Atatürk Hatıraları...
Atatürk Hatıraları...
Sakal
Atatürk Amasya ziyaretindeVali konağında yörenin ileri gelenleri ile sohbette Bir ara tam karsısında oturan birine takılır gözleri Yaşı ellinin üzerinde bu adam beline kadar inen sakalıyla Atatürk'ün dikkatini çeker Ata, yanındaki valinin kulağına eğilip sorar;
- Kimdir bu?
Vali yanıt verir;
- Efendim kendisi Şıh'tır Yörede çok hatırlısı vardır
Atatürk Şıh'ı yanına çağırır ve;
- Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir Sunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan der ve eliyle de boyun altı hizasını gösterir
Şıh;
- � Emrin olur Paşam � diyerek yerine çekilir
Aradan zaman geçer, bir aksam Atatürk Amasya'daki Şıh'ı hatırlar ve Vali'yi telefonla arayıp durumu sorar Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle birlikte, Şıh'ın sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra nazırını çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği�ne tebliğ etmesini ister Ertesi gün Amasya'dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata�yı görmek üzere Ankara'ya yola çıkmış
Şıh gelir, Ata�nın karsısına çıkar Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet bastan sona değiştirilmiş, bambaşka bir görünüme bürünülmüştür Atatürk'ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata'ya sorarlar;
- Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız?
Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp;
- Dün aksam Amasya Valiliği�ne bir yazı gönderdim ve Şıh'ı Afyon'a vali atadığımı bildirdim
der
Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı da Şıh'a vermesini söyler Yazıda söyle yazmaktadır;
- İnancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım Kal sağlıcakla
Kurtdereli
Atatürk, ünlü güreşçi Kurtdereli'ye ödül olarak 1000 liralık bir İş Bankası çeki veriyor Altını Kemal Atatürk diye imzalıyor, zaten çeklerde resmi de var Pehlivan çeki İş Bankası' na ***ürüyor; kendisine 1000 lirayı ödüyorlar Muazzam bir para
Ama Kurtdereli hala bekliyor "Ne bekliyorsun pehlivan?" diye sorduklarında çeki beklediğini söylüyor
"Parayı aldın, çek bizde kalacak" diyorlar
"O zaman alin 1000 liranızı, verin çekimi" diyor "Onda Atatürk'ümün imzası var" Ve parayı iade edip Atatürk imzalı çeki sevgiyle cebine yerleştirerek gidiyor
Bu milletvekilliği ayrıcalığını hiç beğenmedim
--------------------------------------------------------------------------------
Atatürk bir sabah florya�dan dolmabahçe sarayina dönüyor Yesilköy istasyonunun önünden geçerken birdenbire otomobili durduruyor ve basyaver�e:
- sorunuz, tren var mi? Diye emir veriyor
O sirada tren hemen hareket etmek üzeredir, hep birlikte otomobilden inip yanindakilerle trene biniyor Karar ani verildigi ve tatbik edildigi için bu trene binis hemen kimsenin nazari dikkatini çekmiyor Bir müddet sonra, her seyden habersiz olan kondüktör ata�nin bulundugu kompartimana geliyor Kafileyi görünce çekilmek istiyor Ata hemen sesleniyor;
- vazifeni yap! (yanindakileri göstererek) bu efendilere niçin bilet sormuyorsun?
Yanindakiler cevap verirler
- pasam biz mebusuz Tren bileti almayiz Parasiz seyehat ederiz
Ata hayretle:
- bu imtiyazi hiç begenmedim, der Çok ayip ve acayip bir kaide Çok güzel halkçilik!
Ali Kılıç
Devlet imkanlarını amacına uygun kullanma
--------------------------------------------------------------------------------
Sivas kongresi sonrasi, heyeti temsiliye�nin Ankara�ya gelmesi kararlastirildiktan sonra Mustafa Kemal ve Hüseyin Rauf beraberlerindekilerle ankara�ya geldiklerinde keçiören yolu üzerindeki ziraat mektebi�ne misafir edilmislerdi Daha sonra Mustafa Kemal Ankara istasyonundaki gar müdürlügü binasina yerlesti Burasi hem evi, hem çalisma yeriydi
O tarihlerde ankara vilayetinin sehir merkezi kale ve onun hemen çevresi idi Keçiören, Etlik, Dikmen, Ayranci�da bag evleri vardi Bunlar arasinda Çankayada papazin bagi olarak adlandirilan iki katli ev Mustafa Kemal�e armagan edildi ve o da evi ordu�ya devrederek evin adi ordu köskü oldu Iki katli binaya 1924�de ilaveler yapildi fakat bina isitilamiyor idi Zafer, inkilaplar, cumhuriyet, dünyanin üzerimizde toplanan gözleri, Mustafa Kemal�in müstesna sahsiyeti, mütevazi de olsa yeni bir devlet baskanligi konutunu zorunlu kiliyordu
Mustafa Kemal yeri kendi seçti, kayalar düzenlendi, dis cephe pembe rengin hakimiyetinde, içerde yesilin her tonu ile ve planin esasi Mustafa Kemal�in olan yapi 1932�de tamamlandi ve ayni yilin haziran ayinda da tasinildi
Pembe köskün dösenmesi için bütçede pek mütevazi para vardi Gazi, gerekli olani sahsi imkanlari ile karsilama karari aldi ve kendisine tavsiye edilen o günlerde beyoglu istiklal caddesinde bir türk�ün açtigi dekorasyon magazasi sahibi Selahattin Refik beyi ankara�ya davet etti Binayi gezdirdi, arzularini açikladi ve kendisinden teklif istedi
Kisa süre sonra kendisine sunulan tasariyi inceledi, muhatabi konuyu gerçekten biliyordu ve anladi ki, kendisini taniyanlarca da uyarilmisti Buna ragmen teklifleri hazirlayanlari kirmadan ülkenin mütevazi imkanlarini izah edebilmis olmanin rahatligi içinde feragatlar istedi O sirada ata�nin yaninda olan Ankara belediye baskani asaf İlbay bey Ata�nin su açiklamasini kaydeder
�biliyorsunuz burasi cumhurbaskanligi köskü Mülkiyeti devletin Benden sonra buraya meclisin veya belki milletin dogrudan seçecegi zatlar gelecek Bu esyalarin parasini benim sahsen verdigimi sizler biliyorsunuz ama, yarin bunu bilmeyenler içinde yanlis hükümler veren olmaz mi? Memlekete en zaruri hizmetlerin yapilamadigi bütçe darligi içinde israf yapildigini düsünenler bulunmaz mi? Bir endisem de karar mevkinde olanlarin sahsi arzularini devlete yükleme mevzuunda beni emsal göstermelidir Bunu hiç istemem�
Sonra Selahattin Refik bey�e döner:
�sahsi imkanlarin olsa bile, böyle mekânlara asgari masraflarla rahat ve zevkli tefrisi tercih etme tercihindeyim Beni anliyorsunuz zannederim� Der
Cemal Kutay, Atatürk olmasaydi
ATATÜRK'ÜN YARGIÇ KARARINA SAYGISI
Ölümünden iki yıl önce Atatürk'ün canına kıymak için kurulan bir düzen meydana çıkarılmıştı Hem bu düzeni kurmakla suçlanan kimse "Milli Mücadele"den beri Ata'nın yolunda çalışmış; sevgi ve güvenini kazanmış, birçok iyiliklerini de görmüş biriydi Haber, yurtta şaşkınlık ve tiksinme yaratmıştı Herkes bunu konuşuyor, "Nasıl olur, Nasıl olur!" diyor, birtürlü herhangi bir nedene bağlayamıyordu Sanık tutuldu Adalete teslim edildi Fakat Atatürk, olaydan haberi yokmuş gibi, bu konuda ne düşündüğünü açıklamak için ağzını açmadı Adalet son sözünü söyleyinceye dek sustu Atatürk'ün bu suskunluğu, çeşitli yorumlara uğramıştı Kimi "Bu üzüntülü olayı anmak istemiyor" dedi Kimi de "Bunun doğru olduğuna inanmıyor" diye düşündü Sanığa yükletilen suç, yargı yerinde ispat edilemediği için adam aklandı İşte, yargıç kararını bu yolda verdikten sonradır ki Atatürk bu konuda ağzını ilk ve son kez olarak açtı ve yalnız şunu dedi: "Suça yeltenilmiştir; ancak yargıç buna kanacak ölçüde kanıt bulmuş değildir
( Mehmet Ali Ağakay )
VATANI TEK BAŞIMA MÜDAFAA EDERİM
23 Nisan 1920 Ankara'da Büyük Millet Meclisi açılmıştır Memleketin her tarafından birçok mebuslar gelmişti Bu yeni meclise gelenlerin bir kısmı, Ankara'da hiçbir şeyin olmadığını görünce yeise düşmüşlerdi Bahsedilen, ne Yeşilordu, ne hazine, ne yatacak otel, hiçbir şey yoktu Sadece Mustafa Kemal
Bazılarına bu dava çürük gelmiş olacak ki, memleketlerine dönmeye karar verdiler Bunlar geri dönerlerse Meclis'te huzursuzluk olmayacağını anlayan Mustafa Kemal, kürsüye çıktı O gün pek heyecanlıydı Atatürk'ün hayatında belki böyle canlı bir tablo doğmamıştı Mebuslara hitaben:
"İşittim ki, bazı arkadaşlar yoksulluğumuzu bahane ederek, memleketlerine dönmek istiyorlarmış Ben kimseyi zorla Millî Meclis'e davet etmedim Herkes kararında hürdür, bunlara başkaları da katılabilirler Ben bu mukaddes davaya inanmış bir insan sıfatıyla, buradan bir yere gitmemeye karar verdim Hattâ hepiniz gidebilirsiniz Asker Mustafa Kemal, mavzerini eline alır, fişeklerini göğsüne dizer, bir eline de bayrağı alır, bu şekilde Elmadağı'a çıkar, orada tek kurşunum kalına kadar vatanı müdafaa ederim Kurşunlarım bitince bu acîz vücudumu bayrağıma sarar, düşman kurşunlarıyla yaralanır, temiz kanımı, mukaddes bayrağıma içire içire tek başıma can veririm Ben buna ant içtim"
Diye gürleyince, herkesi bir heyecan dalgası sardı Hiçbiri gözyaşlarını zaptedemiyordu
( Enver Benhan Şapolyo )
ÜÇ AYDA
Yeni Türk Alfabesi'nin ilk şekillerini kendisine ***ürdüğüm zaman, komisyonun, en aşağı beş senelik bir geçiş devresi düşündüğünü söylemiştim Gazeteler evvelâ birer sütunlarını yeni harflerle hasredecekler, yavaş yavaş bu sütun sayısı artacak, nihayet bütün gazeteler yeni harflerle çıkacaktı Mektepler için de, bu benzer dereceli usuller düşünmüştük
Dikkatle dinledikten sonra, bir daha sordu:
- "Demek beş sene düşündünüz?"
