geri dönmek istediler. Fakat hayvanlarının pek ziyade ürkmesi geri dönmelerine mani oluyordu. Nihayet zırhını, kılıcını mızrağını alıp hayvanlarından kendilerini atmak mecburiyetinde kaldılar. Sür'atle Resulullah efendimizin yanına yetişip, düşmanla müthiş bir çarpışmaya girdiler.
"Allahü ekber! Allahü ekber!" sadaları yeri göğü inletiyor, düşmanı korkutup dehşete düşürüyordu. Bedir'de, Uhud'da, Hendek'de ve Hayber'de pek büyük kahramanlıklar gösteren Eshab, bilhassa hazret-i Ali, Ebu Dücane, Zübeyr bin Avvam , döne döne çarpışıyor, düşmanı saf dışı edip geri püskürtüyorlardı.
Alemlerin efendisi, Eshabının canla başla yaptığı bu çarpışmayı takib ediyor, mübarek dudaklarından; "Allah'ım! Bize yardımını indir! Şüphesiz sen, onların bize galip gelmesini istemezsin!" duaları işitiliyordu.
Sevgili Peygamberimiz, Allahü teâlâya olan yalvarmaları arasında, yerden bir avuç kum aldı. "Yüzleri kara olsun!" buyurarak müşriklerin üzerine savurdu.
Sevgili Peygamberimizin bir mucizesi olarak, düşman askerlerinden gözlerine kum dolmadık kimse kalmadı. Melekler de yardıma gelmişti.
Peygamber efendimiz; "Allahü teâlâya and olsun ki, onlar, bozguna uğradılar" buyurdular. Müşrikler, bozulmaya, geri dönüp kaçmaya başlamışlardı. Geri döndükçe peşlerinde şanlı sahabileri görüyorlar, harp meydanına getirdikleri hanımlarını, çocuklarını ve mallarını bırakarak son sür'atle kaçıyorlardı.
Harp meydanında yetmiş ölü, altı bin esir ve hadsiz hesapsız mal bırakmışlardı. Kaçanların bir kısmı Taif kalesine sığındı, bir kısmı da Nahle'ye, Evtas'a gittiler. Kumandanları Malik bin Avf, Taif'e sığınanlar arasında idi. Eshab-ı kiram onları bir müddet takib etti. Evtas'da yine şiddetli çarpışmalar oldu. Düşman yine bozguna uğradı.
Bu gazada Allahü teâlânın izni, Resulullah efendimizin himmeti bereketi ile zafer yine Müslümanların olmuştu. Dört şehid verilmiş, bazı sahabiler de yaralanmıştı. Halid bin Velid hazretlerinein de yaralı olduğunu işiten sevgili Peygamberimiz, onun yanına varmış, yarasını mübarek elleri ile sıvazlayınca yara anında iyi olmuştu.
Kainatın sultanı Taif'e kaçan düşmanın da üzerine yürüyerek kesin neticeyi almak istiyordu. Mekke'ye yakın olan bu kale, küfrün son, fakat en muhkem kalelerinden biri idi.
Peygamber efendimiz, hicretten önce Taif'e gelip, bir ay onlara nasihat etmişti. Fakat Taifliler, Alemlerin efendisine görülmedik işkence ve zulümde bulunmuşlardı.
Hatta mübarek ayakalarını kan içinde bırakmışlardı. Efendimiz, burada Zeyd bin Harise hazretleri ile hayatının en acıklı ve en ızdıraplı günlerini yaşamıştı.
Alemlerin efendisi, Allahü teâlânın dininin yok olacağını üzüldüğünden; "Ya Abbas! Sen onlara; "Ey Medineliler! Ey Semüre ağıcının altında bi'at eden sahabiler!" diyerek seslen!" buyurdu.
Hazret-i Abbas, iri yapılı ve heybetli idi. Bağırdığı zaman sesi çok uzaklardan duyulurdu. Bütün gücü ile; "Ey Medineliler! Ey Semüre ağacının altında, Peygamberimize söz veren eshab! Dağılmayınız! Buraya toplanınız!" diyerek bağırdı.
Bunu işiten Eshab-ı kiram, geri dönmek istediler. Fakat hayvanlarının pek ziyade ürkmesi geri dönmelerine mani oluyordu. Nihayet zırhını, kılıcını mızrağını alıp hayvanlarından kendilerini atmak mecburiyetinde kaldılar. Sür'atle Resulullah efendimizin yanına yetişip, düşmanla müthiş bir çarpışmaya girdiler.
"Allahü ekber! Allahü ekber!" sadaları yeri göğü inletiyor, düşmanı korkutup dehşete düşürüyordu. Bedir'de, Uhud'da, Hendek'de ve Hayber'de pek büyük kahramanlıklar gösteren Eshab, bilhassa hazret-i Ali, Ebu Dücane, Zübeyr bin Avvam , döne döne çarpışıyor, düşmanı saf dışı edip geri püskürtüyorlardı.
Alemlerin efendisi, Eshabının canla başla yaptığı bu çarpışmayı takib ediyor, mübarek dudaklarından; "Allah'ım! Bize yardımını indir! Şüphesiz sen, onların bize galip gelmesini istemezsin!" duaları işitiliyordu.
Sevgili Peygamberimiz, Allahü teâlâya olan yalvarmaları arasında, yerden bir avuç kum aldı. "Yüzleri kara olsun!" buyurarak müşriklerin üzerine savurdu.
Sevgili Peygamberimizin bir mucizesi olarak, düşman askerlerinden gözlerine kum dolmadık kimse kalmadı. Melekler de yardıma gelmişti.
Peygamber efendimiz; "Allahü teâlâya and olsun ki, onlar, bozguna uğradılar" buyurdular. Müşrikler, bozulmaya, geri dönüp kaçmaya başlamışlardı. Geri döndükçe peşlerinde şanlı sahabileri görüyorlar, harp meydanına getirdikleri hanımlarını, çocuklarını ve mallarını bırakarak son sür'atle kaçıyorlardı.
