Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar

Kullanıcı avatarı
cicek
Rep Gücü
Rep Gücü
Mesajlar: 1123
Kayıt: 15 Eyl 2008, 19:06
Konum: ( N L )
İletişim:

Re: Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar

Mesaj gönderen cicek » 19 Eyl 2008, 16:07

İran hükümdarına, Hz. Abdullah bin Huzafe gönderilmişti. Hazret-i Abdullah, kibirli İran Kisrası'na (şahına), Alemlerin efendisinin kıymetli mektubunu sunduğunda, okuması için katibine verdi.

"Bismillahirrahmanirrahim!

Allahü teâlânın resulü Muhammed'den Farsların büyüğü Kisra'ya..."

Katip, buraya kadar okumuştu ki, kibirli Şah'ın kan beynine sıçradı, öfkelendi ve mektubu alıp yırttı. Mektuba, Peygamber efendimizin kendi ism-i şerifi ile başlamış olmasına son derece hiddetlenmişti.

İslâm elçisi Abdullah bin Huzafe hazretlerini de huzurundan kovmak istediğinde, hazret-i Abdullah, Kisra ve yanında toplanmış bulunan ateşperestlere şöyle dedi:

"Ey Acem halkı! Siz, peygamberlere inanmıyor, kitapları kabul etmiyorsunuz. Üzerinde yaşadığınız şu topraklarda sayılı günlerinizi geçiriyor, bir düş hayatı yaşıyorsunuz!..

Ey kisra! Senden önce nice hükümdarlar, bu tahta oturup hüküm sürdüler. Allahü teâlânın emirlerini yapanlar,ahıretlerini kazanmış olarak,yapmayanlar da ilahi azaba uğramış bir halde bu dünyadan göç ettiler.

Ey Kisra! Getirip takdim ettiğim, bu mektup, aslında senin için büyük bir devlet idi. Bunu küçümsedin. Allahü teâlâya yemin ederim ki, o küçümsediğin din, buraya gelince kaçacak yer arayacaksın!.."

Sonra Kisra'nın sarayını terkedip hayvanına bindi. Sür'atle oradan uzaklaştı. Medine'ye gelip durumu Kainatın sultanına anlattığında; "Allah'ım! O, benim mektubumu nasıl parçaladı ise, sen de onu ve onun mülkünü parçala!.." buyurdular.

Allahü teâlâ, Resulünün duasını kabul etmiş, Kisra oğlu tarafından bir gece hançerlenerek parça parça edilmişti. Hazret-i Ömer zamanında da bütün İran toprakları zaptedilerek Müslümanların eline geçti.

Şüca' bin Vehb hazretleri de, Gassan hükümdarı Haris bin Ebi Şimr'e gönderilmişti. Şüca' , önce hükümdarın kapıcısı ile görüştü. Onu, İslâm'a davet edince kabul edip, Resulullah efendimize hürmet ve selamlarını arz etti.
Hiç bekletmeden hazret-i Şüca'ı hükümdarla görüştürdü. Haris bin Ebi Şimr, mektubu okuyunca, öfkelenip yere attı. Hazret-i Şüca', derhal Medine-i münevvereye dönüp, durumu Allahü teâlânın Sevgilisine haber verdi.

Sevgili Peygamberimiz, mektubunun yere atılmasına üzüldüler ve; "Saltanatı yok olsun!" buyurdular. Kısa bir süre sonra, Haris bin Ebi Şimr ölüp devleti parçalandı.

Salit bin Amr, Yemame hükümdarı Hevze bin Ali'ye gönderilmişti. Hevze, hıristiyandı. Peygamber efendimiz, mektubunda şöyle buyuruyordu:
"Bismillahirrahmanirrahim!

Allahü teâlânın Resulü Muhamed'den, Hevze bin Ali'ye!

Hidayete eren, doğru yola kavuşanlara selam olsun! (Ey Hevze!) Bilesin ki, İslâmiyet, develerin ve atların gidebileceği en uzak yerlere kadar yayılacak, bütün dinlere galip gelecektir. Sen de İslâm'ı kabul et ki, selamet bulasın. Müslüman olursan, hakimiyetin altında bulunan yerlerin idaresini yine sana bırakırım..."

Yemame hükümdarı Hevze, bu mübarek daveti kabul etmekten kaçındı. Saltanat sevdası, makam hırsı gözünü bürümüştü. Bu yüzden Kainatın sultanının duasına kavuşmak gibi, yüce bir devletten mahrum kaldı. İslâm elçisi merhamet edip; "Ey Yemame hükümdarı olan Hevze! Sen, bu kavmin büyüğüsün! Senin büyük zannettiğin kayserler, ölüp toprak olmuşlardır.
Hakiki büyükler ise, Allahü teâlânın emirlerini yapıp, yasaklarından kaçınarak, Cennet'i hak eden kimselerdir. Bir topluluk, iman etmekle şereflenmiş ise, onları kendi bozuk inanışınla, doğru yollarından saptırmaktan sakın!..
Doğrusu ben, sana Allahü teâlânın emirlerini yapmanı, yasaklarından sakınmanı tavsiye ederim. Allahü teâlâya iman edip, emirlerini yaparsan Cennet'e girersin. Şeytana uyarsan Cehennem'de kalırsın.

Eğer bu nasihatlerimi kabul edersen, korktuklarından emin olur, umduklarına kavuşursun. Şayet nasihatlerimi reddedersen, artık size yapacağım bir şey kalmamıştır. Gerisini sen düşün!.." dedi.