- Evet
- "Üç ay!" dedi
Donakaldım: Üç ay! Üç ay içinde, bütün memleket neşriyatı Lâtin harflerine değişecekti İlave etti "Ya üç ayda tatbik ederiz, yahut hiç tatbik edemeyiz Sizin Arap harflerine bırakacağınız sütunlar yok mu, onların adedi bire de inse, herkes yalnız o sütunu okur; ve beş sene sonra, tıpkı yarın başlar gibi, başlamaya mecbur oluruz Hele arada bir buhran, bir harp çıkarsa, attığımız adımları da geri alırız"
( Falih Rıfkı Atay )
KUBİLAY OLAYI
Gericiler memleketin her tarafından kışkırtmalar yapmaktan geri kalmıyordu Değişik yerlerden gelen haberlerden, alınan tedbirlerle olayların büyümeden durdurulduğu anlaşılıyordu
29 Aralık 1930 günü, Erenköylü Derviş Mehmet altı arkadaşıyla beraber Menemen hükümet konağına gelerek, "Ben mehdiyim, dinimiz mahvoluyor, şeriatı kurtarmaya geldim" diye bağırmaya başlamıştı Halkı şeriat için bir bayrak altında toplamaya davet ediyordu Büyük bir kalabalık tekbirler getirerek toplanmaya başlamıştı Menemen'de yedek subaylığını yapmakta olan öğretmen "Kubilay" bu olaya mani olmaya kalkışınca, Derviş Mehmet ve arkadaşları kendisini yere yatırmışlar ve Derviş'in elindeki bıçakla başını keserek vücudundan ayırmışlardı Orada bulunan 1500 kadar Menemenliden hiç kimse mani olmaya çalışmamış, bilakis tekbirler getirerek bu haince hareketi desteklemişlerdi Derviş Mehmet, Kubilay'ın aşını kestikten sonra, kanını içemek helaldir diyerek avucuna aldığı kanı içmişti Sonra kesik baş bir kazığa saplanarak halka gösterilmişti Bu arada meydana yetişen bir bekçi ile jandarma askerini de öldürmüşlerdi
Bu haber Ankara'da bir bomba tesiri yaptı Derhal Köşke çağırıldım Mustafa Kemal Paşa görülmemiş şekilde kızgın, üzgün ve heyecanlıydı Başvekil İsmet Paşa, Milli Müdafaa Vekili Zekai Bey ( Apaydın ), Ordu Müfettişi Fahrettin Paşa ( Altay ) da Köşke geldiler Mustafa Kemal Paşa, çok sinirli bir durumda söze başladı: "Bu ne haldir, mürteciler hükümet meydanında ordunun subayını din adına boğazlayabiliyorlar Binlerce Menemenliden kimse çıkıp mani olmuyor, bilakis tekbirlerle teşvik ediyorlar Yunan idaresi altındayken bu hainler neredeydiler? Onların namusunu ve dinini kurtaran ordunun bir subayına reva gördükleri bu saldırının cezasını yalnız hain katiller değil, hepsi en ağır şekilde çekmelidir Bu Cumhuriyet'i ve bizim başımızı kesmektir Bundan bütün Menemen sorumludur Bu kasaba "Vilmodit" ilan edilmeye müstahak olmuştur Fransızca olan "Ville Maudite" kelimesinin karşılığı cezalandırılmış şehirdir Vilmodit kasaba demek; o kasabanın bütün halkı şehir dışına çıkarılır, aileler, birer ikişer memleketin başka şehirlerine dağıtılır, tam boşaltılmış şehir tümüyle yakılır, bugünki ve yarınki nesillere ibret olmak üzere hükümet meydanına büyük bir siyah taş, sütun olarak dikilir Derhal harekete geçmeliyi, dedi Cevaplarımızı bekliyordu, yalnız itiraz dinlemeye tahammülü olmadığı anlaşılıyordu Vakit kazanmak ve havayı biraz yumuşatmak düşüncesiyle, "Acaba ayrıntılı raporların gelmesini beklesek mi" diye bir görüş ortaya attım Hiç cevap vermedi Bir süre oturdu Biz de konuşmadık Menemen'de orduya hizmet eden veya önceden hizmet etmiş olan askerler ve aileleri vardı, masum çocuklar, ihtiyarlar, aciz kadınlar böyle ağır bir cezaya ister istemez maruz kalacaklardı Konuşmasak bile bu fikirleri hepimiz zihnimizden geçiriyorduk Belki bu susma sırasında Mustafa Kemal Paşa da bunları düşündü Ancak taviz vermeye niyetli görülmüyordu, "İşte böyle olacak, dağılalım" dedi ve kalktı Aramızda, bir iki gün beklemeyi, Mustafa Kemal Paşa'nın tepkisinin ne ölçüde değişebileceğini görmeyi uygun gördük Ancak normal kanuni işleri hemen başlattık Paşa'dan birkaç gün ses çıkmadı Bir daha "Vilmodit" ten bahsetmedi Menemen'e yollanan kuvvetler Derviş Mehmet'i ve arkadaşlarını yakaladılar Orada kurulan Divanı Harp'te mahkeme edilerek idam edildiler Ayrıca yakalanan baş teşvikçiler de cezalandırıldılar Mustafa Kemal Paşa bu olayı hiçbir zaman unutmadı Bütün memlekette daha ciddi önlemlerin alınması gereği ortaya çıkmıştı İrtica ile mücadele hızlandırıldı
( Kâzım Özalp )
Atatürk Amasya ziyaretindeVali konağında yörenin ileri gelenleri ile sohbette Bir ara tam karsısında oturan birine takılır gözleri Yaşı ellinin üzerinde bu adam beline kadar inen sakalıyla Atatürk'ün dikkatini çeker Ata, yanındaki valinin kulağına eğilip sorar;
- Kimdir bu?
Vali yanıt verir;
- Efendim kendisi Şıh'tır Yörede çok hatırlısı vardır
Atatürk Şıh'ı yanına çağırır ve;
- Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir Sunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan der ve eliyle de boyun altı hizasını gösterir
Şıh;
- � Emrin olur Paşam � diyerek yerine çekilir
Aradan zaman geçer, bir aksam Atatürk Amasya'daki Şıh'ı hatırlar ve Vali'yi telefonla arayıp durumu sorar Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle birlikte, Şıh'ın sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra nazırını çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği�ne tebliğ etmesini ister Ertesi gün Amasya'dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata�yı görmek üzere Ankara'ya yola çıkmış
Şıh gelir, Ata�nın karsısına çıkar Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet bastan sona değiştirilmiş, bambaşka bir görünüme bürünülmüştür Atatürk'ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata'ya sorarlar;
- Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız?
Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp;
- Dün aksam Amasya Valiliği�ne bir yazı gönderdim ve Şıh'ı Afyon'a vali atadığımı bildirdim
der
Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı da Şıh'a vermesini söyler Yazıda söyle yazmaktadır;
- İnancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım Kal sağlıcakla
Kurtdereli
Atatürk, ünlü güreşçi Kurtdereli'ye ödül olarak 1000 liralık bir İş Bankası çeki veriyor Altını Kemal Atatürk diye imzalıyor, zaten çeklerde resmi de var Pehlivan çeki İş Bankası' na ***ürüyor; kendisine 1000 lirayı ödüyorlar Muazzam bir para
Ama Kurtdereli hala bekliyor "Ne bekliyorsun pehlivan?" diye sorduklarında çeki beklediğini söylüyor
"Parayı aldın, çek bizde kalacak" diyorlar
"O zaman alin 1000 liranızı, verin çekimi" diyor "Onda Atatürk'ümün imzası var" Ve parayı iade edip Atatürk imzalı çeki sevgiyle cebine yerleştirerek gidiyor
Bu milletvekilliği ayrıcalığını hiç beğenmedim
--------------------------------------------------------------------------------
Atatürk bir sabah florya�dan dolmabahçe sarayina dönüyor Yesilköy istasyonunun önünden geçerken birdenbire otomobili durduruyor ve basyaver�e:
- sorunuz, tren var mi? Diye emir veriyor
O sirada tren hemen hareket etmek üzeredir, hep birlikte otomobilden inip yanindakilerle trene biniyor Karar ani verildigi ve tatbik edildigi için bu trene binis hemen kimsenin nazari dikkatini çekmiyor Bir müddet sonra, her seyden habersiz olan kondüktör ata�nin bulundugu kompartimana geliyor Kafileyi görünce çekilmek istiyor Ata hemen sesleniyor;
- vazifeni yap! (yanindakileri göstererek) bu efendilere niçin bilet sormuyorsun?
Yanindakiler cevap verirler
- pasam biz mebusuz Tren bileti almayiz Parasiz seyehat ederiz
Ata hayretle:
- bu imtiyazi hiç begenmedim, der Çok ayip ve acayip bir kaide Çok güzel halkçilik!