Harp meydanında yetmiş ölü, altı bin esir ve hadsiz hesapsız mal bırakmışlardı. Kaçanların bir kısmı Taif kalesine sığındı, bir kısmı da Nahle'ye, Evtas'a gittiler. Kumandanları Malik bin Avf, Taif'e sığınanlar arasında idi. Eshab-ı kiram onları bir müddet takib etti. Evtas'da yine şiddetli çarpışmalar oldu. Düşman yine bozguna uğradı.
Bu gazada Allahü teâlânın izni, Resulullah efendimizin himmeti bereketi ile zafer yine Müslümanların olmuştu. Dört şehid verilmiş, bazı sahabiler de yaralanmıştı. Halid bin Velid hazretlerinein de yaralı olduğunu işiten sevgili Peygamberimiz, onun yanına varmış, yarasını mübarek elleri ile sıvazlayınca yara anında iyi olmuştu.
Kainatın sultanı Taif'e kaçan düşmanın da üzerine yürüyerek kesin neticeyi almak istiyordu. Mekke'ye yakın olan bu kale, küfrün son, fakat en muhkem kalelerinden biri idi.
Peygamber efendimiz, hicretten önce Taif'e gelip, bir ay onlara nasihat etmişti. Fakat Taifliler, Alemlerin efendisine görülmedik işkence ve zulümde bulunmuşlardı.
Hatta mübarek ayakalarını kan içinde bırakmışlardı. Efendimiz, burada Zeyd bin Harise hazretleri ile hayatının en acıklı ve en ızdıraplı günlerini yaşamıştı.
" Acaba Sırf Dünya İçin mi Yaratılmışsın ki Bütün Vaktini Ona Sarf Ediyorsun "
Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez
Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i :cici:
uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL
'''' Yaban Gulu ''''
Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez
Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i :cici:
uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL
'''' Yaban Gulu ''''
Re: Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar
Sevgili peygamberimiz, Halid bin Velid hazretlerini Taif'e önden gönderdi. Şanlı Eshabıyla, kendileri arkadan Taif önlerine geldiler. Sakif kabilesi, muhkem olan kalelerine, önceden bol mikdarda yiyecek depo etmişlerdi.
Eshab-ı kiramın geldiğini görünce, kapılarını kapatıp savunmaya geçtiler. Kalenin yakınlarına kadar sokulan mücahidlere ok atışları ile karşılık veriyorlar ve savaş bu şekilde devam ediyordu. Taifliler bir türlü kaleden çıkıp, meydanda göğüs göğüse çarpışmaya cesaret edemiyorlardı.
Eshab-ı kiramdan bazıları, kalenin içine mancınıkla taş atılmasını teklif ettiler. Peygamber efendimiz, uygun görüp, mancınıklar yaptırdı. Onlarla müşriklere taş attırarak muhasaraya devam etti. Eshab-ı kiram, canla başla uğraşıyor, bir an önce kaleyi fethetmeye çalışıyorlardı. Bu arada on dört sahabi şehadet mertebesine kavuşmuştu. Fakat kalenin çok muhkem olması fethi engelliyordu.
Muhasarının yirminci gününe doğru bir gece, Resul-i ekrem efendimiz, rüyasında, kendisine hediye edilen bir kab dolusu tereyağının bir horoz tarafından gagalanarak yere döküldüğünü gördü. Bunu, Taif'in bu sene fethedilemeyeceğine yorarak muhasarayı kaldırdı.
Merhamet deryası olan Sevgili Peygamberimiz, bundan sekiz sene önce kendisine eziyet eden Taifliler için; "İzin verirsen, şu dağları başlarına çevireyim" diyen meleğe; "Ben alemlere rahmet olarak gönderildim. İstediğim tek şey, Allahü teâlânın, bu müşriklerin sulbünden, Hak teâlâya hiçbir ortak koşmaksızın ibadet edecek bir nesil ortaya çıkarmasıdır" buyurmuştu.
Şimdi de merhamet buyurup; "Ya Rabbi! Sakiflilere doğru yolu göster! Onları bize getir!" diye dua ediyordu.
Habib-i ekrem efendimiz, Eshabı ile Taif'ten ayrılıp Huneyn'de ele geçirilen esirler ve ganimetlerin toplandığı Cirane'ye geldi.
Altı bin esirin yanı sıra yirmi binden ziyade büyük ve kırk binden ziyade küçük baş hayvan ile hesapsız zinet eşyası, ganimet alınmıştı.
Onları, hak sahibi mücahidlere paylaştırmıştı. O sırada Hevazin kabilesinden bir hey'etin, huzura kabul edilmek içinistirhamda bulundukları öğrenildi.
Sevgili Peygamberimiz, onları kabul etti. Hey'et, Hevazin kabilesinin toptan Müslüman olduğunu bildirince, Alemlerin efendisi, çok memnun olmuşlardı. Bunun üzerine kendisine düşen esirleri, derhal azad edip, geri verdi.
Eshab-ı kiram da aynı şekilde sevgili Peygamberimizi takib etti. Resulullah efendimizin bir merhameti, bir anda altı bin esirin hürriyetine kavuşmasına sebeb olmuştu.
Bu haber, Taif'e sığınan Hevazin kabilesinin reisi, Malik bin Avf'a ulaştırıldığında, o da gelip Müslüman olmuş, Peygamber efendimiz, onu ihsanlara boğmuştu.
Artık, burada yapılacak iş kalmamşıtı. Kainatın sultanı her zaman olduğu gibi muzaffer olarak, Eshabı ile Mekke'ye döndü. Attab bin Esid'i , Mekke'ye vali yaptı.
Mu'az bin Cebel hazretlerini de din işlerini öğretmek için bıraktı. Kabe-i muazzamayı tavaf edip, umresini yaptıktan sonra şanlı Eshabı ile tekrar Medine'nin yolunu tuttular...
Bir sene sonra, Taifliler, Müslümanlığı kabul ettiklerini bildiren heyet gönderdiler. Resul-i ekrem efendimiz, onların Müslüman olmalarına çok sevindi. Başlarına Osman bin Ebi'l-As hazretlerini vali tayin eyledi.