Böylece, altı İslâm elçisi vazifelerini yapmış, zamanın büyük devletlerine İslâmiyet'in varlığını duyurmuşlardı. Onlara hakiki saadeti haber vermişler, kıyamet gününde; "Biz duymamıştık" sözlerine yer bırakmamışlardı.
" Acaba Sırf Dünya İçin mi Yaratılmışsın ki Bütün Vaktini Ona Sarf Ediyorsun "


Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez



Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i
:cici:

uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL

'''' Yaban Gulu ''''

Kullanıcı avatarı
cicek
Rep Gücü
Rep Gücü
Mesajlar: 1123
Kayıt: 15 Eyl 2008, 19:06
Konum: ( N L )
İletişim:

Re: Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar

Mesaj gönderen cicek » 19 Eyl 2008, 16:07

Medine'de, görünüşte Müslüman, hakikatte münafık olan Yahudiler bulunurdu. Bunların içlerinde sihir yapmakta meşhur, münafık Lebid bin A'sam isminde biri vardı. Yahudiler ona altın vererek; "Muhammed'in, kavmimizi Medine'den sürüp çıkardığını ve erkeklerimizi nasıl öldürdüğünü bilirsin. O'na sihir yapıp cezalandırmanı istiyoruz!" dediler.

O da bunu kabul edip, sevgili Peygamberimizin mübarek saçlarından ve tarağının dişlerinden elde etmeye çalıştı. Bu arzusunu, Resulullah efendimizin hizmetinde çalışan bir Yahudi çocuğu ile gerçekleştirdi.

Lebid, Peygamber efendimizin mübarek saçlarına ve tarak dişlerine bir ip ile on bir düğüm bağlayıp, üfledi. Kuyuda bir taşın altına bastırıp bıraktı. Bundan sonra, Peygamber efendimizin sağlığı bozuldu.

Hastalanıp yatağa düştüler ve günlerce kalkamadılar. Eshab-ı kiram, sık sık ziyarete gelip, her geçen gün rahatsızlığın şiddetlendiğini gördükçe; ciğerleri dağlanır, gözlerinden yaş yerine kan dökerlerdi. Münafıklar ise, sevinçlerinden bayram yaparlardı.

Nihayet bir gün Peygamber efendimiz, hazret-i Aişe validemize buyurdu ki: "Ey Aişe! Bilir misin? Allahü teâlâ, bana şifam olan şeyi bildirdi ki, bana iki kişi (Cebrail ve Mikail) gelip biri baş ucumda, öbürü de ayak ucumda oturdu.
Ve biri öbürüne; "Bu zatın hastalığı nedir?" diye sordu. O da; "Sihir yapılmıştır" diye cevap verdi. "Kim sihir yapmıştır?" diye sorduğunda da, öbür melek; "Lebid bin A'sam" diye cevap verdi.

Sonra; "Bu sihir ne ile yapılmıştır?" diye sordu. O da; "Bir tarakla saç döküntüsüne ve bir de erkek hurma tomurcuğunun içine" diye cevap verdi. "O nerededir?" sualine de; "Zervan kuyusunda" diye cevap verdi."
Zervan, Medine'de Beni Züreyk kabilesinin bahçesinde bulunan bir kuyu idi. Resul-i ekrem efendimiz, o kuyuya hazret-i Ali, Zübeyr, Talha ve Ammar'ı gönderdi. Kuyunun suyunu çekip, dibindeki taşı kaldırdılar. Altından on bir düğüm ile düğümlenmiş bir iplik buldular. Alıp, sevgili Peygamberimize getirdiler.

Bir hayli uğraşmalarına rağmen düğümleri çözemediler. Cebrail aleyhisselam gelip, Felak ve Nas surelerini getirdi. Resulullah efendimiz bu sureleri yani toplam onbir ayet-i kerimeden her birini okudukça, düğümün biri çözüldü. Düğümler bitince, Kainatın efendisi rahata ve sıhhate kavuştular.

Lebid Yahudisi yakalanıp, Resulullah efendimizin huzuruna getirildi. Peygamber efendimiz, ona; "Allahü teâlâ, bana, yaptığın sihri haber vererek yerini gösterdi. Sen, bunu niçin yaptın?" buyurduklarında, "Altına olan muhabbetim!.." diye cevap verdi.

Eshab-ı kiramdan bazıları; "Ya Resulallah! İzin verirsen, şu Yahudinin boynunu vuralım!" dediklerinde, şahsı için hiç kimseye ceza vermeyen sevgili Peygmaberimiz;

"Onun, sonunda göreceği ilahi azab, daha şiddetlidir" buyurarak, öldürülmesine izin vermediler.
" Acaba Sırf Dünya İçin mi Yaratılmışsın ki Bütün Vaktini Ona Sarf Ediyorsun "


Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez



Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i
:cici:

uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL

'''' Yaban Gulu ''''

Kullanıcı avatarı
cicek
Rep Gücü
Rep Gücü
Mesajlar: 1123
Kayıt: 15 Eyl 2008, 19:06
Konum: ( N L )
İletişim:

Re: Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar

Mesaj gönderen cicek » 19 Eyl 2008, 16:08

Yahudiler, Medine'den sürülünce, Arabistan'ın kuzey taraflarına gitmişlerdi. Bunlardan bir kısmı, Hayber'de kalıp yerleştiler. Bir kısmı ise kuzeyde bulunan Şam'a gittiler.

Resulullah efendimize suikast tertip etmeleri sebebiyle yurtlarından çıkarılmışlardı. Fakat Müslümanlara karşı içlerindeki kin, hırs ve intikam duyguları hiçbir zaman sönmedi.

Hatta günden güne şiddetlendi. Bir an önce kainatın sultanı olan Allahü teâlânın Habibinin hayatına son vermek, din-i İslâm'ı ortadan kaldırmak istiyorlardı.