Ali Kılıç
Devlet imkanlarını amacına uygun kullanma
--------------------------------------------------------------------------------
Sivas kongresi sonrasi, heyeti temsiliye�nin Ankara�ya gelmesi kararlastirildiktan sonra Mustafa Kemal ve Hüseyin Rauf beraberlerindekilerle ankara�ya geldiklerinde keçiören yolu üzerindeki ziraat mektebi�ne misafir edilmislerdi Daha sonra Mustafa Kemal Ankara istasyonundaki gar müdürlügü binasina yerlesti Burasi hem evi, hem çalisma yeriydi
O tarihlerde ankara vilayetinin sehir merkezi kale ve onun hemen çevresi idi Keçiören, Etlik, Dikmen, Ayranci�da bag evleri vardi Bunlar arasinda Çankayada papazin bagi olarak adlandirilan iki katli ev Mustafa Kemal�e armagan edildi ve o da evi ordu�ya devrederek evin adi ordu köskü oldu Iki katli binaya 1924�de ilaveler yapildi fakat bina isitilamiyor idi Zafer, inkilaplar, cumhuriyet, dünyanin üzerimizde toplanan gözleri, Mustafa Kemal�in müstesna sahsiyeti, mütevazi de olsa yeni bir devlet baskanligi konutunu zorunlu kiliyordu
Mustafa Kemal yeri kendi seçti, kayalar düzenlendi, dis cephe pembe rengin hakimiyetinde, içerde yesilin her tonu ile ve planin esasi Mustafa Kemal�in olan yapi 1932�de tamamlandi ve ayni yilin haziran ayinda da tasinildi
Pembe köskün dösenmesi için bütçede pek mütevazi para vardi Gazi, gerekli olani sahsi imkanlari ile karsilama karari aldi ve kendisine tavsiye edilen o günlerde beyoglu istiklal caddesinde bir türk�ün açtigi dekorasyon magazasi sahibi Selahattin Refik beyi ankara�ya davet etti Binayi gezdirdi, arzularini açikladi ve kendisinden teklif istedi
Kisa süre sonra kendisine sunulan tasariyi inceledi, muhatabi konuyu gerçekten biliyordu ve anladi ki, kendisini taniyanlarca da uyarilmisti Buna ragmen teklifleri hazirlayanlari kirmadan ülkenin mütevazi imkanlarini izah edebilmis olmanin rahatligi içinde feragatlar istedi O sirada ata�nin yaninda olan Ankara belediye baskani asaf İlbay bey Ata�nin su açiklamasini kaydeder
�biliyorsunuz burasi cumhurbaskanligi köskü Mülkiyeti devletin Benden sonra buraya meclisin veya belki milletin dogrudan seçecegi zatlar gelecek Bu esyalarin parasini benim sahsen verdigimi sizler biliyorsunuz ama, yarin bunu bilmeyenler içinde yanlis hükümler veren olmaz mi? Memlekete en zaruri hizmetlerin yapilamadigi bütçe darligi içinde israf yapildigini düsünenler bulunmaz mi? Bir endisem de karar mevkinde olanlarin sahsi arzularini devlete yükleme mevzuunda beni emsal göstermelidir Bunu hiç istemem�
Sonra Selahattin Refik bey�e döner:
�sahsi imkanlarin olsa bile, böyle mekânlara asgari masraflarla rahat ve zevkli tefrisi tercih etme tercihindeyim Beni anliyorsunuz zannederim� Der
Cemal Kutay, Atatürk olmasaydi
ATATÜRK'ÜN YARGIÇ KARARINA SAYGISI
Ölümünden iki yıl önce Atatürk'ün canına kıymak için kurulan bir düzen meydana çıkarılmıştı Hem bu düzeni kurmakla suçlanan kimse "Milli Mücadele"den beri Ata'nın yolunda çalışmış; sevgi ve güvenini kazanmış, birçok iyiliklerini de görmüş biriydi Haber, yurtta şaşkınlık ve tiksinme yaratmıştı Herkes bunu konuşuyor, "Nasıl olur, Nasıl olur!" diyor, birtürlü herhangi bir nedene bağlayamıyordu Sanık tutuldu Adalete teslim edildi Fakat Atatürk, olaydan haberi yokmuş gibi, bu konuda ne düşündüğünü açıklamak için ağzını açmadı Adalet son sözünü söyleyinceye dek sustu Atatürk'ün bu suskunluğu, çeşitli yorumlara uğramıştı Kimi "Bu üzüntülü olayı anmak istemiyor" dedi Kimi de "Bunun doğru olduğuna inanmıyor" diye düşündü Sanığa yükletilen suç, yargı yerinde ispat edilemediği için adam aklandı İşte, yargıç kararını bu yolda verdikten sonradır ki Atatürk bu konuda ağzını ilk ve son kez olarak açtı ve yalnız şunu dedi: "Suça yeltenilmiştir; ancak yargıç buna kanacak ölçüde kanıt bulmuş değildir
( Mehmet Ali Ağakay )
VATANI TEK BAŞIMA MÜDAFAA EDERİM
23 Nisan 1920 Ankara'da Büyük Millet Meclisi açılmıştır Memleketin her tarafından birçok mebuslar gelmişti Bu yeni meclise gelenlerin bir kısmı, Ankara'da hiçbir şeyin olmadığını görünce yeise düşmüşlerdi Bahsedilen, ne Yeşilordu, ne hazine, ne yatacak otel, hiçbir şey yoktu Sadece Mustafa Kemal
Bazılarına bu dava çürük gelmiş olacak ki, memleketlerine dönmeye karar verdiler Bunlar geri dönerlerse Meclis'te huzursuzluk olmayacağını anlayan Mustafa Kemal, kürsüye çıktı O gün pek heyecanlıydı Atatürk'ün hayatında belki böyle canlı bir tablo doğmamıştı Mebuslara hitaben:
"İşittim ki, bazı arkadaşlar yoksulluğumuzu bahane ederek, memleketlerine dönmek istiyorlarmış Ben kimseyi zorla Millî Meclis'e davet etmedim Herkes kararında hürdür, bunlara başkaları da katılabilirler Ben bu mukaddes davaya inanmış bir insan sıfatıyla, buradan bir yere gitmemeye karar verdim Hattâ hepiniz gidebilirsiniz Asker Mustafa Kemal, mavzerini eline alır, fişeklerini göğsüne dizer, bir eline de bayrağı alır, bu şekilde Elmadağı'a çıkar, orada tek kurşunum kalına kadar vatanı müdafaa ederim Kurşunlarım bitince bu acîz vücudumu bayrağıma sarar, düşman kurşunlarıyla yaralanır, temiz kanımı, mukaddes bayrağıma içire içire tek başıma can veririm Ben buna ant içtim"
Diye gürleyince, herkesi bir heyecan dalgası sardı Hiçbiri gözyaşlarını zaptedemiyordu
( Enver Benhan Şapolyo )
ÜÇ AYDA
Yeni Türk Alfabesi'nin ilk şekillerini kendisine ***ürdüğüm zaman, komisyonun, en aşağı beş senelik bir geçiş devresi düşündüğünü söylemiştim Gazeteler evvelâ birer sütunlarını yeni harflerle hasredecekler, yavaş yavaş bu sütun sayısı artacak, nihayet bütün gazeteler yeni harflerle çıkacaktı Mektepler için de, bu benzer dereceli usuller düşünmüştük
Dikkatle dinledikten sonra, bir daha sordu:
- "Demek beş sene düşündünüz?"
- Evet
- "Üç ay!" dedi
Donakaldım: Üç ay! Üç ay içinde, bütün memleket neşriyatı Lâtin harflerine değişecekti İlave etti "Ya üç ayda tatbik ederiz, yahut hiç tatbik edemeyiz Sizin Arap harflerine bırakacağınız sütunlar yok mu, onların adedi bire de inse, herkes yalnız o sütunu okur; ve beş sene sonra, tıpkı yarın başlar gibi, başlamaya mecbur oluruz Hele arada bir buhran, bir harp çıkarsa, attığımız adımları da geri alırız"
( Falih Rıfkı Atay )
KUBİLAY OLAYI
Gericiler memleketin her tarafından kışkırtmalar yapmaktan geri kalmıyordu Değişik yerlerden gelen haberlerden, alınan tedbirlerle olayların büyümeden durdurulduğu anlaşılıyordu
29 Aralık 1930 günü, Erenköylü Derviş Mehmet altı arkadaşıyla beraber Menemen hükümet konağına gelerek, "Ben mehdiyim, dinimiz mahvoluyor, şeriatı kurtarmaya geldim" diye bağırmaya başlamıştı Halkı şeriat için bir bayrak altında toplamaya davet ediyordu Büyük bir kalabalık tekbirler getirerek toplanmaya başlamıştı Menemen'de yedek subaylığını yapmakta olan öğretmen "Kubilay" bu olaya mani olmaya kalkışınca, Derviş Mehmet ve arkadaşları kendisini yere yatırmışlar ve Derviş'in elindeki bıçakla başını keserek vücudundan ayırmışlardı Orada bulunan 1500 kadar Menemenliden hiç kimse mani olmaya çalışmamış, bilakis tekbirler getirerek bu haince hareketi desteklemişlerdi Derviş Mehmet, Kubilay'ın aşını kestikten sonra, kanını içemek helaldir diyerek avucuna aldığı kanı içmişti Sonra kesik baş bir kazığa saplanarak halka gösterilmişti Bu arada meydana yetişen bir bekçi ile jandarma askerini de öldürmüşlerdi
Bu haber Ankara'da bir bomba tesiri yaptı Derhal Köşke çağırıldım Mustafa Kemal Paşa görülmemiş şekilde kızgın, üzgün ve heyecanlıydı Başvekil İsmet Paşa, Milli Müdafaa Vekili Zekai Bey ( Apaydın ), Ordu Müfettişi Fahrettin Paşa ( Altay ) da Köşke geldiler Mustafa Kemal Paşa, çok sinirli bir durumda söze başladı: "Bu ne haldir, mürteciler hükümet meydanında ordunun subayını din adına boğazlayabiliyorlar Binlerce Menemenliden kimse çıkıp mani olmuyor, bilakis tekbirlerle teşvik ediyorlar Yunan idaresi altındayken bu hainler neredeydiler? Onların namusunu ve dinini kurtaran ordunun bir subayına reva gördükleri bu saldırının cezasını yalnız hain katiller değil, hepsi en ağır şekilde çekmelidir Bu Cumhuriyet'i ve bizim başımızı kesmektir Bundan bütün Menemen sorumludur Bu kasaba "Vilmodit" ilan edilmeye müstahak olmuştur Fransızca olan "Ville Maudite" kelimesinin karşılığı cezalandırılmış şehirdir Vilmodit kasaba demek; o kasabanın bütün halkı şehir dışına çıkarılır, aileler, birer ikişer memleketin başka şehirlerine dağıtılır, tam boşaltılmış şehir tümüyle yakılır, bugünki ve yarınki nesillere ibret olmak üzere hükümet meydanına büyük bir siyah taş, sütun olarak dikilir Derhal harekete geçmeliyi, dedi Cevaplarımızı bekliyordu, yalnız itiraz dinlemeye tahammülü olmadığı anlaşılıyordu Vakit kazanmak ve havayı biraz yumuşatmak düşüncesiyle, "Acaba ayrıntılı raporların gelmesini beklesek mi" diye bir görüş ortaya attım Hiç cevap vermedi Bir süre oturdu Biz de konuşmadık Menemen'de orduya hizmet eden veya önceden hizmet etmiş olan askerler ve aileleri vardı, masum çocuklar, ihtiyarlar, aciz kadınlar böyle ağır bir cezaya ister istemez maruz kalacaklardı Konuşmasak bile bu fikirleri hepimiz zihnimizden geçiriyorduk Belki bu susma sırasında Mustafa Kemal Paşa da bunları düşündü Ancak taviz vermeye niyetli görülmüyordu, "İşte böyle olacak, dağılalım" dedi ve kalktı Aramızda, bir iki gün beklemeyi, Mustafa Kemal Paşa'nın tepkisinin ne ölçüde değişebileceğini görmeyi uygun gördük Ancak normal kanuni işleri hemen başlattık Paşa'dan birkaç gün ses çıkmadı Bir daha "Vilmodit" ten bahsetmedi Menemen'e yollanan kuvvetler Derviş Mehmet'i ve arkadaşlarını yakaladılar Orada kurulan Divanı Harp'te mahkeme edilerek idam edildiler Ayrıca yakalanan baş teşvikçiler de cezalandırıldılar Mustafa Kemal Paşa bu olayı hiçbir zaman unutmadı Bütün memlekette daha ciddi önlemlerin alınması gereği ortaya çıkmıştı İrtica ile mücadele hızlandırıldı
( Kâzım Özalp )
Ve… Birgün herkes ɑnlɑr, sevdiğinin kıymetini… Amɑ gidince, Amɑ bitince, Amɑ ölünce… Kısɑcɑ; İş işten geçince!
