Lozan Konferansı

Cevapla
Kullanıcı avatarı
moments
Site Yöneticisi
Site Yöneticisi
Mesajlar: 5033
Kayıt: 14 Ağu 2008, 19:14
Konum: Almanya
İletişim:

Lozan Konferansı

Mesaj gönderen moments » 24 Şub 2010, 13:58

Lozan Konferansı

Kasım 1922 günü İsviçre'nin Lozan şehrinde başlayan müzakerelerde Musul meselesi,26 Kasım 1922 tarihindeki oturumda gündeme gelmişti. Konferans'ta Lord Curzon'un Türkiye'nin doğu sınırını ele almaktan kaçınarak Türkiye-Irak meselesini gündeme getirmesinin sebebi, Irak'taki durumun belirsiz ve karmaşık bir halde bulunması, buradaki İngiliz menfaatlerinin tehlikeye girmesi ve ABD.ile Fransagibi devletlerin de bölgede menfaat aramaya başlamalarıydı. Aynı günkü oturumda İsmet Paşa'nın ortaya koyduğu Türk teziMisak-ı Millî'de belirtilen millet ilkesine, etnik, cografî, tarihî, siyasî ve ekonomik sebeplere dayandırılıp İngilizlerin öne sürdüğü tezlerin geçersizliğini ispat ediyordu.
İsmet Paşa Musul'da nüfusun büyük çoğunluğunu teşkil eden Türkve Kürtlerin Arapve diğer unsurlardan ayrı olarak aynı ırktan geldiği ve Turan kökenli olduklarını İngiliz kaynaklarına dayanarak uzun ifadelerle anlatmış, nüfus bakımından Kürt ve Türklerin bölgede oluşturdukları çoğunluk ilmî verilere dayanılarak ortaya konmuştu.

Musul'un coğrafî özellikler itibarıyla da Anadolu'nun ayrılmaz bir parçası olduğunu, Anadolu ile bir çok yönlerden irtibatlı bulunduğunu ve İngilizlerin bölge halkının serbest olarak kaderlerini tayin edecek plebisite karşı çıkmasının da Türk tezinin doğruluğu anlamına geldiğini izah etmişti. Curzon'un himayecilikve mandacılıkkonusundaki iddialarına da açık cevap veren İsmet Paşa; Osmanlı Devleti'ne ait olan Irakhakkında yapılan andlaşmaların hiçbir hükmü olmadığını ve bölgede yapılan oylamanın askerî baskı ve şiddet altında yapıldığını, halkın reyini serbestce izhar edemediğini, Irakve Musul'un asker zoruyla alınmasının umumî harpten beri ilan edilen prensiplere aykırı olduğu, Musul'un mütarekeden sonra işgal olunmasının ise hiçbir şekilde izah edilemeyip herhangi bir sebebe dayandırılamayacağını, Musul'un mukadderatının İzmir'in, İstanbul'un, Trakya'nın, Adana, Urfa ve Antep'in mukadderatıyla aynı olduğunu ve bu şehirlerin mütarekeden sonra ve mevcut antlaşmalar hilafına işgal edildiğini söylemişti.

Lord Curzon, İsmet Paşa'nın savunmasını dinledikten sonra Misak-ı Millîgibi bir vesikanın harbi kazanmış bir millete takdim edilemeyeceğini belirtmiş ve Ankara Meclisi'ndeki Kürt milletvekillerinin içinde Revanduzile Süleymaniye'den gelmiş olanların bulunup bulunmadığını, bunların bir seçim neticesinde mi Ankara'ya geldiklerini sorduktan sonra Musul meselesinin bu tür tartışmalarla fazla sürüncemede kalacağı, meselenin biran önce çözüme kavuşması için bir hakeme havale edilmesinin uygun olduğunu ve bu hakemin de Cemiyet-i Akvamolabileceğini söyledikten sonra bu teklife ne zaman cevap verileceğini sormuştu.

İsmet Paşa bu soru ve yapılan teklife, "Mevcudun dörtte biri kadar olan kavme memleketin bağışlanamayacağı, zira meclisteki Kürt mebuslarının millet tarafından seçildiği halde bugüne kadar Musul ahâlîsinin kendi mümessillerini seçip meclise gönderemediklerinden dolayı meclisde yer alamadıkları, bu sebeple sözkonusu durumun Türkiye'de Kürtlerin temsil edilmediği şeklinde açıklanmaması gerektiğinden bahisle, hal böyle iken Lord Curzon'un seçimi neden kabul etmediğini anlamadığını; bir milletin kimin tarafından ve ne tarzda idare edilmek istediği anlaşılmak istenirse, usulün ahâlîye kendi mukadderatı hakkında fikrini sormak olduğu; aynı millete Emir Faysal'ı nasıl seçeceği sorulduğu halde, kimi istediği sorulmadığı; meseleyi hakeme veya Cemiyet-i Akvam'a göndermenin uygun görülmediği ve vatanın Musul gibi mühim bir parçasının bütün kaynaklarıyla bir hakemin fikrine bırakılamayacağı" şeklinde cevap vermişti.