İleri gelenlerinden bazıları; "Gatafanlılara gidip yardım isteyelim, Müslümanlara karşı onlarla birlikte çarpışalım!" dediler. Bazıları da; "Fedek, Teyma ve Vad-il-Kura Yahudilerini de yardıma çağırıp, Müslümanlar bizim üzerimize saldırmadan, biz onların şehrine hücum edelim, olmuş olacak bütün intikamımızı alalım!.." dediler.

Hayber Yahudileri bu sözü kabul edip, çevredeki Yahudi kabilelerini ve Gatafanlıları yardıma çağırdılar. Sadece Gatafanlılardan çok sayıda seçme savaşçı gelip, Hayber'de hazırlıklara başladı.

Onlar bu hazırlıkları yaparken, Alemlerin efendisi Yahudilerin durumlarından haberdar oldu. Abdullah bin Revaha hazretlerinin yanına üç sahabi verip, derhal Hayber'de olup bitenleri öğrenmek üzere gönderdi.

Abdullah bin Revaha ve üç arkadaşı sür'atle Hayber'e geldiler. Burası, sekiz muhkem kalesi, verimli arazileri, bol mikdarda bağ ve bahçeleri bulunan zengin bir şehirdi.

Hazret-i Abdullah, arkadaşlarından birini Şıkk, birini Ketibe, diğerini Natat kalesine gönderdi. Kendisi de başka bir kaleye girip, üç gün Yahudilerin durumlarını, harbe hazırlıklarını yakından incelediler. Üç günden sonra buluşma yerinde birleşip, sür'atle Medine'ye varıp, yaptıkları hazırlıkları Peygamber efendimize tek tek anlattılar.

Sevgili Peygamberimiz, Eshabının acele hazırlanmasını emretti. Yahudilerin, Medine-i münevvereye saldırmalarını önlemek için, Hayber üzerine gitmeye karar verdiler.

Bu kararı duyan Medine'de bulunan Yahudiler telaşa düştüler. Müslümanların maneviyatlarını bozmak için; "Yemin ederiz ki, eğer siz, hayber'deki kaleleri, oraya birikmiş yiğit savaşçıları görmüş olsaydınız, hiçbir zaman oraya adım atmazdınız!.. Dağların tepesindeki yüksek burçlu kaleleri, zırhlı yiğitler korumaktadır. Çevreden binlerce asker onlara yardıma gelmişlerdir!.. Sizin, Hayber'i fethetmeniz mümkün müdür?!..." diyorlardı.

Bunlara karşı kahraman sahabibler; "Allahü teâlâ, Habibine, Hayber'i fethedeceğini vad buyurmuştur" diyerek, Yahudilerden hiçbir zaman korkmayacaklarını belirtiyorlardı. Eshabın bu kararlı hali, Yahudileri daha çok üzüyor, endişeye düşürüyordu.

Münafıkların başı Abdullah bin Übeyy; "Muhammed, az bir kuvvetle üzerinize geliyor. Korkacak bir durum yok, fakat tedbirli olup, mallarınızı kalelerinize doldurun. Onları, kaleden çıkarak karşılayın!" diyerek, Hayber'e acele haber gönderdi.
" Acaba Sırf Dünya İçin mi Yaratılmışsın ki Bütün Vaktini Ona Sarf Ediyorsun "


Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez



Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i
:cici:

uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL

'''' Yaban Gulu ''''

Kullanıcı avatarı
cicek
Rep Gücü
Rep Gücü
Mesajlar: 1123
Kayıt: 15 Eyl 2008, 19:06
Konum: ( N L )
İletişim:

Re: Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar

Mesaj gönderen cicek » 19 Eyl 2008, 16:08

Eshab-ı kiram Hayber'i fetih hazırlarını tamamladı, evdekilerle helallaşıp, Peygamber efendimizin etrafında toplandı. İki yüz süvari ve bin dört yüz piyade olmuşlardı.

Allahü teâlânın dinini yaymak, cihad etmek ve şehidlik mertebesine kavuşmak için sevgili Peygamberlerinin emrine hazır oldular. Bu sırada bazı kadınların, harpde, Eshab-ı kiramın yiyeceklerini hazırlamak, yaralıları sarmak ve daha başka yapabilecekleri işleri yapmak üzere, Peygamber efendimizden vazife istedikleri görüldü.

Resulullah efendimiz merhamet buyurup, onları bu sevaptan mahrum etmediler. Böylece mücahidlere, başta sevgili Peygamberimizin mübarek hanımı Ümmü Seleme hazretleri olmak üzere, yirmi hanım mücahide de katılmış oldu.

Resul-i ekrem, Medine'de yerine vekil olarak, Gıfar kabilesinden Siba' hazretlerini bıraktılar ve Hayber'e hareket emrini verdiler. Nümeyle bin Abdullah'ın bırakıldığı da bildirilmiştir.

Yolculuk tekbirlerle başladı. Mazeretleri sebebiyle savaşa katılamayan, yaşları küçük olduğu için izin verilmeyen sahabiler, Peygamber efendimize ve kahraman babalarına, dedelerine, amcalarına, dayılarına ve ağabeylerine gıbta ile bakıyorlar, onları tekbir ve dualar ile uğurluyorlardı...

Takvim, hicretin yedinci yılını gösteriyordu. Peygamber efendimizin mukaddes sancağını hazret-i Ali taşıyor; sağ kol kumandanlığını da hazret-i Ömer yapıyordu. Yolculuk neşeli bir şekilde geçiyordu.

Şairler, şiirleriyle, Allahü teâlâya, verdiği nimetlerinden dolayı hamdediyorlar, sevgili Peygamberimize salevat söylüyor ve şanlı Eshabı medhediyorlardı. Sahabiler de, bayrama gider gibi hep birlikte; "Allahü ekber! Allahü ekber! La ilahe illallahü vallahü ekber!" diyerek her tarafı inletiyorlardı.