çelik kapı çeyiz
çelik kapı çeyiz
Re: Atatürk Hatıraları...
--------------------------------------------------------------------------------
KUR'AN OKUYANA SAYGI
Sakarya Harbi 22 gün 22 gece devam etmiş, tam deyimle kan gövdeyi ***ürmüştü Bu nedenle tarih kitapları Sakarya Harbi'ni en kanlı muharebelerden biri olarak yazmıştırBu muharebe içinde mermilerin üzerimizden geçtiği günlerden bir gün, Atatürk beni çadırlarına emrettiler Çadıra koştum, Atatürk ayakta ve masada açılmış harita başında çok gergin ve sinirli idi Çadıra girer girmez, bana hemen Fevzi Paşa'yı çağırmamı emrettiler"Baş üzerine Paşam" diyerek çıktım, atıma atlayarak Fevzi Paşa'nın çadırına atımı yıldırım gibi sürdüm Artık neredeyse düşman mermileri bizim çadırlarımıza düşecekti O toz toprak arasında, Paşa'nın çadırına nefes nefese geldim ve hemen içeri daldım İçeri girince baktım ki, Fevzi Paşa arkaları kapıya, yüzleri kıbleye dönük diz çökmüş vaziyette kendilerinden geçmişler ve vecd içinde yüksek sesle Kuran-ı Kerim okuyorlardı Kendilerinden o kadar geçmişlerdi ki, arkaları da kapıya dönük olduğundan benim içeri girdiğimi görmediler ve duymadılar bile Ben hiç ses çıkarmadan ağzımı elimle tutarak geri geri yavaşça çadırdan çıkıp, atıma atlayıp Ata'ya yıldırım gibi geri geldim Geldim ama, attan inerken aklım başıma gelmişti Ata'ya ne diyecektim Emrine ne cevap verecektim Fakat bunları düşünmeye bile zaman yoktu Hemen Ata'nın çadırına daldım Çadıra girdiğimde Ata hala ayakta ve açık harp krokisi önünde idi Girer girmez, "Nerde Fevzi Paşa" diye gürledi "Paşam" dedim "Fevzi Paşa'nın çadırına gittiğimde, Fevzi Paşa Kuran-ı Kerim okuyorlardı Beni görmediler, ben de hiçbir şey söylemeden geldim Emrederseniz tekrar gidip emrinizi bildireyim" dedim Atatürk şöyle bir durdu, "Bırak Paşa Kuran'ını okusun Allah'ın izni ile biz düşmanı yeneceğiz Rahatsız etmeyelim Paşa'mızı" buyurdular
( Muzaffer Kılıç, 1921 )
ATATÜRK'ÜN ZAFERDEN SONRA ANKARA'YA GELİŞİ
Büyük Taarruz başarılmış ve düşman denize dökülmüştü Ülkenin her yerinde bu bayram kutlanıyordu Davullar çalınıyor, zeybekler oynanıyordu Her evde, her ocak başında bu konuşuluyor; herkes birbirine sarılıp bunu kutluyordu Ben, bu son muharebede yaralanmış, Ankara'ya gönderilmiştim Ankara'da Numune Hastanesi'nde yatıyordum Bizler bu olayları gazetelerden ve gelen hasta bakıcılardan öğreniyorduk Bir Ekim günü Ata'nın Ankara'ya döneceği haberi hastanede yıldırım gibi duyuldu Bu haber bütün hastalara bir hayat iksiri gibi tesir etmiş ve herkes iyileşmişti Hepimiz Ata'yı karşılamaya gitmek istiyorduk Fakat hastanedeki doktor ve bakıcılar tabii ki buna izin vermek istemiyorlardı Biz birkaç gazi asker ve subay arkadaşla beraber istasyona gizlice gitmeye karar verdik O gün sabahleyin kendimize çeki düzen vererek; yarı sivil, yarı asker, yarı hastane kıyafetiyle istasyona koştuk İstasyona bir geldik ki, mahşeri bir kalabalık; bugün kü Gençlik Parkı ve Paraşüt Kulesi'nin olduğu yeri hınca hınç doldurmuştu Yüzbinlerce kişi, kadını, erkeği, ihtiyarı genciyle civar köy, kasaba ve vilayetlerden; atlarla, arabalarla, kağnılarla, eşeklerle gelmişler, Ata'yı görmek için meydanları doldurmuşlardıAdım atacak yer yoktu Davullar çalınıyor, zeybekler oynuyor, halaylar çekiliyordu Az sonra sesler kesildi Herkes trenin istasyona girmekte olduğunu söyledi Sonra da tren istayona girdi "Yaşa var ol!" sesleri, davul-zurna seslerine karışıyordu Atatürk trenden inmiş ve istasyondan Meclis'e kadar yürüyerek kumandanlarıyla beraber ilerliyordu Kurbanlar kesiliyor herkes ve bizler gözyaşları ile bu sevince katılıyorduk Ata'nın adımının önüne kundaktaki çocuğunu, "Sana bu evladım veya torunum da feda olsun" demek için koyan kadınlar, nineler gördüm Bizler bu coşku içinde erlerle sarılıp ağlaşıyorduk Atatürk, bir ilah gibi, bu coşkulu karşılama arasında hiçbir aşırı hareket göstermeden rüzgar gibi tak, tak, tak, tak diye askerce yürüyerek geçip, Meclis'e gitti Bizler bu mutlu sonu bir muhteşem film gibi seyrederek ve gördüklerimizi birbirimize anlatarak hastaneye döndük Hastaneye bir geldik ki, hastanede birkaç ağır hasta ve birkaç bakıcıdan başka hiç kimse kalmamış Sargılarla, alçılı ayaklarla koltuk değnekleriyle herkes bizler gibi bu muhteşem merasimi görmeye koşmuştu
( Halil Nuri Yurdakul )
YARIN CUMHURİYETİ İLÂN EDECEĞİZ
Seçim yeni yapılmış, meclis yeni kurulmuş, sonuç Mustafa Kemal'in beklentisine en yakın biçimde alınmıştı 26 Ekim 1923 akşamı Gazi, kabineyi Çankaya Köşki'nde toplantıya çağırdı Bu toplantıda başvekil Fethi Okyar'ın istifası karara bağlandı Ertesi sabah haber, gazete manşetlerinde yer alacaktı 28 Ekim gecesi, Çankaya'daki akşam yemeğine Latife Hanım da katıldı Son derece heyecanlıydı İçi içine sığmıyordu Çünki o akşam yemeğinin gündemini biliyordu Sevgili Paşa'sı niyetlerini önce eşine heyecan ve içtenlikle anlatmıştı Latife Hanım bu sebeple birkaç kez mutfağa inmiş, yemeklerin o akşam yaşanacak olayların şanına yaraşır olmasına özen göstermişti Mustafa Kemal arkadaşalarına, yemekten sonra anayasanın bazı maddeleri üzerinde çalışacağını bildirmiş, yeni başkan adayı olduğu söylenen İsmet Paşa'yı da bu çalışmaya davet etmişti İsmet Paşa bu daveti bekliyordu Sofrada seçim heyecanı, seçim dedikoduları, yeni seçilenler, bu kez meclise giremeyenler hakkında konuşmalar sürüp giderken, Mustafa Kemal bıçağını eline aldı, doğruldu, derin bir nefes aldıktan sonra hafifçe tabağına vurarak: "Beyler!" dedi O da heyecanlı, kaşları çatılmış, ama gözlerinde güleç bir ifade ile arkadaşlarına bakıyordu Çıt çıkmıyordu şimdi yemek salonunda "Beyler, yarın Cumhuriyeti ilân edeceğiz!" Tek tek herkasin yüzüne bakarak durumu kontrol ediyordu Şimdi sofradakiler yıldırım çarpmış gibi kalakalmıştı Neden sonra, beyinlerinde şok yaratan bu haberi alkışlamak birilerinin aklına geldi ve yemek odası bir anda sanki patladı Mustafa Kemal uygun bir süre bekledikten sonra açıklamasını sürdürdü: "Türkiye Devleti'nin hükümet şekli Cumhuriyet'tir Bunu aAnayasa'mıza yarınki Meclis toplantısında koyduracağız Hazırlıklarımızı birkez daha gözden geçirmemiz lâzım" Gerçekten de iki arkadaş bütün gece süren çalışmalarını sabah ezanları okunurken bitirebildiler İsmet Paşa, Mustafa Kemal'in ısrarıyla Çankaya Köşkü'nde kaldı, birkaç saat uyudu
( Nezihe Araz )
TÜRK ALFABESİ
Atatürk, milli tarih ve dilimizin asıl gerçeğine yol açabilmek için Güneş - Dil teorisine uzanan, dikkatleri çekebilme yolları denedi Bu arada asıl gayesini açıklamadı Yusuf Akçura, Ağaoğlu Ahmet, Sadri Maksudi Arsal, İbrahim Necmi Dilmen, Dr Saim Dilemre ve Veled Çelebi İzbudak gibi konunun uzmanlarından şunu istedi: "Bana bir konuşulan Türkçe yapacaksınız ki, dünyanın neresinde olursa olsun bütün Türkler, temelde bu dili anlayabilecekler Bugün, Türk Anavatanı, Rus işgali altındadır Komünizm, her yolu denemekte olan bir asimilasyon ve jenosit tatbikatı içindedir Birgün yıkılacaklardır; fakat o günü bekleyemeyiz Çünki, Artlarında kalanlar dillerini kökten kaybetmişler ve biz onlara hep birlikte anlayabileceğimiz bir dili vermezsek boşluk doldurulamaz Sizden bunu istiyorum" Evet Atatürk olmasaydı bizi benliğimize kavuşturan gerçek tarihimizden de, cehaleti yenmek yolunda başlıca dayancımız olan Türk Alfabesi'nden de sona kadar mahrum kalırdık Dilimiz, Arap - Farsçası'nın yanında, salgın haline gelmesi, O'nun aramızdan ayrılmasından sonra başlayan, her dilde yabancı kelimelerin istilâsıyla eriyip giderdi
