Hz.PegamBerin Mühürü...

Cevapla
Kullanıcı avatarı
moments
Site Yöneticisi
Site Yöneticisi
Mesajlar: 5033
Kayıt: 14 Ağu 2008, 19:14
Konum: Almanya
İletişim:

Hz.PegamBerin Mühürü...

Mesaj gönderen moments » 14 Ağu 2009, 16:00

İslamî kaynaklar, nübüvvet mührü ile ilgili olarak; onun mahiyeti, şekli, doğuştan olup olmayışı, üzerinde bir yazının bulunup bulunmayışı ve Hz. Peygamber vefât edince mührün kayboluşu gibi hususlar üzerinde durmuşlardır. Bilindiği üzere, Hz. Peygamber, bütün insanlarla müşterek olan yaratılışı yanında, diğer insanlardan farklı ve sadece kendine has bir kısım özelliklere de sahipti. O’nun bu özellik arzeden yönü, Şemâil ve Siyer konularından ayrı olarak "Delâil" veya "Hasâis" başlığı altında ayrı bir tür olarak ele alınmış ve bu husustaki bilgiler, Delâil'ün-Nübüvve veya el-Hasâis'ün-Nebeviyye adını taşıyan eserlerde toplanmış ve değerlendirilmiştir.

Öte yandan, Hz. Peygamber'in peygamberler zincirinin son halkası olduğu husûsu, bizzat kendileri tarafından da ifade edilmiştir. Bu konudaki hadisler arasında bir tanesi vardır ki, O, peygamberlik müessesesini ve bu bütün içerisinde Son Peygamber'in yerini, tamamen edebî bir üslûpla tasvîr etmektedir:

"Benimle, benden önce geçen peygamberlerin durumu aynen şuna benzer: Adamın birisi ev yaptırmıştır. O, bu binayı tamamlamış, süsleyip donatmış, ancak bir köşe taşı yerini eksik bırakmıştır. O şâhâne evi görmeye gelenler, binânın içinde gezip dolaşırken, gözleri bu eksik kalan yere ilişince: "Bina çok güzel olmuş, ama, ah bir de şu köşe taşının yeri boş bırakılmış olmasaydı!.” demekten kendilerini alamazlar. İşte ben, yeri boş bırakılan o köşe taşı gibiyim. Ve ben, Peygamberlerin sonuncusuyum" (Buhari, el-Câmi'us-Sahîh, IV, 162-163; Tecrid Tercemesi, IX, 295 vd.)

Gerek Kur'an-ı Kerîm, gerek Hadis-i Şerîflerden açıkça anlaşılacağı üzere, ilk Peygamber Âdem Aleyhisselâm'dan itibaren zaman zaman insanlığa gönderilen Peygamberler kafilesinin sonuncusu, "Âhir Zaman Peygamberi" olarak nitelendirilen Muhammed Aleyhisselâm'dır. Ve O'ndan sonra bir daha peygamber gelmeyecektir.

İşte Cenâb-ı Hak, bir yandan, Hz. Peygamber'in "peygamberlerin mührü" olduğunu ve O'ndan sonra artık bir daha peygamber göndermeyeceğini kesinlikle bildirirken, diğer taraftan da, bu "mühür"ün eserini, O'nun mübârek vücûdunda tecellî ettirmiş bulunmaktadır.

Ashâb-ı Kirâm'ın ve daha sonraki İslam âlimlerinin, Peygamberlik nişanı için kullanmış oldukları tâbirin aslı "Hâtem'ün-nübüvve"dir. Bunu; Nübüvvet hâtemi, Nübüvvet mührü, Peygamberlik mührü, Peygamberlik nişanı, Peygamberlik damgası, Peygamberlik beni, Peygamberlik izi... şeklinde ifâdelendirmek mümkündür.

Kaynaklardaki bilgiler, ana hatlarıyla şöyledir: Hz. Peygamber'in mübârek sırtlarında, kürek kemikleri arasında, elle hissedilecek şekilde kabarık, mühür damgasına benzeyen bir iz vardı.

İslamî kaynaklar, bu "Son Peygamberlik Nişanı" doğuştan mıdır, yoksa sonradan mı oluşmuştur şeklinde nübüvvet mührü'nün bir başka yönü üzerinde de durmuşlardır ki, kaynakların verdiği bilgiye göre; bu mühür, doğuştan değildir. Ancak, ne zaman oluştuğu hususunda ihtilâf edilmiştir. Bu mührün, çocukluğunda, göğsünün melek tarafından açılıp temizlendiği sırada basıldığı husûsu, en yaygın rivâyetler arasındadır. Nübüvvet mührü'nün doğuştan olmadığı gibi vefât edince kaybolduğu yolunda da bir rivâyet vardır. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Peygamberlik nişanı, O'nun mübârek bedenlerinin tabîî bir parçası değil, peygamberlik nişanı ile alâkalı ilâhî bir timsâl-i mücessemdir.





