Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar

Kullanıcı avatarı
cicek
Rep Gücü
Rep Gücü
Mesajlar: 1123
Kayıt: 15 Eyl 2008, 19:06
Konum: ( N L )
İletişim:

Re: Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar

Mesaj gönderen cicek » 19 Eyl 2008, 16:10

Yahudilerle antlaşma yapılmıştı. Bu sırada, memleketlerine dönen Gatafanlılar, Yahudilere yardım için geri Hayber'e dönmüşlerdi.

Peygamber efendimizin Hayber'i fethedip Yahudileri teslim aldığını gördükleri zaman; "Ey Muhammed! Sen, Hayber'i terkettiğimiz takdirde, bize Hayber'in bir senelik hurmasını vermeyi vad etmiştin. Sözümüzde durduk. Haydi bize onları ver!" dediler.

Efendimiz onlara; "Filanca dağ sizin olsun" buyurdular. Gatafanlılar da; "Öyle ise biz, sizinle çarpışırız" diyerek tehdide yeltendiler. Resul-i ekrem efendimiz de; "Çarpışma yerimiz Cenefa olsun" buyurdu. Cenefa, Gatafanlıların bir bölgesinin ismi idi. Gatafanlılar bunu duyunca korkularından çekilip gittiler.
Sevgili Peygamberimiz ve kahraman Eshabı, Hayber'in fethi esnasında çok yorulmuşlardı. Bir taraftan yaralılar tedavi ediliyor, diğer yandan dinleniyorlardı.

Yahudilerin ileri gelenlerinden Selam bin Mişken'in karısı Zeynep, Peygamber efendimizi zehirleyerek öldürmek istedi. Bunun için, bir keçi kesip pişirdi ve ete bol mikdarda zehir kattı.

Sonra, Resulullah efendimizin huzuruna çıkarak, hediye getirdiğini söyledi. Resul-i ekrem efendimiz kabul edip, Eshabını çağırdılar. Hep birlikte yemek için oturdular.

Alemlerin efendisi, keçinin kol kısmından bir parça koparıp;

"Bismillahirrahmanirrahim" diyerek mübarek ağızlarına aldılar. Birkaç defa çiğnedikten sonra hemen mübarek ağızlarından çıkarıp; "Ey Eshabım! Bu yemekten elinizi çekiniz! Zira şu kürek eti, zehirlenmiş olduğunu bana haber verdi" buyurdular.

Sahabiler derhal ellerini yemekten çektiler. Fakat etten bir lokma yiyen Bişr bin Bera hazretlerinin, hemen vücudu morardı ve şehid oldu.

Sevgili Peygamberimize Cebrail aleyhisselam gelip, mübarek tükürüklerine karışan zehirin te'sirinden kurtulmak için, mübarek omuzları arasından hacamat yaptırarak kan aldırmasını söyledi.

Öyle yapıldı. Sonra, zehirli kebab toprağa gömüldü. Bu işi yapan Zeynep, yakalanarak huzura getirildi. Efendimiz ona; "Bu davar kebabını sen mi zehirledin?" buyurdular.

O da, yaptığını itiraf ederek; "Evet! Ben zehirledim!" dedi. Peygamber efendimiz; "Bunu niçin yapmak istedin!" diye sorduklarında; "Sen, benim kocamı, babamı, amcamı öldürdün. Kendi kendime; "Eğer O, hakikaten peygamber ise, Allah O'na bildirir. Değilse, bu zehir O'na te'sir eder ve ölür. Böylece kendisinden kurtulmuş oluruz" dedim.

Eshab-ı kiram, bu hadiseye çok üzülmüştü. "Canımız sana feda olsun ya Resulallah! Bunu öldürelim mi?" diye sorduklarında, kendi şahsına yapılan her hakareti affeden Alemlerin efendisi, bunu da affetti.

Bu büyük merhameti gören Zeynep, Kelime-i şehadet getirerek Müslüman oldu.
" Acaba Sırf Dünya İçin mi Yaratılmışsın ki Bütün Vaktini Ona Sarf Ediyorsun "


Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez



Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i
:cici:

uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL

'''' Yaban Gulu ''''

Kullanıcı avatarı
cicek
Rep Gücü
Rep Gücü
Mesajlar: 1123
Kayıt: 15 Eyl 2008, 19:06
Konum: ( N L )
İletişim:

Re: Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar

Mesaj gönderen cicek » 19 Eyl 2008, 16:10

Hudaybiye antlaşması üzerinden bir sene geçmişti. Kurban bayramına bir ay kala, Resul-i ekrem efendimiz, Eshab-ı kiramına, umre için hazırlık yapmalarını emrettiler.

Umre için Hudeybiye'ye gidip Bi'at-ür-Rıdvan'a katılanlar, vefat edenler hariç, hazır bulunacaklardı. Bu emir üzerine Eshab-ı kiram hazırlıklarını tamamladılar.
Kurban edilmek üzere yetmiş deve alındı. Bunların Mekke'ye kadar otlatılarak götürülmesi için, Naciye bin Cündüb'e ve dört arkadaşına vazife verildi.

Ayrıca Muhammed bin Mesleme hazretlerinin emrine yüz süvari verilerek; zırh, mızrak, kılıç gibi harpte kullanılacak silahları götürmek üzere önden gönderildi.
Müşriklere güvenilmezdi. Herhangi bir saldırı halinde, bu silahlardan istifade edilecekti. Eshab-ı kiramdan bazıları; "Ya Resulallah! Hudeybiye antlaşmasına göre, umreye, kınına sokulmuş kılıçlardan başka silah ile gelmiyecektik!" dediler.

Alemlerin efendisi; "Biz, bu silahları Harem'e, Kureyşlilerin yanına sokmayacağız. Ancak onlar, Kureyşlilerden bize yapılacak bir saldırı karşısında yakınımızda, elimizin altında bulundurulacaktır" buyurdu.

Medine-i münevvereye vekil olarak Ebu Zer-il-Gıfari bırakıldı. İki bin sahabi, sevgili Peygamberimizle birlikte Mekke'ye doğru yola çıktılar.

Eshab-ı kiram, çok heyecanlanmıştı. Senelerdir, Allahü teâlâ yolunda, sevgili Peygamberimiz uğrunda evlerini, ocaklarını, terk ettikleri yurtlarını göreceklerdi...

Beş vakit namazda yönlerini döndükleri Kabe-i muazzamayı ziyaret edeceklerdi... Henüz Müslüman olup da antlaşma gereği Medine'ye gelemeyen akrabalarına kavuşacaklardı...

Senelerdir, kendilerine gözlerinden yaş yerine kan akıtan, zulüm altında inim inim inleten, putlarına taptırmak için pek çok kardeşlerini şehid eden Kureyşli müşriklere, İslâm'ın haysiyet ve şerefini göstereceklerdi.

Belki bunu gören müşriklerin kalbine İslâm sevgisi düşer de, Müslüman olurlardı!..

Medine'de kalanlar, Veda yokuşuna kadar Alemlerin efendisini tekbirlerle teşyi edip, uğurladıktan sonra geri döndüler.