Eshab-ı kiramın geldiğini görünce, kapılarını kapatıp savunmaya geçtiler. Kalenin yakınlarına kadar sokulan mücahidlere ok atışları ile karşılık veriyorlar ve savaş bu şekilde devam ediyordu. Taifliler bir türlü kaleden çıkıp, meydanda göğüs göğüse çarpışmaya cesaret edemiyorlardı.
Eshab-ı kiramdan bazıları, kalenin içine mancınıkla taş atılmasını teklif ettiler. Peygamber efendimiz, uygun görüp, mancınıklar yaptırdı. Onlarla müşriklere taş attırarak muhasaraya devam etti. Eshab-ı kiram, canla başla uğraşıyor, bir an önce kaleyi fethetmeye çalışıyorlardı. Bu arada on dört sahabi şehadet mertebesine kavuşmuştu. Fakat kalenin çok muhkem olması fethi engelliyordu.
Muhasarının yirminci gününe doğru bir gece, Resul-i ekrem efendimiz, rüyasında, kendisine hediye edilen bir kab dolusu tereyağının bir horoz tarafından gagalanarak yere döküldüğünü gördü. Bunu, Taif'in bu sene fethedilemeyeceğine yorarak muhasarayı kaldırdı.
Merhamet deryası olan Sevgili Peygamberimiz, bundan sekiz sene önce kendisine eziyet eden Taifliler için; "İzin verirsen, şu dağları başlarına çevireyim" diyen meleğe; "Ben alemlere rahmet olarak gönderildim. İstediğim tek şey, Allahü teâlânın, bu müşriklerin sulbünden, Hak teâlâya hiçbir ortak koşmaksızın ibadet edecek bir nesil ortaya çıkarmasıdır" buyurmuştu.
Şimdi de merhamet buyurup; "Ya Rabbi! Sakiflilere doğru yolu göster! Onları bize getir!" diye dua ediyordu.
Habib-i ekrem efendimiz, Eshabı ile Taif'ten ayrılıp Huneyn'de ele geçirilen esirler ve ganimetlerin toplandığı Cirane'ye geldi.
Altı bin esirin yanı sıra yirmi binden ziyade büyük ve kırk binden ziyade küçük baş hayvan ile hesapsız zinet eşyası, ganimet alınmıştı.
Onları, hak sahibi mücahidlere paylaştırmıştı. O sırada Hevazin kabilesinden bir hey'etin, huzura kabul edilmek içinistirhamda bulundukları öğrenildi.
Sevgili Peygamberimiz, onları kabul etti. Hey'et, Hevazin kabilesinin toptan Müslüman olduğunu bildirince, Alemlerin efendisi, çok memnun olmuşlardı. Bunun üzerine kendisine düşen esirleri, derhal azad edip, geri verdi.
Eshab-ı kiram da aynı şekilde sevgili Peygamberimizi takib etti. Resulullah efendimizin bir merhameti, bir anda altı bin esirin hürriyetine kavuşmasına sebeb olmuştu.
Bu haber, Taif'e sığınan Hevazin kabilesinin reisi, Malik bin Avf'a ulaştırıldığında, o da gelip Müslüman olmuş, Peygamber efendimiz, onu ihsanlara boğmuştu.
Artık, burada yapılacak iş kalmamşıtı. Kainatın sultanı her zaman olduğu gibi muzaffer olarak, Eshabı ile Mekke'ye döndü. Attab bin Esid'i , Mekke'ye vali yaptı.
Mu'az bin Cebel hazretlerini de din işlerini öğretmek için bıraktı. Kabe-i muazzamayı tavaf edip, umresini yaptıktan sonra şanlı Eshabı ile tekrar Medine'nin yolunu tuttular...
Bir sene sonra, Taifliler, Müslümanlığı kabul ettiklerini bildiren heyet gönderdiler. Resul-i ekrem efendimiz, onların Müslüman olmalarına çok sevindi. Başlarına Osman bin Ebi'l-As hazretlerini vali tayin eyledi.
" Acaba Sırf Dünya İçin mi Yaratılmışsın ki Bütün Vaktini Ona Sarf Ediyorsun "
Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez
Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i :cici:
uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL
'''' Yaban Gulu ''''
Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez
Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i :cici:
uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL
'''' Yaban Gulu ''''
Re: Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar
Resulullah efendimiz, Medine-i münevvereyi teşrif ettikten sonra, çeşitli devletlere elçiler gönderip onları İslâm'a davet eyledi.
Umman, Bahreyn hükümdarları tebeasıyla Müslüman olmakla şereflendiler. Ayrıca bir çok kabilelerden hey'etler gelerek, Alemlerin efendisine tabi olduklarını bildirdiler ve saadete kavuştular.
Artık İslâmiyet büyük bir hızla yayılıyordu. Çevre kabilelere, devletlere dinin esaslarını öğretmek üzere muallimler, onları idare etmek için valiler gönderiliyordu. Hicretin dokuzuncu senesinde Medine, Müslüman olan hey'etlerin akınına uğradı.
İslâmiyet'in Arab yarımadasında hızla yayıldığı bu dokuzuncu senede "İslâm Devleti"ni kıskanan ve büyümesini engellemek isteyen hıristiyan Arablar Bizans imparatoru Herakliüs'a,; " Müslümanlar şimdi kıtlık ve yokluk içindeler. Eğer, onları dinine çevirmek istiyorsan, şimdi tam sırasıdır!" diye mektup yazdılar.
Bu mektup üzerine Herakliüs, kırk bin kişilik bir orduyu, Kubad'ın kumandasında Müslümanlarla savaşmak için yola çıkardı.
Bu durumu haber alan Fahr-i kainat efendimiz, Eshabını toplayarak habre hazırlanmalarını emir buyurdu.
O sene kuraklık olduğundan sahabiler maddi yönden büyük bir darlık içinde bulunuyorlardı. Sadece, ticaret yapanların durumu, biraz iyi idi. Peygamber efendimiz, Eshabının, harbe katılacak olan askerin techizatı için mali yardımda bulunmalarını da arzu buyurmuşlardı.
Efendimizin bu arzuları, sahabileri harekete geçirdi. Herkes elinde avucunda ne varsa getiriyor, malı ve canı ile cihada hazırlanmağa çalışıyordu.