Yüzük Mührü



Hicret'e kadar, Hicaz bölgesinde, mühür kullanma âdeti yoktu. Hz. Peygamber, Hicret'in altıncı senesinde(M.627), bütün komşu devletlere, resmî birer yazı yazıp, yeni kurulan İslam Devleti’ni tanıtmaya davet mektupları göndermek istedi. Yabancı devlet reislerine yazılan bu "dîne dâvet mektupları" yeni bir problem ortaya çıkardı. Ashâbdan bâzıları: "Yâ Rasûlallah! Yabancı devlet reisleri, kendilerine gelen yazılar mühürsüz olursa kabûl etmezler. Onlar, böyle mühürsüz yazıları resmî muâmeleye koymazlar; boşuna göndermiş oluruz" şeklinde fikirler ileri sürdüler. Bunun üzerine hemen bir mühür sipariş edildi. Ve yazılan mektuplar, mühürlendikten sonra yola çıkarıldı.

"Mühür" diye tercüme ettiğimiz tâbirin aslı, "hâtem"dir. Mühr-i Şerîf, yüzük biçiminde yapılmış olduğu içindir ki, hâtem kelimesi, umûmiyetle "yüzük" şeklinde kullanılagelmiştir. Bu sebeple "Hâtem'ün-Nebî" tâbirini, "Peygamberimiz'in yüzük-mührü" şeklinde anlamak ve tercüme etmek gerekmektedir. Abdullah b. Ömer (r.a) anlatıyor:

"Rasûlullah Efendimiz, gümüşten bir yüzük edinmişti. Bununla çeşitli yerlere gönderdikleri yazıları mühürler ve onu takınmazdı".

Kaynakların bize ulaştırdığı vesîkalara göre, Peygamberimizin mühr-i şerîfleri gümüşten mâmuldü ve kaşlı idi. Onun mühür vâzifesini gören yeri burasıydı. Kaşının üzerine ise, "Muhammed Rasûl-Allah" ibâresinin üç kelimesi, birer satır halinde istif edilerek kazınmıştı: Alttan yukarı doğru; birinci satırda "Muhammed" ism-i şerîfi, ikinci satırda "Rasûl", üstte üçüncü satırda da "Allah" ism-i celâli yer alıyordu. Yüzük-mühürlerinin kaşının, yüzüğün kendi mâdeninden olduğuna dâir rivâyetler daha kuvvetli gözükmektedir.

Hz. Peygamber, adı geçen mühür-yüzüklerini yaptırıp mübârek parmaklarına takınca, ashâbından da aynı biçimde yüzük yaptırmak isteyenler çıkmıştır. Bunun üzerine Peygamberimiz, duruma hemen müdahale ederek: "Hiçbir kimse, benim mührümün yazısını taşıyan yüzük yaptırmasın!" buyurmuşlardır. Peygamberimiz, bu yasaklamalarıyla, devlet olma ciddiyetinin disiplinini sağlamış oluyor ve resmiyetle özel hayatı birbirinden kesinlikle ayırmış bulunuyordu. Öte yandan, Rasûlullah’ın bütün zâti eşyaları; pabuçlarından cübbelerine, su bardaklarından kılıçlarına varıncaya kadar hepsi, ashâbına intikal edip birer hâtıra olarak muhafaza edilebildiği halde, mühr-i şerîfleri, bunun istisnâsını teşkîl etmiştir. Kaynakların bütün açıklığı ile belirttiklerine göre, mühr-i şerîf, kendilerinin vefâtından sonra: Hz. Ebûbekir'e, ondan Hz. Ömer'e, ondan da Hz. Osman'a intikâl etmiş; Hz. Osman'ın 12 sene süren halifeliğinin -rivâyete göre- altıncı senesinde ise, "Erîs Kuyusu"na düşerek kaybolmuştur. Mühr-i şerîf'in, başkasına değil de, sıra ile bu üç zâta intikal etmiş olması, onun, şahsî eşya olmadığını ve devletin başkanına âit bir sembol olduğunu göstermektedir. Bilindiği üzere bu üç zât, Hz. Peygamber'den sonra sıra ile Halîfe olmuşlar ve devleti idare etmişlerdir. Her üçü de, devlet başkanı sıfatı ile bir evrak mühürlemek gerektiği zaman bu mühr-i şerîfi kullanmışlardır. Hz. Hüseyin'den nakledilen bir rivâyete göre, Hz. Ali de mührüne aynı ibâreyi kazdırmıştır.

Prof.Dr. Ali Yardım
Ve… Birgün herkes ɑnlɑr, sevdiğinin kıymetini… Amɑ gidince, Amɑ bitince, Amɑ ölünce… Kısɑcɑ; İş işten geçince!

çelik kapı çeyiz

Cevapla

“Peygamberimiz” sayfasına dön

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 21 misafir