Sevgili Peygamberimiz, Medine'ye on kilometre kadar uzakta bulunan Zülhuleyfe'ye gelince, ihrama girdiler. Şanlı Sahabiler de O'na uydular.
Herkes beyazlara bürünmüştü. Umre yapmak için Mekke-i mükerreme yolculuğu başlamıştı. Artık;

"Lebbeyk! Allahümme lebbeyk! Lebbeyk! La şerike leke lebbeyk! İnnel hamde ven-ni'mete leke vel-mülke, la şerike lek!.." sadalarıyla yer gök inliyordu.
Yolculuk, Allahü teâlâya hamd etmek ve yalvarmakla, O'nun mübarek ismini zikretmekle, çok zevkli geçiyordu.
" Acaba Sırf Dünya İçin mi Yaratılmışsın ki Bütün Vaktini Ona Sarf Ediyorsun "


Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez



Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i
:cici:

uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL

'''' Yaban Gulu ''''

Kullanıcı avatarı
cicek
Rep Gücü
Rep Gücü
Mesajlar: 1123
Kayıt: 15 Eyl 2008, 19:06
Konum: ( N L )
İletişim:

Re: Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar

Mesaj gönderen cicek » 19 Eyl 2008, 16:10

Umre için önden giden Muhammed bin Mesleme komutasındaki birlik Mekke'ye yaklaşınca, Kureyşli müşrikler tarafından görüldü. Korku ile yanlarına yaklaşıp, biz, bir sene önce böyle mi anlaşmıştık dercesine; "Bu nedir?" diye sordular.
Muhammed bin Mesleme , onlara iliklerini donduran şu cevabı verdi: "Bunlar, Allahü teâlânın Resulünün süvarileridir... Allahü teâlâ izin verirse, yarın onlar da burayı teşrif edeceklerdir!.."

Müşrikler, korka korka geri dönüp haberi Mekke'ye ulaştırdılar. Mekkeli müşrikler de; "Yemin ederiz ki, biz antlaşmaya bağlı kaldık. Muhammed bizimle niçin çarpışsın?.." diyorlardı.

Derhal aralarından bir hey'eti, Peygamber efendimizle görüşmek üzere gönderdiler.

Bu sırada Alemlerin efendisi, Mekke'yi görebilecekleri Batn-ı Ye'cec denilen yere gelmişlerdi. Üzerlerindeki kılıçtan başka bütün silahlarını burada bıraktılar. Silahları beklemek üzere de iki yüz sahabiyi nöbetçi koydular.
Bu hazırlıklar bitince, Kureyş hey'eti Peygamber efendimizle görüşmek ve huzura kabul edilmek için izin istedi.

Kabul edilince; "Ya Muhammed! Hudeybiye antlaşmasından beri, size karşı herhangi bir ihanetimiz olmamıştır. Buna rağmen Mekke'ye, kavminin yanına bu silahlarla mı gireceksin? Halbuki, antlaşmamıza göre; kınına sokulmuş kılıçlardan başkası yanınızda olmayacaktı!.." dediler.

Buna, Alemlerin efendisi; "Ben, çocukluğumdan bu güne kadar verdiğim sözde durmak ve vefakarlığımla tanınırım. Harem'e, kınlarında sokulu kılıçlarımızdan başkası ile girecek değiliz. Fakat, silahların bana yakın bir yerde olmasını istiyorum" buyurarak cevap verdiler.

Hey'et, kendilerine iletilen haberin değişik olduğunu anlayarak, rahatladılar ve; "Ya Muhammed! Doğrusu senden hep vefakarlık ve iyilik gördük. Sana yaraşan da odur" diyerek geri döndüler. Mekke'ye gelip, durumu Kureyşlilere bildirdiler. Onlar da rahatladılar.

Kureyş'in ileri gelenleri, kin ve kıskançlıklarından, Peygamber efendimizi ve Eshabının bu mesud anlarını görmemek için, Mekke'yi terk ederek dağlara çıktılar.

Sevgili Peygamberimiz, işaretli kurbanlık develeri Zituva mevkiine önden gönderdi. Sonra, Eshabıyla hazırlıklarını tamamlayıp, mukaddes Mekke şehrine girmek üzere yürüdüler.

Eshab-ı kiram, Alemlerin efendisini ortalarına almışlardı. Kainatın sultanı, devesi Kusva üzerinde, binlerce yıldızın varlığını örten bir güneş gibi, etrafına nur saçıyordu. Aman ya Rabbi! O ne güzellik! O, ne ihtişamlı manzaraydı!..
Dillerde; "Lebbeyk! Allahümme Lebbeyk! Lebbeyk! La şerike leke Lebbeyk!.." sadaları, gönüllerde Allahü teâlâ ve Resulünün muhabbeti vardı.

Adım adım muazzam Kabe'ye doğru ilerliyorlardı. Yaklaştıkça heyecanları bir kat daha artıyor, adeta coşuyorlardı.

Hep bir ağızdan söylenen telbiye nidaları Mekke'yi dolduruyor, müşrikler, bu muhteşem manzarayı gördükçe içleri eriyor, gönüllerine ılık ılık bir muhabbet şerbetinin aktığını hissediyorlardı. Bir çoklarının kalbine, İslâm'ın sevgisi düşmüştü bile... Sonunda Muhammed aleyhisselam galip gelmişti...
" Acaba Sırf Dünya İçin mi Yaratılmışsın ki Bütün Vaktini Ona Sarf Ediyorsun "


Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez



Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i
:cici:

uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL

'''' Yaban Gulu ''''

Kullanıcı avatarı
cicek
Rep Gücü
Rep Gücü
Mesajlar: 1123
Kayıt: 15 Eyl 2008, 19:06
Konum: ( N L )
İletişim:

Re: Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar

Mesaj gönderen cicek » 19 Eyl 2008, 16:10

Sevgili Peygamberimizin sırdaşı

Huzeyfe bin Yemân hazretleri şöyle anlatıyor:

"Hendek savaşının en şiddetli safhaya ulaştığı bir sırada, bir gece yarısı Eshâb-ı kirâmdan bir grup olarak Resûlullahın yanında idik. Öyle bir gecede bulunuyorduk ki, ondan daha karanlık bir gece görmemiştik. Bu şiddetli karanlıkla birlikte gök gürültüsünü andıran korkunç bir rüzgâr da esmeye başlamıştı.

Ok ve taş atma

Bu sırada müşrik ordusu, telâşa kapılıp, kendi aralarında anlaşmazlığa düşmüşlerdi. Peygamber efendimiz bize onların bu hâlini haber verdi. Resûluluh efendimiz gece bir miktar namaz kıldıktan sonra yanıma geldi. Soğuktan ve açlıktan iki dizim üzerine çöküp büzülerek oturuyordum. Bana dokunarak buyurdu ki:

- Git şu kavim ne yapıyor bir bak! Yanıma dönüp gelinceye kadar onlara, ok ve taş atma. Mızrak ve kılıç vurma. Sen benim yanıma dönüp gelinceye kadar, ne soğuktan, ne sıcaktan zarar görmeyeceksin, esir edilip, işkenceye de uğramayacaksın.

Resûlullahın bu sözlerinden anladım ki, bana hiç bir zarar gelmeyecek. Kılıcımı yayımı aldım, gitmek üzere hazırlandım. Resûlullah efendimiz benim için duâ etti:

- Allahım, onu önünden, ardından, sağından, solundan, üstünden, altından koru!

Müşriklere doğru yürümeye başladım. Sanki hamamda yürüyor gibiydim. Vallahi içimde ne bir korku, ne bir üşüme, ne de bir ürperti vardı. Nihâyet müşriklerin ordugâhına vardım. Reisleri Ebû Süfyân ve diğerleri ateş yakmışlar, başında ısınıyorlardı. Ebû Süfyân daha o zaman Müslüman olmamıştı.