Her konak yerinde Kainatın sultanı; "Allah'ım! İstikbale endişelenmekten, geçmişe tasa etmekten, güçsüzlük ve gevşeklikten, cimrilik, korkaklık ve bel büken borçtan, zalim ve haksız kimselerin musallatından sana sığınırım!" diyerek dua buyuruyordu.

Hayber'e yaklaşıldığı zaman, sevgili Peygamberimizin, Eshabını durdurduğu görüldü. El açarak;

"Ey göklerin ve gölgelediklerinin Rabbi olan Allah'ım! Ey yerlerin ve üzerindekilerin Rabbi olan Allah'ım! Ey şeytanların ve saptırdıklarının Rabbi olan Allah'ım! Ey rüzgarların ve savurduklarının Rabbi olan Allah'ım! Biz senden, bu beldenin hayrını ve iyiliğini, bu beldede yaşayan insanların hayrını ve iyiliğini, yine bu beldede bulunan herşeyin hayrını ve iyiliğini dileriz. Bu beldenin şerrinden, insanların şerrinden ve içindeki her şeyin şerrinden de sana sığınırız!" diye münacata başladılar.

Sahabelerin dudaklarından; "Amin, amin" sesleri dökülüyordu. Bundan sonra Eshabına; "Bismillahirrahmanirrahim diyerek ilerleyiniz" buyurdular.
" Acaba Sırf Dünya İçin mi Yaratılmışsın ki Bütün Vaktini Ona Sarf Ediyorsun "


Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez



Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i
:cici:

uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL

'''' Yaban Gulu ''''

Kullanıcı avatarı
cicek
Rep Gücü
Rep Gücü
Mesajlar: 1123
Kayıt: 15 Eyl 2008, 19:06
Konum: ( N L )
İletişim:

Re: Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar

Mesaj gönderen cicek » 19 Eyl 2008, 16:08

Hayber kuşatması bütün şiddetiyle devam ediyordu. Mücahidler, ok menzili içine girmişlerdi. Yahudilerin kaleden attığı oklar, İslâm karargahının arkalarına kadar ulaşabiliyordu.

Akşama kadar, çarpışma ok ile devam etti. Elli kadar sahabi, atılan oklarla yaralanmışlardı. Akşam olunca, yeni bir karargah keşfi için Muhammed bin Mesleme hazretlerine vazife verildi.

O da, reci' denilen mevkiin müsaid olduğunu belirtince, İslâm karargahı, buraya nakledildi. Yaralılar da tedavi görmeye başladı.

Ertesi gün Natat önlerine gelen kahraman Eshab, akşama kadar çarpıştı. Üçüncü, dördüncü ve beşinci günlerde de kuşatma devam etti. Yahudiler hep müdafaada kaldılar.

O günlerde sevgili Peygamberimiz, şiddetli bir baş ağrısına tutulduklarından, iki gün mücahidlerin arasında bulunamadılar. İlk gün sancağı hazret-i Ebu Bekir'e, ikinci gün hazret-i Ömer'e verdiler. Her ikisi de, Eshab-ı kiramın başında, Yahudilere karşı pek şiddetli çarpıştılar, fakat kaleyi fethetmek mümkün olmadı.

Bu arada cesaretleri artan Yahudilerin, kale kapılarını açıp hücuma geçtikleri görüldü. Artık göğüs göğüse çarpışmaya başlamışlardı. Savaş pek ziyade kızışmıştı. Peygamber efendimiz, Eshabına; "Allahü ekber! Allahü ekber!.. diyerek tekbir getiriniz" buyurdukça, tekbir sadaları arasında aşk ve şevk ile düşmana kılıç çalıyorlardı.

Bir ara Muhammed bin Mesleme'nin kardeşi Mahmud şehid edildi. Çarpışmalar da, şiddetli bir şekilde, akşama kadar devam etti.

Ertesi gün Hayber'in en ünlü kumandanlarından Merhab, zırhlara bürünmüş olduğu halde kaleden dışarı çıktı. Güçlü kuvvetli dev gibi bir adamdı. Şimdiye kadar, karşısına, bir pehlivan çıkmamıştı.

Mücahidlere dönüp; "Ben, cesareti, kahramanlığı ile tanınmış Merhab'ım!" diyerek övünmeye başladı. Böyle övünürken, sahabilerin arasında bir mücahidin ileri atıldığı görüldü. Merhab'a karşı; "Ben de, dehşetli ve şiddetli savaşların ortasına atılmaktan korkmayan Amir'im!.." diye nara attı ve derhal karşısına dikildi.

Dev Merhab, üzerinde; "Kime değerse helak eder!.." yazılı kılıcını, hazret-i Amir'e olanca gücü ile vurdu. Kahraman Amir anında kalkanını kaldırdı. Enli kılıç, kalkana çarpıtığında şiddetli bir ses ortalığı çınlattı ve kalkana saplandı. Hazret-i Amir, yaradana sığınıp; "Ya Allah!" diyerek kılıcını Merhab'ın zırhlı bacaklarına çaldı.

Kılıç, çelik zırha değer değmez, geri tepti ve birden sahabinin bacağına değiverdi. Kılıcın, şiddetli bir şekilde geri tepişi hazret-i Amir'in bacağındaki atar damarının kesilmesine sebeb oldu. Eshab-ı kiram, koşarak Amir'i kucakladılar ve tedavi için karargaha götürdüler. Fakat Amir orada şehadete kavuştu.