Kasım günü İngiliz temsilcilerinden Tyrrellile görüşen İsmet Paşa'nın Türkiye'nin fakir bir ülke olduğunu ve Musul petrollerinden pay istediğini ifade etmesi üzerine Tyrrell, tatmin edici bir antlaşma imzalandığı takdirde İngiltere'nin Türkiye'ye her türlü ekonomik yardımı yapacağı, fakat barış antlaşmasının hazırlanmasında petrolveya malî yardımın pazarlık konusu yapılmaması gerektiğini belirtti. Bu tarihten itibaren de Türkiye'nin Musulüzerinde hak iddiasından vaz geçmesi şartıyla Musul petrol kaynaklarından veya gelirlerinden hisse verilmesi imkânlarını araştırmak için Türk delegasyonuile İngiliz petrol uzmanlarıarasında görüşmeler yapılmaya başlandı.

Aralık 1922'de Türk ikinci delegesi Rızâ Nur Bey, Curzonile özel olarak görüşerek Musul'un Türklere bırakıldığı takdirde her bakımdan İngilizlerin memnun edileceği ve ihtilaf konularında Ankara'nın ılımlı davranarak derhal antlaşma sağlanabileceği, hatta Sovyetlerle olan ilişkileri kesmeye hazır olduklarını beyan ettiyse de Lord Curzon bu teklifleri pek sıcak karşılamadı. Musul meselesinin Özel müzakereler yoluyla halledilemeyeceği açığa çıkınca meseleyi 23 Ocak 1923 tarihinde Arazi Komisyonu'na getiren Curzon, Musul'daki petrol kaynaklarının İngiliz teziile ilgili olmadığını ve meselenin bir hakem heyetine havalesinin en uygun yol olduğunda ısrar edip aynı gün de Cemiyet-i Akvam'a müracaat mektubu yazdı. Mektupta, Misak'ın 11. maddesinin işleme konması gerektiğini ve Türklerin uzlaşmaz tutumları sebebiyle bölgede savaş tehlikesi olduğunu bildirerek cemiyetin toplanmasını istemişti. Diğer yandan toplantıya iştirak eden delegelerle görüşerek Türklerle konuşmaya gerek kalmadığı ve konferansa nihayet verildiğini açıkladı.

Musul meselesinin; Lozan Konferası'nda halledilemiyeceği anlaşıldıktan sonra Lord Curzon, İtalyanve Fransızdelegelerinin ısrarları üzerine bu konunun daha sonraki bir tarihte Türkiye ile İngiltere arasında görüşülmesine dair bir maddenin antlaşma metnine konulmasına razı olmuştu. Sonuçta Türkiye ile Irakarasındaki sınırın Lozan Antlaşması'nın yürürlüğe konulmasından itibaren on iki ay zarfında tayin olunacağı şartı antlaşma metnine dahil edilmiş, antlaşma sağlanamadığı takdirde konunun Cemiyet-i Akvam'a götürülmesi kararlaştırılmıştı. Fakat İngiltere bu maddelerin geçerliliğinin tespit edilen süre içinde statükoya riayet olunacağının ve söz konusu arazide hiç bir değişiklik yapılmayacağının taahhüt edilmesine bağlı olduğunu hatırlatmış ve bu konular Lozan Antlaşması'nın 3. maddesinde kayıt altına alınmıştır. Böylece Musul meselesinin görüşülmesi Lozan Antlaşması'ndan sonraya bırakılmış oluyordu.

Türkiyeile İngilterearasında Musul meselesi hakkında Lozan Antlaşması'nın 3. maddesi çerçevesinde öngörülen ikili temaslar 19 Mayıs 1924 günü İstanbul'da Kasımpaşa'daki eski Bahriye Nezâreti binasında başladı. "Haliç Konferansı" diye isimlendirilen bu toplantılara Türkiye adına Meclis Başkanı Ali Fethi Bey, Diyarbekir Mebusu Fevzi Bey, Ordu Mebusu Faik Bey, Hâricîye Hukuk Müşaviri Nusret Beyve Yarbay İshak Avni Beykatılmış, İngiliz heyetine ise Sir Percy Coxbaşkanlık etmişti. İlk gün, Türk heyetisınırın Musul'u Türkiye'ye bırakacak şekilde belirlenmesinin ırkî, coğrafî ve tarihî gerçeklerin gereği olduğu tezi üzerinde durmakla beraber toplantı süresince ortaya konulan fikirler iki tarafın istekleri arasında uçurumlar olduğunu ortaya çıkardı.

İkinci görüşme 21 Mayıs'ta yapıldı ve Fethi Bey Musul'un Osmanlı yönetimizamanındaki sınırları gözönünde bulundurularak Türkiye'ye devrini istedi. Cox ise buna karşılık Musul şehri dahil olmak üzere Fırat nehrinin iki sahilini de talep etmişti. Mayıs günündeki Üçüncü oturumda; Cox'un Musul'un yanısıra Hakkâri vilâyetine bağlı Beytüşşebab, Çölemerikve Revanduzkasabalarını da talep etmesi üzerine Fethi Bey, öne sürülen talepleri kabule şayan bulmayarak İngiliz heyetine yeni bir harita takdim edeceğini belirtti.