Hemen aklıma Ebû Süfyân'ı orada öldürmek geldi. Ok çantamdan bir ok çıkarıp, yayıma yerleştirdim. Ateşin ışığından faydalanarak onu vurmak istedim. Tam atacağım sırada Resûlullahın, "Benim yanıma dönüp gelinceye kadar bir hâdise çıkartmayacaksın" buyurduğunu hatırladım ve onu öldürmekten vazgeçtim.

Bundan sonra kendimde kuvvetli bir cesâret buldum. Müşriklerin yanına sokulup ateşin başına oturdum. Görülmemiş derecedeki şiddetli rüzgâr ve Alllahü teâlânın görülmeyen ordusu melekler, onlara yapacağını yapıyordu. Rüzgârda, kap kacakları devriliyor, ateşleri ve ışıkları sönüyor, çadırları başlarına yıkılıyordu. Bir ara müşrik ordusunun kumandanı Ebû Süfyân ayağa kalkıp dedi ki:

- İçinizde gözcüler ve casuslar bulunabilir, dikkat ediniz, herkes yanındakinin kim olduğuna baksın! Herkes yanında oturanın elini tutsun!

Durulacak yerde değilsiniz

Ebû Süfyân, aralarına bir yabancının girdiğini sezer gibi olmuştu. Hemen ellerimi uzatıp, sağımda ve solumda bulunan iki kişinin ellerinden tutup, onlardan, önce isimlerini sordum. Böylece tanınmamı engelledim. Nihayet Ebû Süfyân:

- Ey Kureyşliler, siz durulacak gibi bir yerde değilsiniz. Atlar, develer kırılmaya, ölmeye başladı. Kıtlık her tarafı sardı. Rüzgârdan, başımıza gelenleri görüyorsunuz. Hemen göç edip gidiniz. İşte ben gidiyorum, diyerek devesine bindi.

Müşrik ordusu perişan bir hâlde toplanıp, Mekke'ye doğru hareket etti. Rüzgârdan üzerlerine yağan taş ve çakıl sesini işitiyordum.

Müşrik ordusu çekip gidince, ben de Resûlullahın yanına döndüm. Yolun yarısına geldiğimde karşıma yirmi kadar beyaz sarıklı süvâri şeklinde melekler çıktı. Bana dedilir ki:

- Resûlullaha haber ver. Allahü teâlâ düşmanı perişan etti!

Resûlullahın yanına geldiğimde, bir kilim üzerinde namaz kılıyordu. Fakat ben döner dönmez, gitmeden önceki üşüme ve titreme hâlim tekrar başlamıştı.

Huzeyfe bin Yemân, Eshâb-ı kirâm arasında Peygamberimizin sırdaşı olmasıyla meşhurdur. Peygamberimiz ona, Eshâb-ı kirâm arasına karışarak kendilerini gizleyen ve böylece fitne çıkarmak isteyen münâfıkların kimler olduğunu tek tek bildirmiştir. Bundan başka vukû bulacak hâdiseleri de bildirmişti.

Eshâb-ı kirâm arasında çok sevilir ve ayrı bir itibar gösterilirdi. Çünkü o, Resûlullahın verdiği sırlarla dolu idi. Resûlullah gizli kalması lâzım olan bir çok şeyi, Hz. Huzeyfe'ye söyledi.

Lâzım olanı bildirdik

O ve Ebû Hüreyre buyurdular ki:

- Server-i âlem, âlemin yaratıldığı zamandan, yok olacağı güne kadar, olmuş ve olacak şeyleri bize bildirdi. Bunlardan bildirilmesi lâzım olanları size bildirdik. Lâzım olmayanları, sakladık, bildirmedik.

Hz. Huzeyfe, Peygamber efendimizin sağlığında Hendek'ten sonraki savaşların hepsine katıldı. Resûlullahın vefâtından sonra Hz. Ebû Bekir, onu ordu kumandanı ta'yîn etti. Dinden dönenlerle savaşmak üzere Umman'a gönderdi. Kendisine katılan İkrime ile birlikte Umman halkını tekrar İslâma döndürdü. Bundan sonra Umman'da, önce zekâtları toplamakla, sonra da vâli olarak vazîfelendirildi. Sonra da Mezopotamya taraflarında yapılan savaşlara katıldı. Irak'ın ve İran'ın fethinde bulundu.

Nihâvend savaşında Nu'man bin Mukarrin şehîd olunca, İslâm sancağını Huzeyfe eline alarak Hemedân, Rey ve Deynura'yı fethetmiştir. Cezîre'nin fethinde bulunarak, Nusaybin vâliliğine ta'yîn olundu.

Hz. Ömer yeni bir vâli ta'yîn ettiği zaman, oranın halkına mektup yazarak, "Yeni vâli, âdâletle hükmettiği müddetçe; siz de onun emirlerine uyunuz" derdi. Hz. Huzeyfe'ye verdiği mektupta ise şöyle yazdı:

"Ey Nusaybin halkı! Bu gönderdiğim vâlinin, bütün emirlerine uyun. Her isteğini yerine getirin."

Nusaybinliler, karşılamaya çıktılar. Onu gördükleri zaman; hayvanı üzerinde, bir parça kuru etle ekmek yiyordu. Selâmlaştılar. Sonra halîfenin emirnâmesini gösterdi. Onlar da dediler ki:

- Hz. Ömer'in emirleri, başımız üzerine! Sen de hoş geldin, safâ geldin. Lâkin, bizden isteklerin ne ise; şimdi söyle. Belki karşılıyamıyacağımız şeylerdir!

Yeni vâli tebessüm ederek şu cevabı verdi:

- Aranızda kaldığım müddetçe sizlerden; sâdece, kendimin ve hayvanımın yiyeceğini istiyorum. Başka hiçbir şey istemem.

Duâ eden kurtulur

O şehirde, epeyce müddet bulundu. Görevini, kusursuz yapmaya çalışıyordu. Bilhassa Cum'adan önce, Müslümanlara va'z ve nasîhat eylerdi. Bir defasında buyurdu ki:

- Ey Mü'minler! Fitne, önce kalblerde filizlenir. Su katılmamış şarap bile; fitne kadar, insan kalbini çelemez, bozamaz. Sizler, fitneye doğru gitmeyiniz. Allaha yemîn ederim ki fitne insanları; selin, çöpleri sürüklediği gibi sürükler götürür!..

- Yâ "Huzeyfe! Fitneden nasıl kurtulabiliriz?

- Duâ eden, kurtulur.

- Ne zaman duâ edelim?

- Namazdan sonra. Çünkü kulları, güzelce abdest alıp, namaza durdukları zaman; cenâb-ı Hak da namaz kılanlara yönelir. İşte o anlarda duâ ediniz! Fakat sizler; hayırlı kimseler olmak istiyorsanız; geçici olan dünya için âhireti terketmeyiniz!

Hz. Huzeyfe, Medâyin şehrinde uzun müddet vâlilik yaptı. Oranın halkı, onun idâresinden son derece memnun olup, kendisini çok sevmişlerdi. Nihayet bir akşam, Hz. Ömer'den haberci geldi. Artık, Huzeyfe'nin Medîne'ye dönmesini istiyordu...

Emir üzerine hazırlandı, helâllaştı, vedâlaştı ve yola çıktı. Dönüşünü bekleyenler arasında, halîfe de bulunuyordu. Az çok yaklaşınca, Halîfe dikkatle baktı. Gördü ki; Medâyin vâlisi gönderdiği gibi dönüyor! Bunca yıl sonra; aynı hayvan üzerinde, aynı sâde elbiseler içinde.