Çarpışmalar bütün şiddeti ile devam ediyordu. Akşama doğru sevgili Peygamberimiz, Yahudilere dört bin askerle yardıma gelen ve harbe katılan müşrik Gatafanlılara, ayrılıp memleketlerine dönmelerini teklif etti. Bunu yaptıkları takdirde, Hayber'in bir senelik hurma mahsulünü kendilerine vereceğini de vadetti.
" Acaba Sırf Dünya İçin mi Yaratılmışsın ki Bütün Vaktini Ona Sarf Ediyorsun "


Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez



Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i
:cici:

uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL

'''' Yaban Gulu ''''

Kullanıcı avatarı
cicek
Rep Gücü
Rep Gücü
Mesajlar: 1123
Kayıt: 15 Eyl 2008, 19:06
Konum: ( N L )
İletişim:

Re: Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar

Mesaj gönderen cicek » 19 Eyl 2008, 16:08

Fakat Gatafanlılar, bu teklifi reddettiler.

Bunun üzerine Alemlerin efendisi, Eshabına, Gatafanlıların bulunduğu kalenin etrafında sabahlamalarını emretti. Gatafanlılar, gece mücahidlerin saldırmasından çok korktular, bir türlü uyuyamadılar.

O gece, nereden geldiği belli olmayan bir ses; "Gatafan ülkesine baskın yapıldığını, çoluk-çocuklarının ve mallarının teslim alındığını" bildiriyordu. Bu ses, üç defa tekrar edilmiş ve bunu bütün Gatafanlılar, büyük bir korku içinde dinlemişlerdi.

Kumandanları Uyeyne de aynı sesi üç defa duymuş, şafak sökmek üzereyken askerini alarak Hayber'den acele uzaklaşıp memleketlerinin yolunu tutmuştu. Sabahleyin Yahudiler, Gatafanlıların sebepsiz yere Hayber'i terketmelerine şaşırdılar ve ümidsizliğe düştüler. Onları yardıma çağırdıklarına da çok pişman oldular.

O gün de Hayber önlerinde şiddetli çarpışmalar oldu. Fakat kale fethedilemedi. Akşam, Kainatın sultanı; "Yarın sancağı öyle bir yiğide vereceğim ki, o, Allahü teâlâyı ve Resulünü sever. Allahü teâlâ ve Resulü de onu severler. Allahü teâlâ, onun eli ile fethi gerçekleştirecektir!" buyurarak müjde verdi.

O gece Eshab-ı kiram, heyecanla sabahı bekledi. Her biri sancağın kendisine verilmesini umuyor, bu yolda, Allahü teâlâya dualar ediyordu.
Bilal-i Habeşi hazretleri, sabah ezanını yanık ve güzel sesi ile okudu. Ezan okunurken herkeste ayrı bir heyecan, ayrı bir zevk hasıl olur, o ilahi zevkin tadına doyulmazdı.

Sevgili Peygamberimiz, Eshabına sabah namazını kıldırdıktan sonra ayağa kalktılar. Mübarek İslâm sancağının getirilmesini emrettiler. Mukaddes sancak getirilirken, Eshab-ı kiram ayakta bekliyor, merakla, Resul-i ekrem efendimizin mübarek dudaklarından çıkacak sözleri dinlemek için, dikkat kesiliyorlardı.
Nihayet Alemlerin efendisi; "Muhammed'in zatını peygamberlikle şereflendiren Allahü teâlâya and olsun ki, ben, bu sancağı kaçmak nedir bilmeyen bir yiğide vereceğim" buyurduktan sonra, mübarek gözlerini Eshabı arasında gezdirip; "Ali nerededir?" buyurdu.

Sahabiler; "Ya Resulallah! Onun gözleri ağrıyor" deyince, Efendimiz; "Onu bana çağırınız" buyurdu.

O günlerde hazret-i Ali göz ağrısına tutulmuş ve gözlerini açamaz olmuştu. Yanına giderek, durumu bildirdiler ve mübarek koluna girip, Resulullah efendimizin huzuruna getirdiler.

Kainatın sultanı, hazret-i Ali'nin şifa bulması için, Allahü teâlâya dua etti ve mübarek parmaklarını ağzında ıslatıp gözlerine sürdüler.

O anda, hazret-i Ali'nin gözlerinde hiçbir ağrı kalmadı. Ayrıca; "Ya Rabbi! Sıcağın ve soğuğun sıkıntısını bundan gider" diyerek, onun için dua buyurdular.,
" Acaba Sırf Dünya İçin mi Yaratılmışsın ki Bütün Vaktini Ona Sarf Ediyorsun "


Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez



Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i
:cici:

uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL

'''' Yaban Gulu ''''

Kullanıcı avatarı
cicek
Rep Gücü
Rep Gücü
Mesajlar: 1123
Kayıt: 15 Eyl 2008, 19:06
Konum: ( N L )
İletişim:

Re: Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar

Mesaj gönderen cicek » 19 Eyl 2008, 16:08

Hayber'in en güçlü kalelerinden Natat kalesi yakınına gelip, karargahlarını kurdular. Vakit akşamdı. Resulullah efendimiz, adet-i şerifesi, sabah olmadıkça baskın yapmaz ve önce İslâm'a davet ederdi.

Tekliflerini kabul etmedikleri takdirde harbe başlarlardı. Bu sebeple Esha-ı kiram sabahı beklediler. Yahudilerin hiç biri, İslâm ordusunun geldiğini anlamamıştı.

Kainatın efendisi, sabah namazını kıldırdıktan sonra hazırlıklarını bitirdi ve mücahidleri harekete geçirdi. İki yüz süvari ve bin dört yüz piyade, düzenli hareketlerle Natat kalesi önlerine yaklaştılar.