Peygamber efendimizin mağara arkadaşı hazret-i Ebu Bekir, malının tamamını getirmişti. Resul-i ekrem efendimiz; "Aile efradına ne bıraktın, ya Eba Bekir?" buyurunca, o; "Allahü teâlâyı ve Resulünü bıraktım" diye cevap vermeşti.
Hazret-i Ömer malının yarısını yardım olarak getirmiş, Peygamber efendimzi ona da; "Ailene ne bıraktın, ya Ömer?" diye sual edince; "Getirdiklerim kadar bıraktım" diye cevap vermiş, Peygamber efendimiz de; "İkinizin arasındaki fark, sözleriniz arasındaki fark gibidir" buyurmuştu.
Bunun üzerine hazret-i Ömer; "Anam-babam sana feda olsun ya Eba Bekir! Hayır yolundaki bütün yarışlarda beni geçiyorsun. Artık hiçbir şeyde seni geçemeyeceğimi iyice anladım" diye onu takdir etmişti.
Eshab-ı kiram, gücü yettiği kadar yardım etmeğe çalışıyordu. Fakat münafıklar; "Siz gösteriş için veriyorsunuz" diye Eshab-ı kiram ile alay ediyorlardı. Peygamber efendimiz; "Kim bugün, bir sadaka verirse, sadakası kıyamet günü Allahü teâlâ katında, onun lehinde şahidlik yapacaktır" buyurdu.
Peygamber efendimizin bu mübarek sözleri üzerine, mü'minler daha fazla yardım etmeye başladılar. Hazret-i Osman bin Affan, ordunun üçtebirini techiz etti.
Böylece, Müslümanların en fazla yardım edeni oldu. Hazret-i Osman ordunun ihtiyaçlarını o şekilde karşılamıştı ki, su tulumlarını tamir ederken kullanacakları çuvaldızı bile koymayı ihmal etmemişti. O'nun bu yardımı üzerine, Resul-i ekrem efendimiz; "Bugünden sonra, Osman'a günah yazılmaz" buyurdu.
Umman, Bahreyn hükümdarları tebeasıyla Müslüman olmakla şereflendiler. Ayrıca bir çok kabilelerden hey'etler gelerek, Alemlerin efendisine tabi olduklarını bildirdiler ve saadete kavuştular.
Artık İslâmiyet büyük bir hızla yayılıyordu. Çevre kabilelere, devletlere dinin esaslarını öğretmek üzere muallimler, onları idare etmek için valiler gönderiliyordu. Hicretin dokuzuncu senesinde Medine, Müslüman olan hey'etlerin akınına uğradı.
İslâmiyet'in Arab yarımadasında hızla yayıldığı bu dokuzuncu senede "İslâm Devleti"ni kıskanan ve büyümesini engellemek isteyen hıristiyan Arablar Bizans imparatoru Herakliüs'a,; " Müslümanlar şimdi kıtlık ve yokluk içindeler. Eğer, onları dinine çevirmek istiyorsan, şimdi tam sırasıdır!" diye mektup yazdılar.
Bu mektup üzerine Herakliüs, kırk bin kişilik bir orduyu, Kubad'ın kumandasında Müslümanlarla savaşmak için yola çıkardı.
Bu durumu haber alan Fahr-i kainat efendimiz, Eshabını toplayarak habre hazırlanmalarını emir buyurdu.
O sene kuraklık olduğundan sahabiler maddi yönden büyük bir darlık içinde bulunuyorlardı. Sadece, ticaret yapanların durumu, biraz iyi idi. Peygamber efendimiz, Eshabının, harbe katılacak olan askerin techizatı için mali yardımda bulunmalarını da arzu buyurmuşlardı.
Efendimizin bu arzuları, sahabileri harekete geçirdi. Herkes elinde avucunda ne varsa getiriyor, malı ve canı ile cihada hazırlanmağa çalışıyordu.
Peygamber efendimizin mağara arkadaşı hazret-i Ebu Bekir, malının tamamını getirmişti. Resul-i ekrem efendimiz; "Aile efradına ne bıraktın, ya Eba Bekir?" buyurunca, o; "Allahü teâlâyı ve Resulünü bıraktım" diye cevap vermeşti.
Hazret-i Ömer malının yarısını yardım olarak getirmiş, Peygamber efendimzi ona da; "Ailene ne bıraktın, ya Ömer?" diye sual edince; "Getirdiklerim kadar bıraktım" diye cevap vermiş, Peygamber efendimiz de; "İkinizin arasındaki fark, sözleriniz arasındaki fark gibidir" buyurmuştu.
Bunun üzerine hazret-i Ömer; "Anam-babam sana feda olsun ya Eba Bekir! Hayır yolundaki bütün yarışlarda beni geçiyorsun. Artık hiçbir şeyde seni geçemeyeceğimi iyice anladım" diye onu takdir etmişti.
Eshab-ı kiram, gücü yettiği kadar yardım etmeğe çalışıyordu. Fakat münafıklar; "Siz gösteriş için veriyorsunuz" diye Eshab-ı kiram ile alay ediyorlardı. Peygamber efendimiz; "Kim bugün, bir sadaka verirse, sadakası kıyamet günü Allahü teâlâ katında, onun lehinde şahidlik yapacaktır" buyurdu.
Peygamber efendimizin bu mübarek sözleri üzerine, mü'minler daha fazla yardım etmeye başladılar. Hazret-i Osman bin Affan, ordunun üçtebirini techiz etti.
Böylece, Müslümanların en fazla yardım edeni oldu. Hazret-i Osman ordunun ihtiyaçlarını o şekilde karşılamıştı ki, su tulumlarını tamir ederken kullanacakları çuvaldızı bile koymayı ihmal etmemişti. O'nun bu yardımı üzerine, Resul-i ekrem efendimiz; "Bugünden sonra, Osman'a günah yazılmaz" buyurdu.