( Cemal Kutay )
KUR'AN OKUYANA SAYGI
Sakarya Harbi 22 gün 22 gece devam etmiş, tam deyimle kan gövdeyi ***ürmüştü Bu nedenle tarih kitapları Sakarya Harbi'ni en kanlı muharebelerden biri olarak yazmıştırBu muharebe içinde mermilerin üzerimizden geçtiği günlerden bir gün, Atatürk beni çadırlarına emrettiler Çadıra koştum, Atatürk ayakta ve masada açılmış harita başında çok gergin ve sinirli idi Çadıra girer girmez, bana hemen Fevzi Paşa'yı çağırmamı emrettiler"Baş üzerine Paşam" diyerek çıktım, atıma atlayarak Fevzi Paşa'nın çadırına atımı yıldırım gibi sürdüm Artık neredeyse düşman mermileri bizim çadırlarımıza düşecekti O toz toprak arasında, Paşa'nın çadırına nefes nefese geldim ve hemen içeri daldım İçeri girince baktım ki, Fevzi Paşa arkaları kapıya, yüzleri kıbleye dönük diz çökmüş vaziyette kendilerinden geçmişler ve vecd içinde yüksek sesle Kuran-ı Kerim okuyorlardı Kendilerinden o kadar geçmişlerdi ki, arkaları da kapıya dönük olduğundan benim içeri girdiğimi görmediler ve duymadılar bile Ben hiç ses çıkarmadan ağzımı elimle tutarak geri geri yavaşça çadırdan çıkıp, atıma atlayıp Ata'ya yıldırım gibi geri geldim Geldim ama, attan inerken aklım başıma gelmişti Ata'ya ne diyecektim Emrine ne cevap verecektim Fakat bunları düşünmeye bile zaman yoktu Hemen Ata'nın çadırına daldım Çadıra girdiğimde Ata hala ayakta ve açık harp krokisi önünde idi Girer girmez, "Nerde Fevzi Paşa" diye gürledi "Paşam" dedim "Fevzi Paşa'nın çadırına gittiğimde, Fevzi Paşa Kuran-ı Kerim okuyorlardı Beni görmediler, ben de hiçbir şey söylemeden geldim Emrederseniz tekrar gidip emrinizi bildireyim" dedim Atatürk şöyle bir durdu, "Bırak Paşa Kuran'ını okusun Allah'ın izni ile biz düşmanı yeneceğiz Rahatsız etmeyelim Paşa'mızı" buyurdular
( Muzaffer Kılıç, 1921 )
ATATÜRK'ÜN ZAFERDEN SONRA ANKARA'YA GELİŞİ
Büyük Taarruz başarılmış ve düşman denize dökülmüştü Ülkenin her yerinde bu bayram kutlanıyordu Davullar çalınıyor, zeybekler oynanıyordu Her evde, her ocak başında bu konuşuluyor; herkes birbirine sarılıp bunu kutluyordu Ben, bu son muharebede yaralanmış, Ankara'ya gönderilmiştim Ankara'da Numune Hastanesi'nde yatıyordum Bizler bu olayları gazetelerden ve gelen hasta bakıcılardan öğreniyorduk Bir Ekim günü Ata'nın Ankara'ya döneceği haberi hastanede yıldırım gibi duyuldu Bu haber bütün hastalara bir hayat iksiri gibi tesir etmiş ve herkes iyileşmişti Hepimiz Ata'yı karşılamaya gitmek istiyorduk Fakat hastanedeki doktor ve bakıcılar tabii ki buna izin vermek istemiyorlardı Biz birkaç gazi asker ve subay arkadaşla beraber istasyona gizlice gitmeye karar verdik O gün sabahleyin kendimize çeki düzen vererek; yarı sivil, yarı asker, yarı hastane kıyafetiyle istasyona koştuk İstasyona bir geldik ki, mahşeri bir kalabalık; bugün kü Gençlik Parkı ve Paraşüt Kulesi'nin olduğu yeri hınca hınç doldurmuştu Yüzbinlerce kişi, kadını, erkeği, ihtiyarı genciyle civar köy, kasaba ve vilayetlerden; atlarla, arabalarla, kağnılarla, eşeklerle gelmişler, Ata'yı görmek için meydanları doldurmuşlardıAdım atacak yer yoktu Davullar çalınıyor, zeybekler oynuyor, halaylar çekiliyordu Az sonra sesler kesildi Herkes trenin istasyona girmekte olduğunu söyledi Sonra da tren istayona girdi "Yaşa var ol!" sesleri, davul-zurna seslerine karışıyordu Atatürk trenden inmiş ve istasyondan Meclis'e kadar yürüyerek kumandanlarıyla beraber ilerliyordu Kurbanlar kesiliyor herkes ve bizler gözyaşları ile bu sevince katılıyorduk Ata'nın adımının önüne kundaktaki çocuğunu, "Sana bu evladım veya torunum da feda olsun" demek için koyan kadınlar, nineler gördüm Bizler bu coşku içinde erlerle sarılıp ağlaşıyorduk Atatürk, bir ilah gibi, bu coşkulu karşılama arasında hiçbir aşırı hareket göstermeden rüzgar gibi tak, tak, tak, tak diye askerce yürüyerek geçip, Meclis'e gitti Bizler bu mutlu sonu bir muhteşem film gibi seyrederek ve gördüklerimizi birbirimize anlatarak hastaneye döndük Hastaneye bir geldik ki, hastanede birkaç ağır hasta ve birkaç bakıcıdan başka hiç kimse kalmamış Sargılarla, alçılı ayaklarla koltuk değnekleriyle herkes bizler gibi bu muhteşem merasimi görmeye koşmuştu
( Halil Nuri Yurdakul )
YARIN CUMHURİYETİ İLÂN EDECEĞİZ
Seçim yeni yapılmış, meclis yeni kurulmuş, sonuç Mustafa Kemal'in beklentisine en yakın biçimde alınmıştı 26 Ekim 1923 akşamı Gazi, kabineyi Çankaya Köşki'nde toplantıya çağırdı Bu toplantıda başvekil Fethi Okyar'ın istifası karara bağlandı Ertesi sabah haber, gazete manşetlerinde yer alacaktı 28 Ekim gecesi, Çankaya'daki akşam yemeğine Latife Hanım da katıldı Son derece heyecanlıydı İçi içine sığmıyordu Çünki o akşam yemeğinin gündemini biliyordu Sevgili Paşa'sı niyetlerini önce eşine heyecan ve içtenlikle anlatmıştı Latife Hanım bu sebeple birkaç kez mutfağa inmiş, yemeklerin o akşam yaşanacak olayların şanına yaraşır olmasına özen göstermişti Mustafa Kemal arkadaşalarına, yemekten sonra anayasanın bazı maddeleri üzerinde çalışacağını bildirmiş, yeni başkan adayı olduğu söylenen İsmet Paşa'yı da bu çalışmaya davet etmişti İsmet Paşa bu daveti bekliyordu Sofrada seçim heyecanı, seçim dedikoduları, yeni seçilenler, bu kez meclise giremeyenler hakkında konuşmalar sürüp giderken, Mustafa Kemal bıçağını eline aldı, doğruldu, derin bir nefes aldıktan sonra hafifçe tabağına vurarak: "Beyler!" dedi O da heyecanlı, kaşları çatılmış, ama gözlerinde güleç bir ifade ile arkadaşlarına bakıyordu Çıt çıkmıyordu şimdi yemek salonunda "Beyler, yarın Cumhuriyeti ilân edeceğiz!" Tek tek herkasin yüzüne bakarak durumu kontrol ediyordu Şimdi sofradakiler yıldırım çarpmış gibi kalakalmıştı Neden sonra, beyinlerinde şok yaratan bu haberi alkışlamak birilerinin aklına geldi ve yemek odası bir anda sanki patladı Mustafa Kemal uygun bir süre bekledikten sonra açıklamasını sürdürdü: "Türkiye Devleti'nin hükümet şekli Cumhuriyet'tir Bunu aAnayasa'mıza yarınki Meclis toplantısında koyduracağız Hazırlıklarımızı birkez daha gözden geçirmemiz lâzım" Gerçekten de iki arkadaş bütün gece süren çalışmalarını sabah ezanları okunurken bitirebildiler İsmet Paşa, Mustafa Kemal'in ısrarıyla Çankaya Köşkü'nde kaldı, birkaç saat uyudu
( Nezihe Araz )
TÜRK ALFABESİ
Atatürk, milli tarih ve dilimizin asıl gerçeğine yol açabilmek için Güneş - Dil teorisine uzanan, dikkatleri çekebilme yolları denedi Bu arada asıl gayesini açıklamadı Yusuf Akçura, Ağaoğlu Ahmet, Sadri Maksudi Arsal, İbrahim Necmi Dilmen, Dr Saim Dilemre ve Veled Çelebi İzbudak gibi konunun uzmanlarından şunu istedi: "Bana bir konuşulan Türkçe yapacaksınız ki, dünyanın neresinde olursa olsun bütün Türkler, temelde bu dili anlayabilecekler Bugün, Türk Anavatanı, Rus işgali altındadır Komünizm, her yolu denemekte olan bir asimilasyon ve jenosit tatbikatı içindedir Birgün yıkılacaklardır; fakat o günü bekleyemeyiz Çünki, Artlarında kalanlar dillerini kökten kaybetmişler ve biz onlara hep birlikte anlayabileceğimiz bir dili vermezsek boşluk doldurulamaz Sizden bunu istiyorum" Evet Atatürk olmasaydı bizi benliğimize kavuşturan gerçek tarihimizden de, cehaleti yenmek yolunda başlıca dayancımız olan Türk Alfabesi'nden de sona kadar mahrum kalırdık Dilimiz, Arap - Farsçası'nın yanında, salgın haline gelmesi, O'nun aramızdan ayrılmasından sonra başlayan, her dilde yabancı kelimelerin istilâsıyla eriyip giderdi
( Cemal Kutay )
Ve… Birgün herkes ɑnlɑr, sevdiğinin kıymetini… Amɑ gidince, Amɑ bitince, Amɑ ölünce… Kısɑcɑ; İş işten geçince!