Yan yana geldiler ve selâmlaştılar, kucaklaştılar. Halîfe sevinçle:

- Sen, benim kardeşimsin. Ben de, senin kardeşinim, diyerek, hislerini belirtti.

Cenâzesini niçin kılmadın?

Hz. Ömer halîfeliği zamanında Huzeyfe'nin bir cenâzenin namazını kılmadığını görerek, ona sordu:

- Niçin cenâze namazını kılmadın?

Resûlullahın sırdaşı Hz. Huzeyfe dedi ki:

- Resûlullah efendimiz, bana o kişinin münâfık olduğunu açıklamıştı. Bunun için onun namazını kılmadım.

- Allahın Resûlü münâfıklar arasında Ömer'i de saydı mı yâ Huzeyfe?

- Hayır, yâ Ömer.

- Peki memurlarım arasında münâfık var mı?

- Sadece bir tane var. Ancak ismini söylemeye memur değilim.

Huzeyfe hazretleri, Hz. Ömer'in bütün ısrârına rağmen ismini söylememiştir. Sonra o münâfık Hz. Ömer tarafından uzaklaştırılmıştır.

Bundan sonra Hz. Ömer, Huzeyfe'nin gitmediği cenâzeye gitmemiştir. Çünkü onun gitmemesini, ölenin münâfık olduğuna işâret sayardı.

Birgün Hz. Ömer, huzurunda bulunan ba'zı Eshâb-ı kirâma sordu:

- Resûlullah efendimizin fitne hakkında olan sözü hatırında olan var mı?

İçlerinden Huzeyfe dedi ki:

- Ey mü'minlerin emîri! Peygamberimizin bu konudaki sözü aynıyla benim hatırımdadır buyurdu ki,

"Kişi ailesinden, malından, çocuklarından ve komşusundan dolayı fitneye düçâr olur. Böyle günâhlara oruç tutmak, namaz kılmak ve iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak keffâret olur."

- Maksadım o değil, deniz gibi dalgalanacak fitneyi soruyorum.

- Ey mü'minlerin emîri! Senin için endişelenecek bir şey yok. Senin zamanınla onun arasında bir kapalı kapı var.

Kapı kırılacak mı?

- Yâ Huzeyfe! Bu kapı kırılacak mı, yoksa açılacak mı?

- Ey mü'minlerin emîri! O kapı kırılacak.

Bu cevap üzerine Hz. Ömer:

- Desene ümmet-i Muhammed kıyâmete kadar bir araya gelemeyecek! diyerek üzüntüsünü dile getirdi.

Daha sonra Huzeyfe'ye o kapının ne olduğu sorulduğunda şu cevabı vermiştir:

- O kapı Hz. Ömer idi.

Hz. Ömer'in bunu bilip bilmediği sorulunca da:

- Akşam ve sabahın olacağını bildiği gibi biliyordu, cevabını vermiştir.

Nitekim daha sonra Hz. Ömer şehîd edilmiş, Hz. Osman devrinin sonlarında alevlenen fitne târih boyunca bitmemiştir.

Kötü zaman gelecek mi?

Hz. Huzeyfe şöyle anlatıyor:

Herkes Resûlullah efendimize hayırdan sorardı. Ben ise ileride hâsıl olacak fitnelerden sorardım. Çünkü bunların şerrine yakalanmaktan korkuyordum. Dedim ki:

- Yâ Resûlallah, biz, Müslüman olmadan önce kötü kimselerdik. Allahü teâlâ, senin şerefli vücudun ile İslâm ni'metini, iyiliklerini bizlere ihsân etti. Bu saâdet günlerinden sonra yine kötü zaman gelecek mi?

- Evet gelecek.

- Bu şerden sonra, hayırlı günler yine gelir mi?

- Evet gelir. Fakat o zaman bulanık olur.

- Bulanıklık ne demektir?

- Benim sünnetime uymıyan ve benim yolumu tutmayan kimseler ortaya çıkar. İbâdet de yaparlar. Günâh da işlerler.

Cehenneme çağıranlar

- Bu hayırlı zamandan sonra, yine şer olur mu?

- Evet, Cehennemin kapılarına çağıranlar olacaktır. Onları dinleyenleri Cehenneme atacaklardır.

- Yâ Resûlallah! Onlar nasıl kimselerdir?

- Onlar da bizim gibi insanlardır. Bizim gibi konuşurlar.

- Onların zamanlarına yetişirsem ne yapmamı emredersiniz?

- Müslümanların cemâ'atına ve hükümetine tâbi ol!

- Müslümanların hükümeti yoksa ne yapalım?

- Bir kenara çekil. Aralarına hiç karışma, ölünceye kadar yalnız yaşa.

Huzeyfe, Hz. Osman'ın halîfeliği sırasında Azerbaycan ve Ermenistan taraflarının fethine gönderildi. Buradaki hizmetlerinin yanında mühim bir hizmeti de, Kur'ân-ı kerîm nüshâlarının çoğaltılmasına sebep olmasıdır. Çünkü o, Azerbaycan ve Ermenistan tarafına gittiğinde,

Kur'ân-ı kerîmin değişik lehçelerle okunduğunu görerek, Kur'ân-ı kerîmin Kureyş lehçesi üzerine çoğaltılmasını Hz. Osman'a teklif etti. Bunun üzerine Hz. Osman, Kur'ân-ı kerîm nüshâlarını çoğaltıp; belli merkezlere gönderdi.

Hayatının çoğu savaşlarda geçen Huzeyfe bin Yemân, Hz. Osman şehîd edildiğinde Medîne'de bulunuyordu. Bu sırada yaşı oldukça ilerlemişti. Dördüncü halîfe Hz. Ali'nin, ilk günlerinde hastalandı. Artık iyice ihtiyarlamıştı. Müslümanlar akın akın ziyâret ediyorlardı.

Bir arkadaşına 300 dirhem vererek buyurdu ki:

- Bu parayla, kefen alıverin.

Desenli bir kumaş getirdiler. Onu görünce:

- Bu kefen değil, gömlek içindir. Kefen, boydan boya iki bez parçası olur, dedi.

Dost ânî geldi

Sonra da yavaş bir sesle buyurdu ki:

- Hem sizin arkadaşınız iyi bir Müslüman ise, cenâb-ı Hak; kabirde o kefeni, daha iyisiyle değiştirir. Kötü ise, daha kötü şeylere hazırlanmalıdır.

Hz. Ali'nin hilâfetinin 40. günü, 656 senesinde, Huzeyfe hazretleri de, sırlarıyla birlikte sevgili Peygamberimize kavuştu.