Bu sırada, bağ, bahçe, tarla işleriyle uğraşmak üzere kaleden çıkan Yahudiler, bir anda İslâm askerleriyle karşılaşınca şaşkına döndüler ve; "Yemin ederiz ki, bunlar Muhammed ve düzenli ordusudur!.." diyerek, gerisin geri kaçmaya başladılar.

Onların bu halini gören sevgili Peygamberimiz; "Allahü ekber! Allahü ekber! Hayber, harab olup gitti" buyurdular ve bu mübarek sözünü üç defa tekrar ettiler.

Peygamber efendimiz, Yahudilere; ya Müslüman olmalarını, ya teslim olup haraç ve cizye vermelerini, yoksa harb edilip kan döküleceğini bildirdiler.
Yahudiler, ileri gelenlerinden Sellam bin Mişken'e gidip, durumu bildirdiler. Sellam; "Daha önce Muhammed'in üzerine yürüyünüz demiştim, kabul etmemiştiniz. Hiç olmazsa şimdi, onunla çarpışmakta gevşek davranmayınız. Müslümanlarla çarpışa çarpışa ölmeniz, hayatta kimsesiz kalmanızdan daha hayırlıdır!.." diyerek onları harbe teşvik etti.

Yahudiler, sür'atle çocuk ve kadınlarını Ketibe kalesine, erzaklarını Naim'e, askerlerini de Natat kalesine yığdılar.

İslâm ordusunun bu teklifine, Yahudiler ok atmakla karşılık verdiler. Mücahidler, okları kalkanlarıyla karşıladılar. Sevgili Peygamberimizin emri ile yaylar gerildi. Hep birden kale burçlarında bulunan Yahudilerin üzerine; "Allahü ekber!.." sadaları arasında oklar fırlatıldı.

Artık harb başlamıştı. Bir tarafta Kainatın sultanı ve kahraman Eshabı, İslâmiyet'i yaymak, onların Müslüman olup Cehennem'den kurtulmalarına sebeb olmak için çarpışıyorlardı.

Diğer yanda ise, nasihatten anlamayan, her fırsatta Müslümanları arkadan vurmak isteyen, hakikatı görmemekte direten Yahudiler vardı.

Hatem-ül-enbiyanın (son Peygamberin), kendi kavimlerinden gelmediğini görünce, kıskançlıklarından, O'nu kabul etmemişler, Peygamber efendimizi, çocukluğundan beri ortadan kaldırmak için, akıllarına gelen her kurnazlığa başvurmuşlar, fakat Allahü teâlânın koruması ile hiçbir şey yapamamışlardı.
Bin altı yüz şanlı mücahidin üzerine, on binden ziyade Yahudi askeri ok atıyordu. Eshab-ı kiram, peşpeşe gelen bu oklara karşı kalkanlarıyla korunuyorlar, fırsat buldukça da, yere düşen okları Yahudilerin üzerine fırlatıyorlardı.

Fakat bazı sahabiler yaralanmışlardı. Bir ara Habibullah efendimizin huzuruna, Habbab bin Münzir hazretlerinin büyük bir edeb ile yanaştığı görüldü ve; "Canım sana feda olsun ya Resulallah! Karargahımızı, başka bir yere kursak olmaz mı?" diye sual edince, Peygamber efendimiz; "İnşaallahü teâlâ aşkam olunca değiştiririz!" buyurdular.
" Acaba Sırf Dünya İçin mi Yaratılmışsın ki Bütün Vaktini Ona Sarf Ediyorsun "


Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez



Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i
:cici:

uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL

'''' Yaban Gulu ''''

Kullanıcı avatarı
cicek
Rep Gücü
Rep Gücü
Mesajlar: 1123
Kayıt: 15 Eyl 2008, 19:06
Konum: ( N L )
İletişim:

Re: Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar

Mesaj gönderen cicek » 19 Eyl 2008, 16:09

Peygamber efendimiz, hazret-i Ali'nin üzerine, mübarek elleriyle bir
zırh giydirip beline kendi kılıcını kuşatarak, eline beyaz İslâm
sancağını verdiler ve; "Allahü teâlâ, sana zafer nasib edinceye kadar
çarpış. Sakın arkana dönme!" buyurdular.

Hazret-i Ali de; "Canım sana feda olsun ya Resulallah! Onlarla, din-i
İslâm'a girdikleri zamana kadar çarpışacağım" dedi.

Sevgili Peygamberimiz de; "Vallahi, senin sebebinle Allahü teâlânın,
onlardan tek bir kişiyi hidayete kavuşturması, senin için, bir çok
kızıl (iyi) develere sahib olup, onları Allahü teâlânın yolunda sadaka
vermenden daha hayırlıdır" buyurdu.

Hazret-i Ali, elinde sancak ile Yahudi kalesine ilerlerken, şanlı
sahabiler de peşinden yürüdüler. Kaleye iyice yaklaşıp, sancağın bir
taşın dibine dikildiği sırada, Natat kalesinin kapısının açıldığı
görüldü.

Yahudilerin hücum birlikleri dışarı çıktılar. Bunlar, Hayber'in en
seçme kahramanları idi. Her biri, çift zırhlarla kaplı, demir
muhafazalara bürünmüşlerdi.

İçlerinden birinin, hazret-i Ali'ye doğru yürüyüp, çarpışmak için
karşısına geçtiği görüldü. Bu, Merhab'ın cesarette bir benzeri olmayan
kardeşi Haris idi.

Sür'atle saldırdı... İki çeliğin çıkardığı ses meydanı doldururken,
Zülfikar'ın şimşek gibi indiği ve Haris'in başını gövdesinden ayırdığı
görüldü.