çelik kapı çeyiz
çelik kapı çeyiz
Re: Atatürk Hatıraları...
ADAM OLMAK - (LAİKLİK)
İlk Mecliste bir gün laiklik konusu oluyordu Gazi Mustafa Kemal Paşa o gün Meclis'e başkanlık ediyordu Meclis'in tanınmış din alimlerinden bir vatandaş kürsüye geldi Alaycı bir tavırla: "Arkadaşlar bir laikliktir gidiyor Afedersiniz ben bu laikliğin manasını anlamıyorum" diye söze başlarken riyaset makamında bulunan Mustafa Kemal Paşa dayanamamış, oyurduğu yerden elini kürsüye vurarak: "Adam olmaktır Hocam, adam olmak!" diyerek Hoca efendinin sualini cevaplandırmıştır
( Kılıç Ali )
O MEMLEKET BATAR
Bundan kaç yıl önceydi bilmiyorum, Mustafa Kemal Paşa ile beraber Gül Cemal Vapuru'nda verilen bir baloda bulunuyorduk Ekselans'ın bana karşı büyük bir ilgisi vardı Bir aralık dalmış, yere bakıyordum Birdenbire: "Madam" dedi "Aşka tutulmuş bir kadın gibi ne düşünüyorsunuz öyle derin derin?" Ben o zaman nereden hatırıma esti bilmiyorum, anlaşılan dilimin ucuna gelmiş olacak ki, düşünmeden hemen cevabını verdim: "Paşam" dedim "Başbakanınızın dudaklarından eksik olmayan şu neşeli, sempatik gülüşlerine hayranım O kadar güzel erkek gülüşü ile gülüyor ki" Atatürk: "Başbakanımın gülüşlerine hayran olmuşsunuz, benim de belki dansımdan hoşlanırsınız Madam müsaade ederseniz bu valsi beraber yapalım " dedi Kalktık ve dönmeye başladık Ben o zaman gençtim Belki biraz da şımartılmış kadındım Nereden içime o heves doğdu bilmiyorum, başladım dansta Paşa'yı ben idare etmeye Bir kez baktı, ses çıkarmadı Bir daha baktı, yine ses çıkarmadı Nihayet üçüncüsünde birdenbire durdu Hiddetli değil, fakat gözlerini ciddiyetle bana çevirdi: "Madam, bir erkekle bir kadın yanyana durdukları zaman, yönetmeyi erkeğe bırakmak en doğru davranıştır" Çocukluk işte Ben büyük bir cesaretle şöyle bir karşılık verdim: "Müsaade edin de Paşam, ne olur bir kez de ben sizi idare edeyim" dedim Kızmadı Aksine gülmeye başladı "Bir memleket idare edeni, bir kadın idare etmeye kalkarsa, o memleket batar, gelin biz yerimize oturalım sizinle" Beni elimden tutup getirdi ve yanındaki yanındaki koltuğa oturttu
( Madam Hanses )
CUMHURİYET
Atatürk, Mudanya yolu ile Bursa'ya gidiyordu Kalabalık bir halk kitlesi, iskelede etrafını çevirmiş bulunmakta idi Bir kadının, elinde bir kağıtla Atatürk'e yaklaştığı görüldü İhtiyar, zayıf bir kadındı Ata'nın yolunu keserek titrek bir sesle: "Beni tanıdın mı oğul? Ben sizin Selanik'te komşunuzdum Bir oğlum var; Devlet Demir Yolları'na girmek istiyor Siz O'nu alsınlar dediniz Fakat müdür dinlemedi Oğlumu yine işe almamış Ne olur bir kere de siz söyleseniz" Atatürk'ün çelik bakışlı gözleri samimiyetle parladı Elleriyle geniş jestler yaparak ve yüksek sesle: "Oğlunu almadılar mı?" dedi "Ben tavsiye ettiğim halde mi almadılar? Ne kadar iyi olmuş Çok iyi yapmışlar İşte Cumhuriyet böyle anlaşılacak" Kadın kalabalığın içinde kaybolmuştu ve Atatürk adete coşku dolu bir sesle: "İşte Cumhuriyet'ten beklediğimiz netice" diyordu
( Hulusi Köymen )
ASLA BOLŞEVİK OLMAYACAĞIZ
Ankara'nın Şubat Ayı'na tesadüf eden oldukça soğuk ve karlı bir geceydi Ankara Kulübü'nde bir balo tertip edilmiştir O zamanın bütün mümtaz simaları oradaydılar Saat henüz 12'ye gelmemişti Herkesin kalbinde ani bir heyecan uyandıran mesut bir haber baloya yayıldı: "Gazi Paşa baloya geliyorlar!" Rus Sefarethanesi'nde imişler, oradan baloya geliyorlar O zamanki Rus sefiri de baloya gelmişti Bir aralık sefir, salonun ortasına doğru ilerlemekte olan Gazi'ye yaklaşarak Fransızca: "Ekselans, sizi çok seviyorum, hürmetim sonsuzdur Çünki müşterek bir gaye uğrunda varlığını kurtarmaya çalışan milletleriz Türkiye'nin en büyük halaskarı ve banisi olan sizi müsaade ederseniz bir kere öpmek ve şerefini kazanabilir miyim?" Atatürk evvela gülerek elini uzattı, sonra da elçiyi öptü Büyük ve kıymetli Atamız bu çeşit eğlence yerlerinde dahi memleketin menfaat ve siyasetini gözönünden bir an uzak tutmazdı Onun için bütün yabancı gazete muhabirlerinin huzurunda şu cümlelerle sefirin sözlerini cevaplandırdı: "Ekselans, gösterdiğiniz sevgi hareketinden ve sözlerinizden çok mütehassis oldum Teşekkür ederim Bu iki millet ilelebet dost kalmalıdır Yalnız şuna dikkat ediniz, her zaman dost olmak arzumuza rağmen asla Bolşevik olmayacağız!"
( Hilmi Yücebaş )
İlk Mecliste bir gün laiklik konusu oluyordu Gazi Mustafa Kemal Paşa o gün Meclis'e başkanlık ediyordu Meclis'in tanınmış din alimlerinden bir vatandaş kürsüye geldi Alaycı bir tavırla: "Arkadaşlar bir laikliktir gidiyor Afedersiniz ben bu laikliğin manasını anlamıyorum" diye söze başlarken riyaset makamında bulunan Mustafa Kemal Paşa dayanamamış, oyurduğu yerden elini kürsüye vurarak: "Adam olmaktır Hocam, adam olmak!" diyerek Hoca efendinin sualini cevaplandırmıştır
( Kılıç Ali )
O MEMLEKET BATAR
Bundan kaç yıl önceydi bilmiyorum, Mustafa Kemal Paşa ile beraber Gül Cemal Vapuru'nda verilen bir baloda bulunuyorduk Ekselans'ın bana karşı büyük bir ilgisi vardı Bir aralık dalmış, yere bakıyordum Birdenbire: "Madam" dedi "Aşka tutulmuş bir kadın gibi ne düşünüyorsunuz öyle derin derin?" Ben o zaman nereden hatırıma esti bilmiyorum, anlaşılan dilimin ucuna gelmiş olacak ki, düşünmeden hemen cevabını verdim: "Paşam" dedim "Başbakanınızın dudaklarından eksik olmayan şu neşeli, sempatik gülüşlerine hayranım O kadar güzel erkek gülüşü ile gülüyor ki" Atatürk: "Başbakanımın gülüşlerine hayran olmuşsunuz, benim de belki dansımdan hoşlanırsınız Madam müsaade ederseniz bu valsi beraber yapalım " dedi Kalktık ve dönmeye başladık Ben o zaman gençtim Belki biraz da şımartılmış kadındım Nereden içime o heves doğdu bilmiyorum, başladım dansta Paşa'yı ben idare etmeye Bir kez baktı, ses çıkarmadı Bir daha baktı, yine ses çıkarmadı Nihayet üçüncüsünde birdenbire durdu Hiddetli değil, fakat gözlerini ciddiyetle bana çevirdi: "Madam, bir erkekle bir kadın yanyana durdukları zaman, yönetmeyi erkeğe bırakmak en doğru davranıştır" Çocukluk işte Ben büyük bir cesaretle şöyle bir karşılık verdim: "Müsaade edin de Paşam, ne olur bir kez de ben sizi idare edeyim" dedim Kızmadı Aksine gülmeye başladı "Bir memleket idare edeni, bir kadın idare etmeye kalkarsa, o memleket batar, gelin biz yerimize oturalım sizinle" Beni elimden tutup getirdi ve yanındaki yanındaki koltuğa oturttu
( Madam Hanses )
CUMHURİYET
Atatürk, Mudanya yolu ile Bursa'ya gidiyordu Kalabalık bir halk kitlesi, iskelede etrafını çevirmiş bulunmakta idi Bir kadının, elinde bir kağıtla Atatürk'e yaklaştığı görüldü İhtiyar, zayıf bir kadındı Ata'nın yolunu keserek titrek bir sesle: "Beni tanıdın mı oğul? Ben sizin Selanik'te komşunuzdum Bir oğlum var; Devlet Demir Yolları'na girmek istiyor Siz O'nu alsınlar dediniz Fakat müdür dinlemedi Oğlumu yine işe almamış Ne olur bir kere de siz söyleseniz" Atatürk'ün çelik bakışlı gözleri samimiyetle parladı Elleriyle geniş jestler yaparak ve yüksek sesle: "Oğlunu almadılar mı?" dedi "Ben tavsiye ettiğim halde mi almadılar? Ne kadar iyi olmuş Çok iyi yapmışlar İşte Cumhuriyet böyle anlaşılacak" Kadın kalabalığın içinde kaybolmuştu ve Atatürk adete coşku dolu bir sesle: "İşte Cumhuriyet'ten beklediğimiz netice" diyordu
( Hulusi Köymen )
ASLA BOLŞEVİK OLMAYACAĞIZ
Ankara'nın Şubat Ayı'na tesadüf eden oldukça soğuk ve karlı bir geceydi Ankara Kulübü'nde bir balo tertip edilmiştir O zamanın bütün mümtaz simaları oradaydılar Saat henüz 12'ye gelmemişti Herkesin kalbinde ani bir heyecan uyandıran mesut bir haber baloya yayıldı: "Gazi Paşa baloya geliyorlar!" Rus Sefarethanesi'nde imişler, oradan baloya geliyorlar O zamanki Rus sefiri de baloya gelmişti Bir aralık sefir, salonun ortasına doğru ilerlemekte olan Gazi'ye yaklaşarak Fransızca: "Ekselans, sizi çok seviyorum, hürmetim sonsuzdur Çünki müşterek bir gaye uğrunda varlığını kurtarmaya çalışan milletleriz Türkiye'nin en büyük halaskarı ve banisi olan sizi müsaade ederseniz bir kere öpmek ve şerefini kazanabilir miyim?" Atatürk evvela gülerek elini uzattı, sonra da elçiyi öptü Büyük ve kıymetli Atamız bu çeşit eğlence yerlerinde dahi memleketin menfaat ve siyasetini gözönünden bir an uzak tutmazdı Onun için bütün yabancı gazete muhabirlerinin huzurunda şu cümlelerle sefirin sözlerini cevaplandırdı: "Ekselans, gösterdiğiniz sevgi hareketinden ve sözlerinizden çok mütehassis oldum Teşekkür ederim Bu iki millet ilelebet dost kalmalıdır Yalnız şuna dikkat ediniz, her zaman dost olmak arzumuza rağmen asla Bolşevik olmayacağız!"