Hz. Huzeyfe ölüm döşeğinde yattığı vakit şöyle duâ etmiştir:

- Dost ânî bir baskınla geldi. Pişmanlık fayda vermez. Allahım, fakirlik ve hastalıktan hakkımda hayırlı olanı bana ver. Ölüm hakkımda yaşamaktan hayırlı ise, sana ulaşıncaya kadar ölüm yolunu bana kolaylaştır.
" Acaba Sırf Dünya İçin mi Yaratılmışsın ki Bütün Vaktini Ona Sarf Ediyorsun "


Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez



Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i
:cici:

uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL

'''' Yaban Gulu ''''

Kullanıcı avatarı
cicek
Rep Gücü
Rep Gücü
Mesajlar: 1123
Kayıt: 15 Eyl 2008, 19:06
Konum: ( N L )
İletişim:

Re: Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar

Mesaj gönderen cicek » 19 Eyl 2008, 16:11

Hz. Peygamber Tebük'te yirmi gün kadar kaldıktan sonra, ashab-ı kiramın ileri gelenleri ile istişare ederek geri dönmeye karar verdi. Çünkü Bizans ordusu saldırmaya cesaret edememiş ve amaca ulaşılmıştı. O gün için daha fazla ileri gidip kan dökmeye ihtiyaç yoktu. Çünkü Şam yöresini fetih gibi bir amaçla yola çıkılmamıştı. Üstelik Şam yöresinde bulaşıcı bir hastalık (tâun) olduğu da haber alınmıştı. Geri dönüş için yola çıkan ordu Ramazan'ın ilk günlerinde Medîne'ye ulaştı. Hz. Peygamber Tebük'e giderken Medine'ye bir saat uzaklıktaki Ziyevan köyüne geliniğinde münâfıklardan bir heyet gelerek: "Ey Allah'ın Resulu! Biz hastalar ve Kuba mescidine gelemeyenler için özellikle yağmurlu gecelerde namaz kılmak üzere bir mescid bina ettik. Teşrif edip burada namaz kıldırsanız, hayır ve bereketle dua buyursanız" dediler. Hz. Peygamber bunun dönüşte olabileceğini söylemişlerdi. Bunun üzerine Tebük dönüşü bu sözü Allah elçisine hatırlatıp yeni yapılan mescide gelmesini rica ettiler.

Bu mescid Ebû Âmir Fâsık adlı bozguncu münafık ve fasığın teşviki ile münafıklarca Kuba Mescidinin cemaatını bölmek niyetiyle yapılmış ve Hz. Peygamber'e suikast düzenlemek üzere içi silâhla doldurulmuştu. Hz. Peygamber bu mescide gitmeye hazırlanırken Cebrail (a.s) gelerek durumu haber verdi.

Kur'an-ı Kerîm'de bu mescidden şöyle söz edilir:

Zarar vermek, inkâr etmek, müminlerin arasını ayırmak ve daha önce Allah ve Resulune karşı savaşanlara gözetleme yeri hazırlamak üzere bir mescid yapanlar; "Biz sadece iyilik yapmak istiyorduk" diye yemin ederler. Allah da şahittir ki bunlar yalancıdırlar" (et-Tevbe, 9/107). "Ey Muhammed! Bu mescidde asla namaz kılma. Şüphesiz ki, başlangıcından itibaren takva üzere kurulan mescidde (Kuba mescidi) namaz kılman daha hayırlıdır. O mescidde kendilerini maddî ve manevi kirlerden temizlemeyi seven adamlar vardır. Allah temizlenmek isteyenleri sever" (et-Tevbe, 9/108; bk. 109, 110).

Bunun üzerine Hz. Peygamber ashab-ı kiramdan Mâlik b. Dehsan ile Ma'n b. Adiyy (r. anhümâ)'yi Mescid-i Dırar'ı yıkmak üzere gönderdi. Bu sahabeler mescidi yakıp yıktılar. Böylece kötü amaç için bina edilen bir mescid ortadan kaldırılmış oldu (bk. İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre, III, 71; İbn Sa'd, Tabakât, III, 540 vd; İbn Kesîr, Muhtasar Tefsîr, II, 169; Kâmil Miras, Tecrîd-i Sarih, X, 422).

Münafıklarca Medine'de inşa edilen mescit. Müslümanlara zarar verme amacıyla yapıldığı için Kur'an'da Mescid-i Dırâr olarak nitelenmiş ve daha sonra bu adla anılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.s), münafıkların amacını bildiren vahiy üzerine bu mesciti yaktırarak müslümanlar arasında fitne kaynağı olmasına izin vermemiştir.

Medine'de münafıklar, İslâm aleyhindeki faaliyetlerini açıkça ve rahatça yapamadıkları için İslâm devletinin takibinden kendilerini koruyacak, gizli çalışmalarını yürütmeye elverişli bir merkeze ihtiyaç duyuyorlardı. Aslen Medineli olduğu halde, Hz. Peygamber'in Medine'ye hicret etmesi üzerine İslâma ve Hz. Peygamber (s.a.s.)'e düşmanlığı ve hışmı dolayısıyla önce Mekke'ye daha sonra da Bizans ülkesine giden Ebû Âmir er-Râhib/el-Fâsık (Hz. Peygamber, onun er-Râhib lakabını el-Fâsık şeklinde değiştirmiştir) irtibatlı bulunduğu Medine'deki münafıklara mescit şeklinde bir merkez kurmaları tavsiye ve tahrikinde bulundu.

Bunun üzerine münafıklar, 9/630 senesinde Medine'de Sâlim b. Avf Oğullarının bölgesinde Kubâ Mescidi'ne yakın bir yerde sözde bir mescit inşa ettiler. Bundan sonra Hz. Peygamber'e müracaatla içlerinden yaşlıların ve özür sahiplerinin devamlı merkezdeki Medine Mescidi'ne gelemediklerini, bazen yağmurlu ve soğuk günlerde kendilerinin de cemaata katılamadıklarını, bu sebeple kendi bölgelerinde namazı cemaatla kılabilmek üzere bir mescit inşa ettiklerini belirterek, mescitlerine gelip namaz kıldırmasını ve böylece bu mescitin açılışını yaparak resmen tanınmasını istediler. Bu sırada Hz. Peygamber (s.a.s), Tebûk Gazvesi'nin hazırlıkları ile son derece meşguldu ve sefere çıkmak üzere idi. Bu sebeple kendisine müracaat edenlere, ancak seferden döndükten sonra mescitlerine gelebileceğini belirtti.

Fakat Hz. Peygamber (s.a.s), Tebük Seferinden dönerken Medine yakınlarında Tevbe Suresinin 107-110. ayetleri nazil oldu. Bu ayetlerde sözkonusu mescitin zarar verme (dırâr) inkar etme, Müslümanlar arasında ayrılık çıkarma, daha önce Allah ve Resulune karşı savaşanlara gözetleme yeri hazırlama amacıyla yapıldığı, münafıkların bu amaçlarını gizlemek için "Biz sadece iyilik yapmak istiyorduk" diye yemin ettikleri, buna rağmen yalancı oldukları belirtilerek şöyle buyuruluyordu: "Ey Nebi! Bu mescitte asla namaza durma. Şüphesiz ki başlangıcından itibaren takva üzere kurulan mescitte namaz kılman daha hayırlıdır. O mescitte kendilerini maddi ve manevi kirlerden temizlemeyi seven adamlar vardır. Allah kendisini temizleyenleri sever. Binasının temelini Allah'tan korkma ve rızasını kazanma esası üzerine kuran mı, yoksa binasını bir uçurumun kenarına kurupta onunla Cehennemin ateşine göçen mi daha hayırlıdır! Allah zalimler güruhunu doğru yola sevketmez. Yürekleri paramparça oluncaya kadar yaptıkları o mescit daima bir şüphe kaynağı olarak kalblerinde kalacaktır. Allah Alîm'dir, Hakîm'dir" (et-Tevbe, 9/107-110.