" Acaba Sırf Dünya İçin mi Yaratılmışsın ki Bütün Vaktini Ona Sarf Ediyorsun "
Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez
Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i :cici:
uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL
'''' Yaban Gulu ''''
Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez
Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i :cici:
uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL
'''' Yaban Gulu ''''
Re: Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar
Peygamber efendimizin isteği üzerine, herkes orduya yardım için elinden gelen gayreti gösteriyordu. Maddi durumu çok zayıf olan sahabilerden biri de, cihada yardım sevabına kavuşmak için, o gece sabaha kadar bir hurma bahçesinde su çekmiş, kazandığı hurmayı Peygamber efendimize getirmiş ve; "Ya Resulallah! Rabbimin rızasını kazanmak için elimde olanı getirdim. Kabul buyrunuz" demişti.
Müslüman erkekler, ellerinden geldiği kadar yardıma çalışırken, kadınlar da bu yolda kendilerine düşen vazifeyi hakkıyla yapıyorlardı.
Tebük seferine hazırlandıkları zaman, Müslümanlar, çok sıkıntılı bir zamanda idiler. Kıtlık öyle şiddetli idi ki, elinde avucunda bir şeyi kalmayan Eshab-ı kiramdan pek çok kimseler, Resulullah efendimizin huzuruna gelip; "Ya Resulallah! Yaya kaldık! Yiyecek bir şeyimiz de yok! Bu gazada sizden ayrılmayıp cihad sevabına kavuşmak isteriz" diyorlardı.
Sevgili Peygamberimiz, onlara, kendilerini bindirecek bir şeyin kalmadığını üzülerek bildiriyorlardı. Bir defasında Salim bin Umeyr, Abdullah bin Mugaffel, Ebu Leyla Mazini, Ulbe bin Zeyd, Amr bin Hümam, Heremi bin Abdullah, İrbad bin Sariye , Sevgili Peygamberimizin huzuruna gelerek aynı dilekte bulunmuşlardı.
Efendimiz de onlara büyük bir üzüntü içinde; "Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum" buyurunca, onlar, Peygamber efendimizinden ayrı kalma ve cihada katılamamanın verdiği üzüntü ile ağlamaya başladılar.
Bunun üzerine Allahü teâlâ, şu ayet-i kerimeyi gönderdi. Mealen; "Bir de o kimselere günah yoktur ki, kendilerini, bindirip savaşa sevkedesin diye sana geldikleri zaman onlara; "Sizi bindirecek bir hayvan bulamıyorum" demiştin. Bu uğurda sarfedecekleri şeyi bulamadıklarından dolayı kederlerinden, gözleri yaş döke döke döndüler" (Tevbe suresi: 92) buyruluyordu.
Sonunda onları da hazret-i Abbas ile hazret-i Osman, gazaya hazırladılar.
Hazırlıklar tamamlanınca, Peygamber efendimiz, orduyu Seniyyet-ül-Veda'da topladı. Gazaya katılmayan yok denecek kadar azdı.
Resul-i ekrem efendimiz, orduyu toplayıp harekete karar verince, Muhammed bin Mesleme'yi Medine'de kendi yerine bıraktı. Sefere başlıyacağı sırada, Peygamber eferdimiz; "Yanınıza fazla ayakkabı alınız. Yedek ayakkabınız bulunduğu müddetçe sıkıntı çekmezsiniz" buyurdu.
Ordu hareket ettiği zaman, münafıkların başı Abdullah bin Übeyy, Müslümanları korkutmak için, olmayacak sözler söyledi. Hatta; "Yemin ederim ki, sanki Eshabı ikişer ikişer iplere bağlanmış halde görür gibi oluyorum..." diyordu.
Fakat bu sözlere, Eshab-ı kiram hiç aldırış etmiyor, cihada katılma aşkı gittikçe artıyordu. Bunu gören münafıklar kahroluyorlardı.
Resulullah efendimiz, Seniyyet-ül-Veda'dan Tebük'e hareket edeceği zaman, ordunun bayraklarını ve sancaklarını açtırdı. En büyük sancağı hazret-i Ebu Bekir'e, en büyük bayrağı da Zübeyr bin Avvam hazretlerine verdi.
Evs kabilesinin bayrağını Üseyd bin Hudayr'a, Hazrec kabilesinin sancağını Ebu Dücane'ye verdi. Peygamber efendimizin kumandasındaki Eshab-ı kiramın sayısı, on bini süvari olmak üzere, otuz bin kişi idi. Sağ kol kumandanlığına hazret-i Talha bin Ubeydullah, sol kola da Abdurrahman bin Avf hazretleri tayin edildi.
Müslüman erkekler, ellerinden geldiği kadar yardıma çalışırken, kadınlar da bu yolda kendilerine düşen vazifeyi hakkıyla yapıyorlardı.
Tebük seferine hazırlandıkları zaman, Müslümanlar, çok sıkıntılı bir zamanda idiler. Kıtlık öyle şiddetli idi ki, elinde avucunda bir şeyi kalmayan Eshab-ı kiramdan pek çok kimseler, Resulullah efendimizin huzuruna gelip; "Ya Resulallah! Yaya kaldık! Yiyecek bir şeyimiz de yok! Bu gazada sizden ayrılmayıp cihad sevabına kavuşmak isteriz" diyorlardı.
Sevgili Peygamberimiz, onlara, kendilerini bindirecek bir şeyin kalmadığını üzülerek bildiriyorlardı. Bir defasında Salim bin Umeyr, Abdullah bin Mugaffel, Ebu Leyla Mazini, Ulbe bin Zeyd, Amr bin Hümam, Heremi bin Abdullah, İrbad bin Sariye , Sevgili Peygamberimizin huzuruna gelerek aynı dilekte bulunmuşlardı.
Efendimiz de onlara büyük bir üzüntü içinde; "Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum" buyurunca, onlar, Peygamber efendimizinden ayrı kalma ve cihada katılamamanın verdiği üzüntü ile ağlamaya başladılar.
Bunun üzerine Allahü teâlâ, şu ayet-i kerimeyi gönderdi. Mealen; "Bir de o kimselere günah yoktur ki, kendilerini, bindirip savaşa sevkedesin diye sana geldikleri zaman onlara; "Sizi bindirecek bir hayvan bulamıyorum" demiştin. Bu uğurda sarfedecekleri şeyi bulamadıklarından dolayı kederlerinden, gözleri yaş döke döke döndüler" (Tevbe suresi: 92) buyruluyordu.