( Hilmi Yücebaş )
Ve… Birgün herkes ɑnlɑr, sevdiğinin kıymetini… Amɑ gidince, Amɑ bitince, Amɑ ölünce… Kısɑcɑ; İş işten geçince!
çelik kapı çeyiz
çelik kapı çeyiz
Re: Atatürk Hatıraları...
ATATÜRK ve İNÖNÜ
İsmet İnönü, Başbakanlık'tan ayrıldıktan sonra bir akşam Atatürk'ün sofrasında bulunur Atatürk, onu sofrada kendi yanına oturtur İsmet İnönü bir kağıt parçası üzerine şöyle bir soru yazar: "Bana hâlâ dargın mısınız?" Kâğıdı Atatürk'e uzatır Atatürk cevap verir: "Neden dargın olayım?" İnönü: "Altına imzanızı atar mısınız?" der Atatürk imzasını atar ve İnönü'ye uzatır İnönü: "Saklayabilir miyim?" Atatürk: "Nasıl istersen" Az sonra İnönü cebinden ikinci bir kağıt parçası çıkarır ve yazar: "Beni yetiştirdiğinize pişman mısınız?" yazar ve Atatürk'e uzatır Atatürk okuduktan sonra İsmet İnönü'ye döner: "Sen de bunu imza et" İnönü imzalar Atatürk kağıdı cebine koyar
( İsmet Bozdağ )
24 AĞUSTOS
24 Ağustos sabahı Mustafa Kemal Paşa Ankara'dan hareket etti Afyon'un güneyinde geceyi geçirdi 25-26 gecesi Kocatepe'nin hemen güneyindeki Başkomutanlık Karargâhı'na geldi Şafakla beraber saldırı emrini verdi Ankara'dan hareket edeceği günün akşamını Keçiören'de yakın adamları ile geçirmişti Ayrıldığı zaman bir hayli yorgundu Yanındakilere: " Taarruz haberini alınca hesap ediniz On beşinci günü İzmir'deyiz" demişti Acaba içkinin tesirimiydi? Arkasından hafifçe gülüştüler bile İzmir'den dönüşünde karşılayıcılar arasında o gece beraber bulunduklarından bir ikisini görünce: "Bir gün yanılmışımAma kusur bende değil düşmanda!" dedi İzmir'e Taarruz'un on dördüncü günü girmişti
( Falih Rıfkı Atay )
ASKERLİK SANATI
Askerlik sanatı, Mustafa Kemal'in kanısınca, bir sağduyu biçimdeydi Savaş planlarını, hazırladığı tarzdan başka bir biçimde çizmedi "İzmir hattı ve Bağdat Demiryolu'nun birleştiği noktada bulunan Afyonkarahisar'da taarruza geçtim Çünki orada taarruza geçmek gerekirdi Yunan yığınağı esasen beni bu surette hareket etmeye yöneltiyordu Tan ağarırken düşmanı ansızın avlamak için bütün gece yürüyen askerlerimiz temizlendikten sonra - elli kilometrelik bir uzaklığı aldıktan sonra taarruza geçebilecek birlikler azdır - atlı birlikleri Yunan Ordusu'nun gerilerine sarkıttım" "Düşmanın sağ kanadını çevirmek mi istiyordunuz?" diye sordum "Hayır Çok daha geniş bir manevraya girişmiştim Düşmanı tamamiyle kuşatmak istiyırdum ve bunu başardım" Ve sesini alçaltarak ilave etti: "Annibal'in Cannae'de uyguladığı manevra"
( Kemal Arıburnu )
İZNİK TARİHİ
Atatürk 1936'da İznik'e uğramıştı Yanında Celal Bayar, Afet Hanım ve daha birçok arkadaşları vardı İznik Belediye Bahçesi'nde uzun bir masanın etrafında toplananlar, O'nu eğliyorlardı Afet Hanım, tarihi İznik'i gezmek için Atatürk'ten izin alarak ayrılmak istedi Atatürk, herkesçe malum olan tarih bilgisine dayanmış oalcak ki, şöyle dedi: "Hay hay, gidebilirsiniz, fakat unutmamalı ki, asıl İznik'i göremeyeceksin, çünki o topağın altındadır" Afewt Hanım ayrıldıktan sonra Atatürk, masasında oturanlara şöyle bir soru soruyor: "İznik'in etrafını çeviren surların kaç kapısı vardır?" Bu sorunun yanıtını İznik tarihini iyi bildiğini sanan bir İznikli veriyor: "Üç kapısı vardır efendim Bulunduğumuz yerin doğusundaki kapı, kuzeyindeki Yenişehir Kapısı, güneyindeki İstanbul Kapısı diye bilinir" Atatürk: "Hayır, dört kapısı olacak İznik Türkler tarafından ilk zaptında Kılıç Aslan'ın girdiği Batı Kapısı nerede?" "Böyle bir kapı bilmiyoruz efendim" Atatürk bir süre sustu Canı sıkılmışa benziyordu Nihayet konuyu değiştirdi Aradan seneler geçti Biriken suları İznik Gölü'ne akıtmak için yol açmaya uğraşan işçiler, bir noktada suların kendiliğinden boşluk bularak akmakta olduğunu hayretle gördüler ve ilgililere bildirdiler Kazıya devam olununca, bunun bir kapı, hem tam teşkilatlı kurşunlu bir kapı olduğu meydana çıktı Atatürk'ün bahsettiği Batı Kapısı bulunmuştu
( Ahmet Hidayet Reel )
LİMAN VON SANDERS
Türk Ordularını komuta eden Alman Generali Liman Von Sanders Paşa Mustafa Kemal'e: "Ben sizin yerinizde olsam bu üç maddelik emri yazılı olarak vermezdim Oradan bir subay çağırtacak yerde, kendi adamlarımdan birini gönderir, sözle duyururum" demişti Mustafa Kemal: "Evet, ben de kitaplarda böyle öğütlendiğini bilirim Böylece on beş dakikalık bir zaman kazanılır Fakat ben, kendi memleketimi ve adamlarımı tanırım Öyle yapsaydım, emir yanlış anlaşılırdı O zaman kaybolan on beş dakika değil, bütün savaştır" demişti
( Kemal Arıburnu )
İsmet İnönü, Başbakanlık'tan ayrıldıktan sonra bir akşam Atatürk'ün sofrasında bulunur Atatürk, onu sofrada kendi yanına oturtur İsmet İnönü bir kağıt parçası üzerine şöyle bir soru yazar: "Bana hâlâ dargın mısınız?" Kâğıdı Atatürk'e uzatır Atatürk cevap verir: "Neden dargın olayım?" İnönü: "Altına imzanızı atar mısınız?" der Atatürk imzasını atar ve İnönü'ye uzatır İnönü: "Saklayabilir miyim?" Atatürk: "Nasıl istersen" Az sonra İnönü cebinden ikinci bir kağıt parçası çıkarır ve yazar: "Beni yetiştirdiğinize pişman mısınız?" yazar ve Atatürk'e uzatır Atatürk okuduktan sonra İsmet İnönü'ye döner: "Sen de bunu imza et" İnönü imzalar Atatürk kağıdı cebine koyar
( İsmet Bozdağ )
24 AĞUSTOS
24 Ağustos sabahı Mustafa Kemal Paşa Ankara'dan hareket etti Afyon'un güneyinde geceyi geçirdi 25-26 gecesi Kocatepe'nin hemen güneyindeki Başkomutanlık Karargâhı'na geldi Şafakla beraber saldırı emrini verdi Ankara'dan hareket edeceği günün akşamını Keçiören'de yakın adamları ile geçirmişti Ayrıldığı zaman bir hayli yorgundu Yanındakilere: " Taarruz haberini alınca hesap ediniz On beşinci günü İzmir'deyiz" demişti Acaba içkinin tesirimiydi? Arkasından hafifçe gülüştüler bile İzmir'den dönüşünde karşılayıcılar arasında o gece beraber bulunduklarından bir ikisini görünce: "Bir gün yanılmışımAma kusur bende değil düşmanda!" dedi İzmir'e Taarruz'un on dördüncü günü girmişti
( Falih Rıfkı Atay )
ASKERLİK SANATI
Askerlik sanatı, Mustafa Kemal'in kanısınca, bir sağduyu biçimdeydi Savaş planlarını, hazırladığı tarzdan başka bir biçimde çizmedi "İzmir hattı ve Bağdat Demiryolu'nun birleştiği noktada bulunan Afyonkarahisar'da taarruza geçtim Çünki orada taarruza geçmek gerekirdi Yunan yığınağı esasen beni bu surette hareket etmeye yöneltiyordu Tan ağarırken düşmanı ansızın avlamak için bütün gece yürüyen askerlerimiz temizlendikten sonra - elli kilometrelik bir uzaklığı aldıktan sonra taarruza geçebilecek birlikler azdır - atlı birlikleri Yunan Ordusu'nun gerilerine sarkıttım" "Düşmanın sağ kanadını çevirmek mi istiyordunuz?" diye sordum "Hayır Çok daha geniş bir manevraya girişmiştim Düşmanı tamamiyle kuşatmak istiyırdum ve bunu başardım" Ve sesini alçaltarak ilave etti: "Annibal'in Cannae'de uyguladığı manevra"
( Kemal Arıburnu )
İZNİK TARİHİ
Atatürk 1936'da İznik'e uğramıştı Yanında Celal Bayar, Afet Hanım ve daha birçok arkadaşları vardı İznik Belediye Bahçesi'nde uzun bir masanın etrafında toplananlar, O'nu eğliyorlardı Afet Hanım, tarihi İznik'i gezmek için Atatürk'ten izin alarak ayrılmak istedi Atatürk, herkesçe malum olan tarih bilgisine dayanmış oalcak ki, şöyle dedi: "Hay hay, gidebilirsiniz, fakat unutmamalı ki, asıl İznik'i göremeyeceksin, çünki o topağın altındadır" Afewt Hanım ayrıldıktan sonra Atatürk, masasında oturanlara şöyle bir soru soruyor: "İznik'in etrafını çeviren surların kaç kapısı vardır?" Bu sorunun yanıtını İznik tarihini iyi bildiğini sanan bir İznikli veriyor: "Üç kapısı vardır efendim Bulunduğumuz yerin doğusundaki kapı, kuzeyindeki Yenişehir Kapısı, güneyindeki İstanbul Kapısı diye bilinir" Atatürk: "Hayır, dört kapısı olacak İznik Türkler tarafından ilk zaptında Kılıç Aslan'ın girdiği Batı Kapısı nerede?" "Böyle bir kapı bilmiyoruz efendim" Atatürk bir süre sustu Canı sıkılmışa benziyordu Nihayet konuyu değiştirdi Aradan seneler geçti Biriken suları İznik Gölü'ne akıtmak için yol açmaya uğraşan işçiler, bir noktada suların kendiliğinden boşluk bularak akmakta olduğunu hayretle gördüler ve ilgililere bildirdiler Kazıya devam olununca, bunun bir kapı, hem tam teşkilatlı kurşunlu bir kapı olduğu meydana çıktı Atatürk'ün bahsettiği Batı Kapısı bulunmuştu
( Ahmet Hidayet Reel )
LİMAN VON SANDERS
Türk Ordularını komuta eden Alman Generali Liman Von Sanders Paşa Mustafa Kemal'e: "Ben sizin yerinizde olsam bu üç maddelik emri yazılı olarak vermezdim Oradan bir subay çağırtacak yerde, kendi adamlarımdan birini gönderir, sözle duyururum" demişti Mustafa Kemal: "Evet, ben de kitaplarda böyle öğütlendiğini bilirim Böylece on beş dakikalık bir zaman kazanılır Fakat ben, kendi memleketimi ve adamlarımı tanırım Öyle yapsaydım, emir yanlış anlaşılırdı O zaman kaybolan on beş dakika değil, bütün savaştır" demişti
( Kemal Arıburnu )
Ve… Birgün herkes ɑnlɑr, sevdiğinin kıymetini… Amɑ gidince, Amɑ bitince, Amɑ ölünce… Kısɑcɑ; İş işten geçince!