Münafıklar Dırâr Mescitini açmak için Hz. Peygamber (s.a.s)in seferden dönmesini bekliyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.s.), Medine'ye dönünce, gerçek mahiyeti konusunda bilgilendirildiği, yönlendirildiği Dırâr mescitini görevlendirdiği birkaç sahabe vasıtasıyla yaktırarak ortadan kaldırdı. Böylece münafıkların belli bir merkezde üslenerek faaliyette bulunmalarına fırsat vermedi. Dırar mescidinin yakılması, İslâm tarihinde bir ibadet mahalline yönelik ilk ve son eylemdir. Bu eylem İslam toplumunun birliğini bozmaya yönelik faaliyetlere hiç bir şekilde izin verilmeyeceğinin bir kanıtıdır. Bu olay ayrıca İslâm düşmanlarının haince amaçları için İslam'ın temel kurumlarını bile kullanmaktan çekinmeyecekleri konusunda Müslümanlara yapılan bir uyarı niteliği taşımaktadır.
" Acaba Sırf Dünya İçin mi Yaratılmışsın ki Bütün Vaktini Ona Sarf Ediyorsun "


Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez



Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i
:cici:

uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL

'''' Yaban Gulu ''''

Kullanıcı avatarı
cicek
Rep Gücü
Rep Gücü
Mesajlar: 1123
Kayıt: 15 Eyl 2008, 19:06
Konum: ( N L )
İletişim:

Re: Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar

Mesaj gönderen cicek » 19 Eyl 2008, 16:11

Hz. Peygamber (sas), Hz. Ali ve Hz. Fatıma arasında sevgi ve saygı bağlarını kuvvetlendirmekle kalmaz, onların arasını düzelterek hakemlik yapar. Sehl bin Sad Hz. Ali ile eşi Fatıma arasında geçen bir hadiseyi şöyle anlatır:

Rasulullah (sas), kızı Fatıma’nın evine geldi. Hz. Ali’yi evde bulamadı. Bunun üzerine Fatıma’ya “Amcamın oğlu nerede?” diye sordu. Hz. Fatıma (R.anha), “Aramızda birşey oldu da darıldık. Bundan dolayı dışarı çıktı ve gündüz uykusunu benim yanımda uyumadı” dedi. Rasulullah bir arkadaşından, Hz. Ali’yi bulmasını istedi. O adam gidip geldi ve “Ya Rasulallah, o mescitte uyuyor” dedi. Rasulullah gitti, baktı ki Ali yan tarafında yatmış, ridası bir yandan sıyrılmış, vücudu toprağa bulanmış haldeydi. Rasulullah, “Ey Eba Turab! Ey Eba Turab, kalk!” diye toprağı Ali’nin bedeninden silmeye başladı. Birlikte Hz. Ali’nin evine gittiler. Hz. Peygamber’in birkaç saat sonra neşeli çıktığını gördüler. Sahabeden birisi sebebini sorunca, “Nasıl sevinçli olmayayım, en yakınlarımı barıştırdım.” diye buyurdu.

Bu olayda Hz. Peygamber’in Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın arasını düzelttikten sonra kendisine iki cihanın en güzel nimetleri verilircesine sevinmesi evli çiftlerin arasını bulmanın hem manevi yönüne hem de psikolojik faydasına işaret etmektedir.

Aile büyüklerine düşen görev, çiftler arasında sevgi ve saygı bağını geliştirmektir. Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın evinde her zaman huzur ve sükunet hakimdi.
" Acaba Sırf Dünya İçin mi Yaratılmışsın ki Bütün Vaktini Ona Sarf Ediyorsun "


Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez



Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i
:cici:

uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL

'''' Yaban Gulu ''''

Kullanıcı avatarı
cicek
Rep Gücü
Rep Gücü
Mesajlar: 1123
Kayıt: 15 Eyl 2008, 19:06
Konum: ( N L )
İletişim:

Re: Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar

Mesaj gönderen cicek » 19 Eyl 2008, 16:11

Sevgili Peygamberimiz Beytullah'a girince, mübarek sağ omuzunu açtılar. Mübarek tenlerinin güzelliği gözleri alıyor, gönülleri cezbediyordu.

Sonra; "Bugün, şu şirk ehline, kendisini güçlü ve zinde gösterecek yiğitleri, Allahü teâlâ, rahmeti ile yarlıgasın!" buyurdular.

Bunun üzerine Eshab-ı kiram sağ omuzlarını açıp, heybetli bir şekilde hızlı hızlı yürüyerek Kabe'yi üç defa tavaf ettiler.

Ancak, Rükn-i Yemani ile Hacer-ül-esved köşesi arasında ağır ağır yürüdüler. Peygamber efendimiz ve Eshabı, hacer-ül-esved'e yaklaşıyor, onu öpüyorlar veya geriden ellerini açıp, Hacer-ül-esved'e karşı tutuyorlardı.

Müşrikler, gerilerden eshabı takip ediyor, onların bu heybetli ve gösterişli yürüyüşlerine şaşıyorlardı.

Çünkü onlara, Müslümanların Medine'ye gideliden beri zayıf ve hasta düştükleri anlatılmış ve buna benzer haberler yayılmıştı. Şimdi ise, tam tersi bir hale şahid oluyorlardı ve hayretleri artıyordu.

Geri kalan dört tavaf ise yavaş yavaş, ağır ağır adımlarla yapılarak tamamlandı. Tavaftan sonra Makam-ı İbrahim'de iki rekat namaz kıldılar.

Daha sonra Safa ile Merve tepeleri arasında yedikere sa'y yaptılar. Kurbanlar kesildikten sonra, Peygamber efendimiz mübarek başını kazıttılar.

Mübarek saçları havada kapışılmıştı. Eshab-ı kiram da tıraş oldular. Böylece Resul-i ekrem sallalahü aleyhi ve sellem efendimizin tam bir bir sene önce gördüğü rüya gerçekleşti.

Umre ziyareti tamamlanmış, öğle vakti girmişti. Alemlerin efendisi, hazret-i Bilal'e, Kabe'de ezan okumasını emredince, Bilal-i Habeşi derhal emri yerine getirdi.

O, Kabe'de ezan-ı şerifi okurken, bütün Mekke çalkalanmaya başladı. Eshab-ı kiram, büyük bir huşu içinde ezanı dinliyor, hafif bir sesle onu tekrar ediyorlardı.

Bitince, Habibullah efendimiz imam oldular. Hep birlikte kılınan öğle namazının, müşriklerin kalbindeki te'siri bir başka idi.

Sevgili Peygamberimize, Ebtah'da deriden bir çadır kurulmuştu. Sahabiler de etrafındaki çadırlarda üç gün ikamet ettiler. Namaz vakitlerinde Beytullah'da toplanıyor, cemaatle namazlarını kılıyorlardı.

Diğer vakitlerde akrabalarını ziyaret ediyorlar, İslâm'ın, kendilerine bahşettiği güzel ahlak ile onlara örnek oluyorlardı.

Onlar da, Eshabın bu güzel halleri karşısında adeta eriyorlar, hayranlıklarını gizliyemiyorlardı. Bu üç gün zarfında, Mekke sanki içten fethedilmişti.

Üç gün dolmuştu... Artık ayrılık zamanı gelmişti. Akşama doğru Peygamber efendimiz; "Umre için gelen Müslümanlardan hiçbir kimse, akşamı Mekke'de geçirmeyecek, yola çıkacaktır!" buyurdu.

Herkes derlenip toparlandı ve Medine'ye doğru yola çıkıldı...
" Acaba Sırf Dünya İçin mi Yaratılmışsın ki Bütün Vaktini Ona Sarf Ediyorsun "


Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez



Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i
:cici:

uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL

'''' Yaban Gulu ''''

Kullanıcı avatarı
cicek
Rep Gücü
Rep Gücü
Mesajlar: 1123
Kayıt: 15 Eyl 2008, 19:06
Konum: ( N L )
İletişim:

Re: Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar

Mesaj gönderen cicek » 19 Eyl 2008, 16:11

Sevgili Peygamberimiz ve şanlı Eshabı, bellerinde kılıçları olduğu halde yıllar sonra Kabe-i muazzamaya giriyorlardı... Peygamber efendimizin devesi Kusva'nın yularını Abdullan bin Revaha hazretleri tutarak ilerliyordu.