Sonunda onları da hazret-i Abbas ile hazret-i Osman, gazaya hazırladılar.
Hazırlıklar tamamlanınca, Peygamber efendimiz, orduyu Seniyyet-ül-Veda'da topladı. Gazaya katılmayan yok denecek kadar azdı.
Resul-i ekrem efendimiz, orduyu toplayıp harekete karar verince, Muhammed bin Mesleme'yi Medine'de kendi yerine bıraktı. Sefere başlıyacağı sırada, Peygamber eferdimiz; "Yanınıza fazla ayakkabı alınız. Yedek ayakkabınız bulunduğu müddetçe sıkıntı çekmezsiniz" buyurdu.
Ordu hareket ettiği zaman, münafıkların başı Abdullah bin Übeyy, Müslümanları korkutmak için, olmayacak sözler söyledi. Hatta; "Yemin ederim ki, sanki Eshabı ikişer ikişer iplere bağlanmış halde görür gibi oluyorum..." diyordu.
Fakat bu sözlere, Eshab-ı kiram hiç aldırış etmiyor, cihada katılma aşkı gittikçe artıyordu. Bunu gören münafıklar kahroluyorlardı.
Resulullah efendimiz, Seniyyet-ül-Veda'dan Tebük'e hareket edeceği zaman, ordunun bayraklarını ve sancaklarını açtırdı. En büyük sancağı hazret-i Ebu Bekir'e, en büyük bayrağı da Zübeyr bin Avvam hazretlerine verdi.
Evs kabilesinin bayrağını Üseyd bin Hudayr'a, Hazrec kabilesinin sancağını Ebu Dücane'ye verdi. Peygamber efendimizin kumandasındaki Eshab-ı kiramın sayısı, on bini süvari olmak üzere, otuz bin kişi idi. Sağ kol kumandanlığına hazret-i Talha bin Ubeydullah, sol kola da Abdurrahman bin Avf hazretleri tayin edildi.
" Acaba Sırf Dünya İçin mi Yaratılmışsın ki Bütün Vaktini Ona Sarf Ediyorsun "
Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez
Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i :cici:
uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL
'''' Yaban Gulu ''''
Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez
Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i :cici:
uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL
'''' Yaban Gulu ''''
Re: Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar
Şanlı sahabiler, pek sıcak bir havada ve Peygamberlerinin kumandası altında sefer için harekete geçtiler... Başlarında Allahü teâlânın Habibi olduktan sonra, yiyecek ve içeceklerinin olmaması onları yollarından döndüremez; gidecekleri yolun uzaklığı, düşman askerlerinin çokluğu da gözlerini korkutamazdı. Bu halde her yere gidilirdi.
Sevgili Peygamberimiz ve kahraman sahabiler, her konak yerinde bir müddet istirahattan sonra tekrar yollarına devam ediyorlardı. Sekizinci konak yerleri, Salih aleyhisselamın kavminin helak edildiği Hicr'di.
Peygamberlerinin emrini dinlemedikleri için Allahü teâlâ, şiddetli bir sayha yani ses ile onları helak etmişti. Kainatın sultanı, Eshabına; "Bu gece kuvvetli ve ters istikametten bir fırtına esecektir. Kimse, yanında arkadaşı olmadıkça ayağa kalmasın. Herkes devesinin dizini bağlasın. Burası azab inen yerdir. Kimse bu sudan içmesin ve abdest almasın!.." buyurdular.
Herkes bu emre uydu. Gece çıkan kuvvetli bir fırtına her tarafı alt-üst etmeğe başladı. Bu sırada devesini bağlamayı ihmal eden biri, aramak için tek başına ayağa kalktığında fırtınaya kapılarak sürüklenip Tayy dağının eteklerine atıldı.
Birisi de çok sıkışmıştı. Abdest bozmak için gittği yerde, Hunak denilen bir hastalığa yakalandı. Peygamber efendimizin dua buyurması ile yeniden sıhhate kavuştu.
O sabah su kaplarında hiç su kalmamıştı. Susuzluktan herkes ölecek hale gelmişti. Durum Alemlerin efendisine arzedildiğinde, mübarek ellerini kaldırdılar ve Allahü teâlâya yağmur ihsan etmesi için yalvardılar. Sıcak ve bulutsuz bir havada derhal yağmur bulutları peyda oldu. Şiddetli bir yağmur başladı.
Herkes kaplarını doldurarak abdest alıp, hayvanlarını suladı. Yağmur durup bulutlar dağılınca, yağmurun yalnız ordunun üzerine yağdığı görülmüştü.
Sevgili Peygamberimiz ve sahabiler tekbir getirdiler. Allahü teâlâya hamd ettiler.
Açlık da son haddine gelmişti. Öyle ki, bir hurmayı iki kişi bölüşür vaziyete düşmüşlerdi. Şiddetli sıcağa, çekilen açlık ve susuzluğa rağmen, Tebük'e yaklaşılmıştı.
Habib-i ekrem efendimiz; "Yarın inşaallah kuşluk vaktinde Tebük kaynağına varacaksınız. Ben gelinceye kadar o suya el uzatmayınız" buyurdular.
Ertesi gün oraya vardılar. Kaynağın suyu oldukça azdı. Sevgili Peygamberimiz, o sudan, bir kaba koydurdular ve içine mübarek elini sokup dua ettiler. Sonra kaynağa döktüler.
Sular bir anda kabarıp çoğaldı. Otuz bin kişilik İslâm ordusu içtiği halde hiç eksilmedi. Sonradan Fahr-i kainat efendimizin bir mucizesi olan bu su ile, her taraf sulandı. O bölge yemşeyil bir sahra olup, bereketlerle dolup taştı.
Resul-i ekrem efendimiz, şanlı Eshabı ile Tebük'e geldiklerinde, Bizansılarla, Amile, Lahm ve Cüzam gibi hıristiyanlaştırılmış Arab kabilelerinden müteşekkil Rum ordularını karşılarında bulamadılar.
Mute'de üç bin mücahide karşı yüz bin kişilik Rum ordusu mağlub olmuştu. Şimdi ise, karşılarında otuz bin mücahid vardı ve komutanları Kainatın efendisi idi. Rumlar, sevgili Peygamberimizin kahraman Eshabını toplayıp geldiğini duyunca, her biri kaçacak yer aramışlardı.