Bir anda, "Allahü ekber! Allahü ekber!" sesleri göklere yükseliyordu.
Kardeşinin öldürüldüğünü işiten Merhab, emrindeki askerlerle dolu
dizgin meydana yürüdü. Hazret-i Ali'nin karşısına dikildi.

Onun da üzerinde çift zırh vardı. Çift kılıç kuşanmış olduğu halde,
iri cüssesi ile sanki bir devi andırıyordu. Bütün hiddeti ile; "Ben
ki, harplerin en şiddetli olduğu zamanlarda ortaya atılıp, kahramanca
çarpışan Merhab'ım! Ben, kükreyen aslanları bile mızrak veya kılıcımla
delik deşik ederim!.." diyerek, kendini övmeye başladı.

Hazret-i Ali de; "Ben ki, anam bana Haydar (Aslan) ismi vermiştir.
Ben, heybetli bir aslan gibiyimdir! Seni bir hamlede yere serecek bir
yiğit kişiyimdir!" diyerek, karşılık verdi.

Merhab, hazret-i Ali'den, Haydar kelimesini işitince, kalbine bir
korku düştü. Çünkü gece rüyasında bir aslan kendisini parçalamıştı.
Rüyada gördüğü aslan bu mu idi?

Derken dev Merhab'ın hamle ettiği ve hazret-i Ali'nin onu kalkanıyla
karşıladığı görüldü. Sonra Allahü teâlâya sığınıp, Zülfikar'ı, kafirin
başına öyle bir indirdi ki; koca Merhab'ın, Zülfikar'a karşı tuttuğu
kalın çelik kalkanını ve çelikten yapılmış miğferini ikiye biçip,
kafasını tepesinden ensesine kadar bölüp ayırdığı görüldü.

Zülfikar'ın çıkardığı korkunç ses, Hayber'in her tarafında
işitilmişti. Peygamber efendimiz; "Sevininiz! Hayber'in fethi artık
rahatlaştı, kolaylaştı" buyurdular.

Eshab-ı kiram, hazret-i Ali'nin bu bahadırlığına hayran kalmışlar;
"Allahü ekber!" tekbirleri ile semayı çınlatmışlardı.

Çarpışma bütün şiddeti ile devam ediyordu. Eshab-ı kiram, çarpışa
çarpışa kale kapısının yanına geldikleri bir sırada, bir Yahudi,
kılıcıyla hazret-i Ali'nin kalkanına vurdu. Kalkan yere düştü
" Acaba Sırf Dünya İçin mi Yaratılmışsın ki Bütün Vaktini Ona Sarf Ediyorsun "


Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez



Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i
:cici:

uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL

'''' Yaban Gulu ''''

Kullanıcı avatarı
cicek
Rep Gücü
Rep Gücü
Mesajlar: 1123
Kayıt: 15 Eyl 2008, 19:06
Konum: ( N L )
İletişim:

Re: Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar

Mesaj gönderen cicek » 19 Eyl 2008, 16:09

Fakat eğilip alacak zaman yoktu. Fırsatı kaçırmak istemeyen Yahudi, kalkanı kaptığı gibi geriye kaçtı.

Buna çok üzülen Allahü teâlânın aslanı, Zülfikar ile etrafındaki düşmanları dağıttıktan sonra, kalenin kapısını kalkan yapmaya niyetlendi.

"Bismillahirrahmanirrahim!" Diyerek, kocaman demir kapının halkalarına asıldı. Resulullahın duası bereketiyle kapının kancalarını duvarından sarstı çıkardı...
Hazret-i Ali kapıyı sökerken, kale yerinden sarsıldı. Sekiz on pehlivanın yerinden kıpırdatamayacağı bu kapıyı, tek eliyle kalkan yapıp, çarpışmağa başladı.

Karşısına peşpeşe, Yahudilerin en yiğit altı pehlivanı daha çıktı. Onları da Allahü teâlânın izni ile alt eden hazret-i Ali, kahraman arkadaşları ile kaleye girdiler.

Artık kalenin içinde çarpışılıyordu. Kısa zamanda, karşılarına çıkacak kimse kalmadı. İslâm sancağını kaleye diktiler. Böylece en muhkem kaleleri olan Natat, fethedildi.

Sevgili Peygamberimiz, hazret-i Ali'nin gözlerinden öptükten sonra; "Gösterdiğin kahramanlıktan dolayı, Allahü teâlâ ve Resulü senden razı oldu" buyurdular. Bu mübarek kelamı işiten Ali , sevincinden ağladı.
Peygamber efendimiz; "niçin ağlıyorsun?" buyurduğunda; "Canım sana feda olsun ya Resulallah! Sevincimden ağlıyorum. Zira Allahü teâlâ ve Resulü benden razı oldu" dedi.

Bunun üzerine sevgili peygamberimiz; "Yalnız ben değil, Cebrail, Mikail ve cümle melekler senden razı oldular" buyurdu.

Bu sırada Devs kabilesinden dört yüz Müslüman, Peygamber efendimize yardıma geldi. Bundan sonra, diğer kaleleri fethetmek için çarpışmalara şiddetli bir şekilde devam edildi.

Hayber'in geri kalan yedi kalesi teker teker düşürülünce, çaresiz kalan Yahudiler, hey'et göndererek sulh isteğinde bulundular. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, bu teklifi kabul ederek şu maddeler üzerinde anlaştılar:

1- Bu gazada Müslümanlarla çarpışan Yahudilerin kanları dökülmeyecek.
2- Hayber'i terkeden Yahudiler, yanlarında sadece çocuklarını ve bir deve yükü lüzumlu ev eşyasını götürebilecekler.
3- Geri kalan taşınan ve taşınmayan malların hepsi; zırh, kılıç, kalkan, yay, ok gibi bütün silahlar, üzerlerindeki elbiseden başka giyeceklerin tamamı; kumaşlar, altınlar ve ayrıca hazineler, at, deve, koyun gibi bütün hayvanlar... ne varsa hepsi Müslümanlara kalacak.
4- Müslümanlara bırakılması gereken herhangi bir şey, hiçbir suretle gizlenmeyecek. Gizleyenler, Allahü teâlâ ve Resulünün emanından ve himayesinden dışarda bırakılacak...