Mekkeli bazı müşrikler, kadınları ve çocukları Dar-ün-Nedve'de dizilmişler, sevgili Peygamberimizi ve kahraman Eshabını seyrediyorlardı. Abdullah bin Revaha ilerledikçe, şu beytleri müşriklerin başına bir balyoz gibi vuruyor, ta gönüllerine kadar indiriyordu.

Ey kafirler çekilin, Peygamberin yolundan,
Ki, Allahü teâlâ, O'na gönderdi Kur'an.

Her hayır ve iyilik vardır O'nun dininde,
Bu din için ölmekdir, en hayırlı ölüm de.

Gerçek Resulullah'dır, kabul ettim yürekten,
Her sözüne inandım, kabul ettim şimdi ben.

Ey kafirler! Kur'an'ın, Allahü teâlâdan,
İndiğini siz inkar eylediğiniz zaman,

Nasıl indirdik ise, darbeleri aniden,
Ve nasıl ayırdıksa, başınızı gövdeden.

Onun manasına da, inanmazsanız eğer,
İner aynı şekilde başınıza darbeler.

Başlarım O Allah'ın, mübarek ismiyle ki,
Yoktur O'nun dininden, başka din-i hakiki.

Ve yine başlarım ki, ismiyle O Allah'ın,
Muhammed hem kulu ve hem resulüdür O'nun.

Hazret-i Ömer dayanamayıp; "Ey İbn-i Revaha! Sen, Resulullah'ın önünde ve Harem-i şerifde nasıl şiir okuyabiliyorsun?" diye ikaz ettti.

Fakat Peygamber efendimiz müdahale etti:

"Ya Ömer! Ona mani olma. Allahü teâlâya yemin ederim ki, onun sözleri, bu Kureyş müşriklerine ok yağdırmaktan daha çabuk, daha çok te'sirlidir. Ey İbn-i Revaha devam et!"

Peygamber efendimiz biraz sonra Abdullah bin Revaha hazretlerine;
"Allahü teâlâdan başka ilah yoktur! Bir olan O'dur. Vadini gerçekleştiren O'dur! Bu kuluna yardım eden O'dur! Askerlerini güçlendiren O'dur! Toplanmış olan kabileleri, bozguna uğratan da yalnız O'dur" de!" buyurdu. Abdullah bin Revaha da;

"Allahü teâlâdan başka yoktur, bir ilah!
Yoktur O'nun şeriki, La ilahe illallah!

O'dur Müslümanların, askerine güç veren!
Ve O'dur kafirleri, dağıtan, mağlub eden!"

diye söylemeye başladı. Müslümanlar da bu sözleri tekrar ediyorlardı.
" Acaba Sırf Dünya İçin mi Yaratılmışsın ki Bütün Vaktini Ona Sarf Ediyorsun "


Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez



Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i
:cici:

uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL

'''' Yaban Gulu ''''

Kullanıcı avatarı
cicek
Rep Gücü
Rep Gücü
Mesajlar: 1123
Kayıt: 15 Eyl 2008, 19:06
Konum: ( N L )
İletişim:

Re: Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar

Mesaj gönderen cicek » 19 Eyl 2008, 16:11

Alemlere rahmet olarak gönderilen habib-i ekrem efendimiz Mekke'ye umre için gittiklerinde, eshabından Velid bin Velid hazretlerine;

"Halid nerelerde? Onun gibi birinin İslâmiyet'i tanımaması, bilmemesi olamaz. Keşke o, bütün gayret ve kahramanlıklarını Müslümanların yanında, müşriklere karşı gösterseydi ne kadar hayırlı olurdu. Kendisini sever, üstün tutardık" buyurmuştu.

Velid bin Velid , daha önce de ağabeyine zaman zaman mektup yazar, Müslüman olmasını teşvik ederdi. Peygamber efendimizin bu mübarek sözlerini de ulaştırınca, Halid bin Velid'in İslâmiyet'e olan meyli gittikçe fazlalaştı.
Umre ziyaretini yapan sahabiler, Medine'ye dönmüşlerdi. Aradan günler geçmiş, hicretin sekizinci yılına girilmişti. Halid bin Velid ise, artık yerinde duramıyor, bir an önce Medine'ye ulaşmak, Alemlerin efendisinin huzurunda diz çöküp, Müslüman olmakla şereflenmek için yanıp tutuşuyordu. Kendisi şöyle anlatmıştır:

Allahü teâlâ bana Peygamber efendimizin muhabbetini ihsan etti. Kalbime İslâm'ın sevgisini yerleştirdi. Hayrı ve şerri ayıracak hale getirdi. Kendi kendime; "Ben, Muhammed aleyhisselama karşı bütün savaşlarda bulundum. Ama her savaş yerini terk ederken, bozuk ve yanlış bir hal üzere olduğumu ve O'nun bir gün mutlaka bize galib geleceğini biliyor ve bu hislerle ayrılıyordum.

Resulullah efendimiz, Hudeybiye'ye geldiği zaman da, düşman süvarilerinin komutanı idim. Usfan'da onlara yaklaşıp gözüktüm. Resulullah, bizden emin bir şekilde, Eshabına öğle namazını kıldırıyordu. Üzerlerine ani baskın yapmak istedik, ama mümkün olmadı.

Böyle olması da hayırlı oldu. Resulullah, kalbimizden geçenleri anlamış olmalı ki, ikindi namazını temkinli kıldılar. Bu durum bana çok te'sir etti. Bu zat her halde, Allah tarafından korunuyor olmalı dedim. Birbimizden ayrıldık.
Ben, çeşitli düşünceler içindeyken Muhammed aleyhisselam umre için Mekke'ye gelince, O'na görünmedim. Kardeşim Velid'le birlikte gelmişler ve beni bulamamışlardı. Kardeşim şöyle bir mektup bırakmıştı:

"Bismillalirrahmanirrahim! Allahü teâlâya hamd ü sena ve Resulullah'a salatü selamdan sonra derim ki, hakikaten ben, senin İslâmiyet'ten yüz çevirip gitmen kadar şaşılacak bir şey bilmiyorum. Halbuki, gittiğin yolun yanlış olduğunu anlamaktan aciz değilsin. Niye aklını kullanmıyorsun? İslâmiyet gibi bir dini tanıyıp anlayamaman ne kadar tuhaf! Peygamber efendimiz, bana seni sordu. Senin, İslâmiyet'i tanıyıp, gayret ve kahramanlığını Müslümanların arasında, müşriklere karşı kullanmanı arzu ediyorlar. Ey kardeşim! Çok fırsatları kaçırdın; artık daha fazla gecikme!"

Kardeşimin mektubu bana ulaşınca, Müslüman olma arzusu bende çok kuvvetlendi. Gitmek için acele ediyordum. Resulullah'ın söyledikleri beni çok sevindirmişti. O gece uyurken, rüyamda sıkıntılı, dar ve çöl gibi susuz yerlerden, yemyeşil, geniş ve ferah bir yere çıkmıştım. Medine'ye varınca, bu rüyamı hazret-i Ebu Bekir'e anlatıp, tabirini ondan sormaya karar verdim.
"Acaba, oraya giderken bana kim arkadaş olabilir?" diye düşünüyordum. O sıra Safvan bin Ümeyye'ye rastladım. Vaziyeti ona anlattım. Teklifimi reddetti.