Sevgili Peygamberimiz ve kahraman sahabiler, her konak yerinde bir müddet istirahattan sonra tekrar yollarına devam ediyorlardı. Sekizinci konak yerleri, Salih aleyhisselamın kavminin helak edildiği Hicr'di.
Peygamberlerinin emrini dinlemedikleri için Allahü teâlâ, şiddetli bir sayha yani ses ile onları helak etmişti. Kainatın sultanı, Eshabına; "Bu gece kuvvetli ve ters istikametten bir fırtına esecektir. Kimse, yanında arkadaşı olmadıkça ayağa kalmasın. Herkes devesinin dizini bağlasın. Burası azab inen yerdir. Kimse bu sudan içmesin ve abdest almasın!.." buyurdular.
Herkes bu emre uydu. Gece çıkan kuvvetli bir fırtına her tarafı alt-üst etmeğe başladı. Bu sırada devesini bağlamayı ihmal eden biri, aramak için tek başına ayağa kalktığında fırtınaya kapılarak sürüklenip Tayy dağının eteklerine atıldı.
Birisi de çok sıkışmıştı. Abdest bozmak için gittği yerde, Hunak denilen bir hastalığa yakalandı. Peygamber efendimizin dua buyurması ile yeniden sıhhate kavuştu.
O sabah su kaplarında hiç su kalmamıştı. Susuzluktan herkes ölecek hale gelmişti. Durum Alemlerin efendisine arzedildiğinde, mübarek ellerini kaldırdılar ve Allahü teâlâya yağmur ihsan etmesi için yalvardılar. Sıcak ve bulutsuz bir havada derhal yağmur bulutları peyda oldu. Şiddetli bir yağmur başladı.
Herkes kaplarını doldurarak abdest alıp, hayvanlarını suladı. Yağmur durup bulutlar dağılınca, yağmurun yalnız ordunun üzerine yağdığı görülmüştü.
Sevgili Peygamberimiz ve sahabiler tekbir getirdiler. Allahü teâlâya hamd ettiler.
Açlık da son haddine gelmişti. Öyle ki, bir hurmayı iki kişi bölüşür vaziyete düşmüşlerdi. Şiddetli sıcağa, çekilen açlık ve susuzluğa rağmen, Tebük'e yaklaşılmıştı.
Habib-i ekrem efendimiz; "Yarın inşaallah kuşluk vaktinde Tebük kaynağına varacaksınız. Ben gelinceye kadar o suya el uzatmayınız" buyurdular.
Ertesi gün oraya vardılar. Kaynağın suyu oldukça azdı. Sevgili Peygamberimiz, o sudan, bir kaba koydurdular ve içine mübarek elini sokup dua ettiler. Sonra kaynağa döktüler.
Sular bir anda kabarıp çoğaldı. Otuz bin kişilik İslâm ordusu içtiği halde hiç eksilmedi. Sonradan Fahr-i kainat efendimizin bir mucizesi olan bu su ile, her taraf sulandı. O bölge yemşeyil bir sahra olup, bereketlerle dolup taştı.
Resul-i ekrem efendimiz, şanlı Eshabı ile Tebük'e geldiklerinde, Bizansılarla, Amile, Lahm ve Cüzam gibi hıristiyanlaştırılmış Arab kabilelerinden müteşekkil Rum ordularını karşılarında bulamadılar.
Mute'de üç bin mücahide karşı yüz bin kişilik Rum ordusu mağlub olmuştu. Şimdi ise, karşılarında otuz bin mücahid vardı ve komutanları Kainatın efendisi idi. Rumlar, sevgili Peygamberimizin kahraman Eshabını toplayıp geldiğini duyunca, her biri kaçacak yer aramışlardı.
" Acaba Sırf Dünya İçin mi Yaratılmışsın ki Bütün Vaktini Ona Sarf Ediyorsun "
Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez
Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i :cici:
uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL
'''' Yaban Gulu ''''
Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez
Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i :cici:
uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL
'''' Yaban Gulu ''''
Re: Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar
Resulullah efendimiz, karşılarında savaşacak düşman ordusu çıkmayınca, eshabıyla istişare ederek Tebük'ten öte gitmediler. Bu sırada o bölgelede oturan bazı kabileler ve devletler, İslâm ordusunun geldiğini işitmişlerdi.
Korkularından Peygamber efendimize birer hey'et gönderip, cizye vermek üzere eman dilediler. Peygamber efendimiz, merhamet buyurup tekliflerini kabul eyledi ve her biriyle ayrı ayrı antlaşma maddeleri yazılarak, emniyette oldukları söylendi.
Server-i kainat efendimiz, yirmi güne yakın düşmanı bekledi. Tebük'te Eshab-ı kiramıyla nice sohbetler edip, gönüllerini nur deryası ile yıkadı. Mübarek kalbinden fışkıran feyz ve bereketleri onların kalblerine akıttı.
Yaptığı benzeri bulunmaz sohbetlerinden birinde buyurdu ki: "İnsanların en iyisi ve şereflisini size haber vereyim mi?" Eshab-ı kiram; "Veriniz, ya Resulallah!" dediler.
Bunun üzerine; "insanların hayırlısı, atının veya devesinin sırtında, yahud iki ayağı üzerinde, son nefesine kadar Allahü teâlânın yolunda çalışan kimsedir. İnsanların kötüsü de, Allahü teâlânın Kitabını okuyup ondan hiç faydalanamayan azgın kimsedir" buyurdu.
Şehidlik hakkında soran bir kimseye de; "Varlığım yed-i kudretinde bulunduran Allahü teâlâya yemin ederim ki, şehidler, kıyamet günü, kılıçları boyunlarında asılı olarak gelecekler. Nurdan minberlerin üzerine oturacaklardır" buyurdular.
Tebük'te bir müddet kalındı. Sonra Medineye dönmek için hazırlıklar yapıldığı bir sıra, açlıktan dayanılamayacak hale gelen sahabiler, durumlarını Peygamber efendimize arzettiler.