Bu şartlara uymayan, hazinelerini tulumlarla toprağa gömen Kinane bin Rebi' cezalandırıldı. Ele geçen ganimetin, haddi hesabı yoktu. Hayber'in o verimli arazileri, hurmalıkları tamamen İslâm ordusuna bırakılmıştı.
" Acaba Sırf Dünya İçin mi Yaratılmışsın ki Bütün Vaktini Ona Sarf Ediyorsun "


Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez



Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i
:cici:

uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL

'''' Yaban Gulu ''''

Kullanıcı avatarı
cicek
Rep Gücü
Rep Gücü
Mesajlar: 1123
Kayıt: 15 Eyl 2008, 19:06
Konum: ( N L )
İletişim:

Re: Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar

Mesaj gönderen cicek » 19 Eyl 2008, 16:09

Hayber'de ele geçen ganimetler ve esirler arasında, Huyey bin Ahtab'ın kızı Safiyye de vardı.

Alemlerin efendisi, bunu azad etti. O da bu hale çok duygulanıp, canu gönülden, Kelime-i şehadet getirerek Müslüman oldu.

Bu duruma çok sevinen sevgili Peygamberimiz, hazret-i Safiyye validemizi nikahıyla şereflendirip, sevindirdiler.

Böylece hazret-i Safiyye, müminlerin annesi oldu. Sehba mevkiinde düğünü yapılıp, kavun ve hurmadan velime yani düğün yemeği verildi.

Safiyye validemizin, mübarek gözlerinde bir morluk görülüyordu. Sevgili Peygamberimiz; "Nedir bu iz?" buyurduklarında, şöyle anlattı:

"Bir gece rüyamda ayın gökten inip koynuma girdiğini görmüştüm. Kocam Kenane'ye anlatınca; "Sen şu üzerimize gelen Arab Meliki'nin hanımı olmaya göz dikmişsin!" diyerek, gözüme bir tokat vurdu ve gördüğünüz gibi morardı"
Hayber fethedildikten sonra, Yahudiler, Peygamber efendimize; "Ya Muhammed! Biz Hayber'den çekip gideceğiz. Fakat, biz ziraattan, tarla, bağ, bahçe bakımından iyi anlarız. İstersen, bu verimli arazileri bize kiraya ver. Bu mülkleri işleyelim ve çıkan mahsulün yarısını sana verelim!" diye teklifte bulundular.

Sevgili Peygamberimizin ve sahabilerin, tarla işleri ile uğraşacak zamanları yoktu. Onlar din-i İslâm'ı yaymak için uğraşıyor, cihad-ı fi sebilillah için gecelerini gündüzlerine katarak durmadan çalışıyorlardı.

Bu teklife Peygamber efendimiz memnun oldular ve; "Sizi istediğimiz zaman çıkarmak şartı ile!" buyurdular. Yahudiler bunu kabul ettiler ve Hayber arazilerini işletmeye başladılar.

Peygamber efendimiz, Eshabı ile, muzaffer olarak Medine'ye döndüler. Bu arada daha önce Habeşistan'a hicret eden Eshabının, Ca'fer bin Ebi Talib başkanlığında geldiklerini görünce, çok sevindiler.

Hazret-i Ca'fer'in alnından öpüp, bağrına bastı ve; "Ben Hayber'in fethine mi, yoksa Ca'fer'in gelişine mi sevineyim bilemiyorum. Sizin hicretiniz iki defadır. Siz , hem Habeş ülkesine, hem de yurduma hicret ettiniz" buyurdular.

Hayber'de elde edilen ganimetler; Hudeybiye antlaşmasına katılan bütün Eshab-ı kirama, Hayber'e katılanlara, Habeşistan'dan hicret eden Eshaba ve fethe iştirak eden Devs kabilesine paylaştırıldı.

Hayber'in fethedilmesi ile, Arabistan'daki bütün Yahudiler, Peygamber efendimizin emri altına girmiş oluyorlardı.

Artık müşriklere yardım etme imkanları kalmamıştı. Çevrede bulunan kabileler ve devletler de, silah ve asker bakımından fethedilmesi imkansız gibi görünen Hayber kalesini zapteden Müslümanların, büyük bir güce sahib olduğunu anladılar ve Müslümanlardan çekinmeye başladılar.

Mekkeli müşrikler, Hayber'in fethi ile büyük bir üzüntüye ve ye'se kapıldılar. Bu fetihden sonra, küçüklü büyüklü pek çok kabileler, Müslüman olmak için Medine-i münevvereye geldiler ve Eshab-ı kiramdan olmakla şereflendiler, hatta Gatafanlılar bile...

Yola gelmeyen bazı kabileler ise kuvvet gönderilerek itaat altına alındılar.
" Acaba Sırf Dünya İçin mi Yaratılmışsın ki Bütün Vaktini Ona Sarf Ediyorsun "


Çünkü inanç bir ufuktur
Başı dik olmayan göremez



Forumun olmazsa Olmazi, ''Bereketi'' ve Abisinin ' Cicek ' i
:cici:

uLaşıLmaz deiLimyakLaşmasıNı biL

'''' Yaban Gulu ''''

Cevapla

“Dini Konular / Dini Hikayeler” sayfasına dön

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 24 misafir