Daha sonra İkrime bin Ebu Cehl'e rastladım. O da reddedince evime gittim. Hayvanıma binip, Osman bin Talha'nın yanına vardım. Ona da Müslüman olmak üzere, Resulullah'a gideceğimi ve bana arkadaşlık yapmasını söyledim. Tereddütsüz kabul etti ve ertesi günü seher vakti birlikte yola çıktık.

Hadde denilen yere vardığımızda, Amr bin As ile karşılaştık. O da Müslüman olmak için Medine'ye gidiyordu. Medine'ye vardık. Elbisemin en güzelini giyip, Resulullah efendimizle görüşmeye hazırlandım. O sırada kardeşim Velid geldi ve; "Acele et. Çünkü Peygamber efendimize sizin geldiğiniz haber verilmiş, O da çok sevinmiş, şimdi sizi bekliyor" dedi.

Acele ile, O yüce peygamberin huzuruna vardım. Gülümsüyordu. Selam verdim; "Allahü teâlâdan başka ilah olmadığına ve senin de Allahü teâlânın peygamberi olduğuna şehadet ediyorum" dedim. "Seni hidayete erdiren, doğru yolu gösteren Allahü teâlâya hamd olsun" buyurdu. Sonra günahlarımın affı için Allahü teâlâya dua etmesini istedim. Benim için dua etti ve; "İslâmiyet, kendisinden önce işlenmiş olan günahları kesip atar" buyurdu.
Diğer iki arkadaşım da Müslüman oldular.

Böylece, Mekke'nin en bahadırlarından, gözünü budaktan esirgemeyen, gayeleri uğrunda canlarını vermekten zerre kadar çekinmeyen bu üç pehlivan, gönüllerinden coşan bir samimiyetle Resul-i ekrem efendimizin huzurunda Eshab-ı kiramdan olmakla şereflenmişlerdi.

Artık, bütün güçleriyle küfrü yok etmek için çalışacaklardı. Onların Müslüman olmasına, sahabiler çok sevinmişler, sevinçlerini; "Allahü ekber!" diye tekbirlerle açığa vurmuşlardı.

* * *
Hicretin sekizinci yılında, alemlere rahmet olan Server-i kainat efendimiz, İslâmiyet'in yayılması için yine çeşitli kabilelere, devletlere elçiler gönderdiler.
Bunların bazılarından müsbet neticeler gelmiş, fakat Busra vailisine gönderilen Haris bin Ümeyr hazretleri, Şam'ın Belka nahiyesinin Mute köyünde hıristiyan askerleri tarafından tutuklanmıştı. Şam valisi Şürahbil bin Amr'ın yanına götürülen hazret-i Haris, elçi olduğu halde, alçakça katledilip, şehid edilmişti.
Bu habere sevgili Peygamberimiz çok üzülmüşler ve derhal kahraman Eshabının toplanmasını emir buyurmuşlardı. Bu emri alan Sahabiler, çocuklarıyla helallaşıp acele Cürf ordugahında toplandılar

Habib-i ekrem efendimiz öğle namazını kıldırdıktan sonra;
"Cihada çıkacak olan şu insanlara, Zeyd bin Harise'yi kumandan tayin ettim! Zeyd bin Harise şehid olursa, yerine Ca'fer bin Ebi Talib geçsin. Ca'fer bin Ebi Talib şehid olursa, Abdullah bin Revaha geçsin. Abdullah bin Revaha da şehid olursa, Müslümanlar aralarında münasib birini seçsin ve onu kendilerine kumandan yapsın!" buyurdu.

Bunun üzerine Eshab-ı kiram, isimleri sayılan kahramanların şehid olacağını anlayarak ağlamaya başladılar; "Ya Resulallah! Keşke sağ kalsalar da kendilerinden istifade etseydik!.." dediler. Peygamber efendimiz onlara cevap vermeyip sustular.
" Acaba Sırf Dünya İçin mi Yaratılmışsın ki Bütün Vaktini Ona Sarf Ediyorsun "


Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez



Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i
:cici:

uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL

'''' Yaban Gulu ''''

Kullanıcı avatarı
cicek
Rep Gücü
Rep Gücü
Mesajlar: 1123
Kayıt: 15 Eyl 2008, 19:06
Konum: ( N L )
İletişim:

Re: Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar

Mesaj gönderen cicek » 19 Eyl 2008, 16:12

Mute savaşı için yola çıkan ordu, düşman ordusunun çokluğu karşısında nasıl hareket edecekleri konusunda tereddüte düştüler. Ne yapacaklarını konuşurlarken Adullah bir Revaha'nın sesi yükseldi:

"Ey Kavmim! Ne sebepten, tereddüt edersiniz?
Şehid olmak kasdiyle, cenge gelmedik mi biz?

Silahca, süvarice, çokluk olduğumuzdan,
Dolayı savaşmadık, kafirlerle hiçbir an.

Allahü teâlânın, bize ihsan ettiği,
Şu din kuvveti ile, savaştık aslan gibi.

Gidiniz, çarpışınız, muhakkak iyilik var,
Bu işin neticesi, ya şehadet ya zafer.

Bedir günü vallahi, vardı iki atımız,
Uhud'da tek at ile, pek azdı silahımız.

Bu cenkte galip gelmek, varsa eğer kaderde,
Zaten böyle vadetti, Allah ve Peygamber de.

Hak teâlâ vadinden, dönmez asla geriye,
Ey mü'minler öyleyse, yürüyün ileriye.

Şehidlik varsa eğer, bizim kaderimizde,
Kavuşuruz Cennet'te, şehid kardeşimize"

Hazret-i Abdullah bin Revaha'nın bu sözleri, mücahidleri cesaretlendirmişti. "Vallahi Revaha'nın oğlu, doğru söylüyor" dediler.

Artık karar alınmıştı. Şehid oluncaya kadar harbe devam edeceklerdi. Şanlı sahabiler, Mute isimli köye geldiklerinde, yüz bin kişilik Rum ordusuyla karşılaştılar.

Dağ taş düşman askeri ile dolmuştu. Bir tarafta, Allahü teâlânın dinini yaymak için ta Medine'den kalkıp şam'a kadar gelen üç bin kişilik bir İslâm ordusu; öte yanda, İslâm'ı boğmak için toplanan yüz bin kişilik bir kafir sürüsü bulunuyordu...

Görünüşte, mukayese kabul etmez bir kuvvet dengesizliği vardı. Buna göre, bir Müslümanın otuzdan fazla Rum ile çarpışması icabediyordu.

Her iki taraf da harp düzenine girdiler. Bu sırada, Peygamber efendimizin emri gereği, İslâm ordusundan bir hey'etin, Rum ordugahına doğru ilerlediği görüldü.

Bunlar Rum ordugahına varıp, İslâm'a gelmelerini, yoksa cizye vermelerini teklif ettiler. Fakat onlar, bu daveti reddettiler. Artık kaybedilecek zaman yoktu. Kumandan Zeyd bin Harise hazretleri, elinde mukaddes İslâm sancağı olduğu halde, ordusuna hücum emrini verdi.
" Acaba Sırf Dünya İçin mi Yaratılmışsın ki Bütün Vaktini Ona Sarf Ediyorsun "


Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez



Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i
:cici:

uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL

'''' Yaban Gulu ''''

Cevapla

“Dini Konular / Dini Hikayeler” sayfasına dön

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 18 misafir