Resulullah efendimiz onların arta kalan yemeklerini bir deri yaygı üzerine toplattı. Bunlar küçük bir tencereyi zor doldururdu. Server-i alem efendimiz, abdestini tazeleyip iki rekat namaz kıldı.
Mübarek ellerini açıp, yiyeceklerin bereketli olması için dua eylediler. Sonra Eshabına, kablarını getirmelerini emrettiler. Koca orduda hiç bir kab boş bırakılmayacak şekilde dolduruldu. Ayrıca, bütün mücahidler doyuncaya kadar yedikleri halde, sofradaki yiyeceklerin hiç eksilmediği görüldü.
Mücahidler, Tebük'ten ayrılıp Medine'nin yolunu tutmuşlardı. Bir gece ordunun içinde bulunan münafıklar, ilerdeki dar geçitte sevgili peygamberimize tuzak kurup öldürmek üzere aralarında anlaştılar ve pusuda beklemeğe başladılar.
Peygamber efendimizin devesinin yularını Ammar bin Yaser hazretleri çekiyor, arkasında da hazret-i Huzeyfe bin Yeman geliyordu. Münafıkların anlaşıp, su-i kast tertib ettiklerini Cebrail aleyhisselam haber verdi.
Resul-i ekrem efendimiz oraya yaklaşınca, bu münafık grubu yüzlerini maskeleyerek hücuma geçtiler.
Hazret-i Huzeyfe; "Ey Allahü teâlânın düşmanları!" diyerek elindeki sopa ile münafıklara ve hayvanlarına vurmağa başladı. Bu bağırıp çağırmadan korkan on iki münafık, derhal askerin arasına karıştılar.
Resulullah efendimiz, onların isimlerini hazret-i Huzeyfe'ye bildirdi ve başkalarına söylememesini tenbih etti. Hadiseyi işiterek huzura gelen Üseyd bin Hudayr hazretleri, Peygamber efendimize; "Canım sana feda olsun ya Resulallah! Onları bana bildir de başlarını size getireyim!" diyerek çok yalvardı. Fakat Resulullah müsade etmedi.
Korkularından Peygamber efendimize birer hey'et gönderip, cizye vermek üzere eman dilediler. Peygamber efendimiz, merhamet buyurup tekliflerini kabul eyledi ve her biriyle ayrı ayrı antlaşma maddeleri yazılarak, emniyette oldukları söylendi.
Server-i kainat efendimiz, yirmi güne yakın düşmanı bekledi. Tebük'te Eshab-ı kiramıyla nice sohbetler edip, gönüllerini nur deryası ile yıkadı. Mübarek kalbinden fışkıran feyz ve bereketleri onların kalblerine akıttı.
Yaptığı benzeri bulunmaz sohbetlerinden birinde buyurdu ki: "İnsanların en iyisi ve şereflisini size haber vereyim mi?" Eshab-ı kiram; "Veriniz, ya Resulallah!" dediler.
Bunun üzerine; "insanların hayırlısı, atının veya devesinin sırtında, yahud iki ayağı üzerinde, son nefesine kadar Allahü teâlânın yolunda çalışan kimsedir. İnsanların kötüsü de, Allahü teâlânın Kitabını okuyup ondan hiç faydalanamayan azgın kimsedir" buyurdu.
Şehidlik hakkında soran bir kimseye de; "Varlığım yed-i kudretinde bulunduran Allahü teâlâya yemin ederim ki, şehidler, kıyamet günü, kılıçları boyunlarında asılı olarak gelecekler. Nurdan minberlerin üzerine oturacaklardır" buyurdular.
Tebük'te bir müddet kalındı. Sonra Medineye dönmek için hazırlıklar yapıldığı bir sıra, açlıktan dayanılamayacak hale gelen sahabiler, durumlarını Peygamber efendimize arzettiler.
Resulullah efendimiz onların arta kalan yemeklerini bir deri yaygı üzerine toplattı. Bunlar küçük bir tencereyi zor doldururdu. Server-i alem efendimiz, abdestini tazeleyip iki rekat namaz kıldı.
Mübarek ellerini açıp, yiyeceklerin bereketli olması için dua eylediler. Sonra Eshabına, kablarını getirmelerini emrettiler. Koca orduda hiç bir kab boş bırakılmayacak şekilde dolduruldu. Ayrıca, bütün mücahidler doyuncaya kadar yedikleri halde, sofradaki yiyeceklerin hiç eksilmediği görüldü.
Mücahidler, Tebük'ten ayrılıp Medine'nin yolunu tutmuşlardı. Bir gece ordunun içinde bulunan münafıklar, ilerdeki dar geçitte sevgili peygamberimize tuzak kurup öldürmek üzere aralarında anlaştılar ve pusuda beklemeğe başladılar.
Peygamber efendimizin devesinin yularını Ammar bin Yaser hazretleri çekiyor, arkasında da hazret-i Huzeyfe bin Yeman geliyordu. Münafıkların anlaşıp, su-i kast tertib ettiklerini Cebrail aleyhisselam haber verdi.
Resul-i ekrem efendimiz oraya yaklaşınca, bu münafık grubu yüzlerini maskeleyerek hücuma geçtiler.
Hazret-i Huzeyfe; "Ey Allahü teâlânın düşmanları!" diyerek elindeki sopa ile münafıklara ve hayvanlarına vurmağa başladı. Bu bağırıp çağırmadan korkan on iki münafık, derhal askerin arasına karıştılar.
Resulullah efendimiz, onların isimlerini hazret-i Huzeyfe'ye bildirdi ve başkalarına söylememesini tenbih etti. Hadiseyi işiterek huzura gelen Üseyd bin Hudayr hazretleri, Peygamber efendimize; "Canım sana feda olsun ya Resulallah! Onları bana bildir de başlarını size getireyim!" diyerek çok yalvardı. Fakat Resulullah müsade etmedi.
" Acaba Sırf Dünya İçin mi Yaratılmışsın ki Bütün Vaktini Ona Sarf Ediyorsun "
Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez
Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i :cici:
uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL
'''' Yaban Gulu ''''
Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez
Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i :cici:
uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL
'''' Yaban Gulu ''''
Kimler çevrimiçi
Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 16 misafir