Haziran tarihli görüşmede; Cox Fırat nehrinin iki yakası ve Musul şehri dahil Hakkâri'ye bağlı söz konusu üç merkezin kendilerine verilmesi gerektiği ve bu yönde Londra'dan talimat geldiği, Türklereğer bu talepleri kabul etmezse en doğru yolun meseleyi Lozan'da alınan karar gereği Cemiyet-i Akvam'a götürmek olduğunu belirterek bu konunun görüşülmesi için tarafları müzakereye davet etti. Ali Fethi Bey bu davete icabet yetkisi olmadığını beyan etmiş, böylece hiç bir netice elde edilemeden Haliç Konferansı 5 Haziran'da tatil edilmişti. İngiltere, Cemiyet-i Akvam Umumî Katipliği'ne müracaat ile Musul meselesinin ilk toplantı gündemine alınmasını istedi. Umumî Katiplik bu talebi kabul ederek keyfiyeti Ankara'ya bildirdi. Bunun üzerine hükûmet, Cemiyet-i Akvam'daki müzakerelere katılmak için Ali Fethi Bey'le müşavir olarak Münir, Salih, İshakAvnibeylerden mürekkep heyeti 10 Eylül 1924'de Cenevre'ye gönderdi.

Ali Fethi Bey, 24 Eylül 1924 günkü genel toplantıda Musul'un aidiyetini gerektiren coğrafî, ırkî, iktisadî, askerî, siyasî ve demografik sebebleri çeşitli İngilizve Fransız kaynaklarından deliller getirerek izah ettikten sonra buranın kaderinin tayini için en kestirme yolun halkoyunabaşvurmak olduğunu belirtti. İngiliz delegesi Lord Palmur, Türk heyetinin savunduğu fikirlerin aslında İngilizlerin görüşlerini teyid ettiğini, bu durumda kendilerinin ortaya koyduğu taleplerin pratiğe geçirilmesinden başka yol olmadığını söylemiş, bunun üzerine Ali Fethi Bey de tekrar söz alarak sınır meselesinin Musul'un mukadderatından ayrılamayacağı ve Türk tarafıiçin asıl meselenin sınırın Musul'un güneyinden mi kuzeyinden mi çekileceği meselesi olduğunu ifade etmişti.

Eylül 1924 tarihli ikinci genel kurulda, yine aynı mevzular müzakere edilmiş ve ertesi günkü oturumda, Cemiyet-i Akvam Iraküzerinde İngiliz mandasınıkabul etmişti. Cemiyet, iki devletin iddialarını dinledikten sonra durumu hem İngiliz ve Türkhükûmetleriyle hemde Musul'da halk temsilcileri ile görüşmek ve durumu yerinde tahkik etmekle görevli bir "soruşturma komisyonu" kurulmasını 30 Eylül 1924'te karara bağlandı ve komisyon başkanlığına da Kont Telekigetirildi. Komisyon'un Irak'taki incelemelerine İngilizve Türk uzmanlaryardımda bulunabilecekti. Komisyon çalışmaları devam ederken İngilizler, Irak'ta entrikalar çevirmeye başlayarak komisyona zorluk çıkardıkları gibi kuzeye doğru yeni topraklar işgal ediyorlardı. Musul'da halkın Türkiye lehine yaptığı nümayişler İngilizleri hayli kuşkulandırmış, sınırda statüko tehlikeye maruz kalınca konsey, Brüksel'de yaptığı toplantıda 29 Ekim 1924 günü aldığı kararla geçici olarak bir sınır tanımı ortaya koymuş, statükoya uygun olup "Brüksel Sınırı" diye anılan bu sınır geçici olmasından dolayı Türkiyetarafından da kabul edilmişti. Konsey ayrıca meseleyi izlemek ve önerilerde bulunmak üzere İsveç, İspanyave Uruguay temsilcilerinden meydana gelen özel bir komite kurdu. Soruşturma Komisyonu plebisitin, tarafların oy birliği ile olabileceği gibi hususlarda hazırladığı raporunu 16 Temmuz 1925'te Konsey'e sunmuştu, ancak İngilizlerbu rapora da pek itibar etmediler.

Özel komitenin tavsiyesi üzerine konsey, 19 Eylül 1925'te Lahey Adalet Dîvânı'ndan bu raporun Lozan Antlaşması'nın 3/2. maddesine istinaden hukukî dayanağı hakkında görüş istedi. Doktor Tevfik Rüştü8 Ekim'de Dîvân başkitâbetine gönderdiği telgrafta; meselenin siyasî olup, Lozan'ın 3/2. maddesinin "hakemlik" niteliğindeki bir kararı gerektirmediği, bu durumda Türkiye'nin Dîvâna temsilci göndermeyeceğini beyan etti.
Ve… Birgün herkes ɑnlɑr, sevdiğinin kıymetini… Amɑ gidince, Amɑ bitince, Amɑ ölünce… Kısɑcɑ; İş işten geçince!

çelik kapı çeyiz

Cevapla

“Türk Dünyası” sayfasına dön

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 6 misafir