çelik kapı çeyiz
çelik kapı çeyiz
Re: Atatürk Hatıraları...
VALLE PADİŞAH BİLİR!
1924 yılının ilkbaharıydı Erzurum ve Pasinler'de depremde birçok köyün evleri yıkılmıştı Zarar gören halkla görüşmek için Pasinler'e gelen Atatürk, halkın içinden ihtiyar bir köylüyü çağırdı: "Depremden çok zarar gördün mü, baba?" diye sordu Atatürk ihtiyarın şüphesini görünce, tekrar sordu: "Hükümet sana kaç lira verse, zararını karşılayabilirsin?" İhtiyar, Kürt şivesiyle: "Valle Padişah bilir!" dedi Atatürk gülümsedi Yumuşak bir sesle: "Baba, Padişah yok; onları siz kaldırmadınız mı? Söyle bakayım zararın ne?" İhtiyar tekrar etti: "Padişah bilir!" Bu cevap karşısında kaşları çatılan Atatürk, Kaymakam'a döndü: "Siz daha devrimi yaymamışsınız" dedi Bu sırada görevini başarmış insanlara özgü bir ağırbaşlılıkla ortaya atılan tahrirat katibi: "Köylere genelge yolladık Paşam" dedi Atatürk'ün fırtınalı yüzü, daha çok karıştı: "Oğlum, genelgeyle devrim olmaz!" dedi
( Ahmet Hidayet Reel )
MISIRLI BİR LİDERİN MUSTAFA KEMAL'DEN YARDIM İSTEMESİ
Birgün Mısır'da bağımsızlık davası için çalışan liderlerden biri, Mustafa Kemal'i görmeye gelmişti Kendisine: "Bizim hareketin de başına geçmek istemez misiniz?" diye sordu Olabilecek şey değildi ama, insan yoklamalarını pek seven Mustafa Kemal: "Yarım milyonunuz bu uğurda ölür mü?" diye sordu Adamcağız yüzüne bakakaldı: "Fakat Paşa Hazretleri yarım milyonun ölmesine ne lüzum var? Başımızda siz olacaksınız ya" dedi "Benimle olmaz, Beyefendi Hazretleri, yalnız benimle olmaz Ne zaman halkınızın yarım milyonu ölmeye karar verirse, o vakit gelip beni ararsınız"
( Falih Rıfkı Atay )
ZÜLÜFLÜ İSMAİL PAŞA
Milletvekili ve Atatürk'ün yakın arkadaşlarından Kılıç Ali anlatıyor: Bir gece uykumun arasında telefon çaldı Karşımdaki Çankaya'dan Başyaver'di "Derhal seyahate çıkılıyor Hemen Köşke gelmenizi emir buyurdular" dedi Saate baktım, vakit gece yarısını hayli geçmişti Hazırlandım ve Köşke gittim Meğer, o gün Atatürk, Kırşehir'de Özel İdare'den maaş alan öğretmenlerden, birkaç aydan beri maaş alamadıklarından dolayı bir şikayet mektubu almış Ve o gece sofrasında bulunan ilgili bakandan, öğretmenlerin niçin kaç aydır maaş alamadıklarını sormuş Bakan da: "Havalar kış Belki de onun için postalar işleyememiştir" neviinden birşeyler söylemiş, mazeret ileri sürmek istemiş Atatürk, bu cevap üzerine: "Ya Demek şimdi muhasaradayız, öyle mi? O halde biz de sofradan kalkar, gider, hem yolunu açarız, hem de Kırşehir'de öğretmenlerin dertlerini yakından dinleriz" demiş ve derhal hareket emrini vermiş Gerçekten de kötü bir kıştı Hava fena halde yağışlı ve çok soğuktu Atatürk, o gece sofrasında davetli bulunanlardan da bazılarını beraberlerine alarak gece yarısından sonra yola çıktı Hava o kadar pusluydu ki ara yolu kaybettik Bir köylünün kahvehanesine sığındık Kahvehanenin sac sobasını yaktırdık Ellerini sac sobanın üstünde gezdirerek ısıtmaya çalışan Atatürk: "Biz Harbiye'de okurken bir kış yine böyle çok şiddetli geçiyordu Mektebin sobaları yanmıyordu Derdimizi idareye anlatamadık Arkadaşlar Müdür'e çıkmak için beni seçtiler Müdür Zülüflü İsmail Paşa Evvela Padişah'a, sonra Müdür Paşa'ya dualar ettik Nihayet soba meselesine geldik Paşa birden bire gürledi: - Soğuk mu? Ne soğuğu? Padişah Efendimiz'in nimetleri gözünüze dizinize dursun Görmüyor musunuz sobalar cayır cayır yanıyor Çıkın nankörler! Baktık sahiden de müdürün sobası güldür güldür yanıyor Paşa da buram buram terliyordu Sıcaktan yakasını açmıştı Ve sanıyordu ki mektebin tüm sobaları böyle yanmakta Çocuklar biz Çankaya Köşkü'nde bazen Zülüflü İsmail Paşa gibi kendimizi sakın aldatıyor olmayalım!" dedi Kahvede biraz ısındıktan sonra tekrar yola devam ettik Ertesi günü Kırşehir hududuna girmiştik Protokol gereği Vali, başında silindir şapka, arkasında frak olduğu halde hududa gelmiş, Atatürk'ü istikbal ediyordu Bu esnada da Atatürk'ün otomobili bir tarlaya saplanmıştı; etraftan yetişen köylüler otomobili kurtarmaya çalışıyorlardı Vali de o resmi kılık kıyafetiyle, çamur içinde köylülere, jandarmalara emirler veriyor, gayrete getirmeye çalışıyordu Atatürk: "İşte masa başında yapılan talimatnameler, hatta kanunlar, günün birinde böyle gülünç de olurlar!" diyerek Vali'yi yanına çağırttı Haline acımış olacak ki, kalın bir palto giymesini tavsiye ederek zahmetlerinden ötürü kendisine teşekkür etti
( Hikmet Bil )
SEN HAYATINDA BÖYLE BİR AĞAÇ YETİŞTİRDİN Mİ Kİ KESECEKSİN!
Bahçe Mimarı Mevlut Baysal anlatıyor: Çankaya Köşkü'nde bahçesini yapıyordum Bir gün Atatürk, yaveri ve ben bahçede dolaşıyorduk Çok ihtiyar ve geniş bir ağacın Atatürk'ün geçeceği yolu kapadığını gördük Ağacın bir yanı dik bir sırt, diğer yanı suyu çekilmiş bir havuzdu Ata, havuz etrafındaki kısma yaslanarak karşı tarafa geçti Derhal atıldım: "Emrederseniz derhal keselim Paşam" Bir an yüzüme baktı, sonra: "Yahu, sen hayatında böyle ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin!"
( Niyazi Ahmet Banoğlu )
1924 yılının ilkbaharıydı Erzurum ve Pasinler'de depremde birçok köyün evleri yıkılmıştı Zarar gören halkla görüşmek için Pasinler'e gelen Atatürk, halkın içinden ihtiyar bir köylüyü çağırdı: "Depremden çok zarar gördün mü, baba?" diye sordu Atatürk ihtiyarın şüphesini görünce, tekrar sordu: "Hükümet sana kaç lira verse, zararını karşılayabilirsin?" İhtiyar, Kürt şivesiyle: "Valle Padişah bilir!" dedi Atatürk gülümsedi Yumuşak bir sesle: "Baba, Padişah yok; onları siz kaldırmadınız mı? Söyle bakayım zararın ne?" İhtiyar tekrar etti: "Padişah bilir!" Bu cevap karşısında kaşları çatılan Atatürk, Kaymakam'a döndü: "Siz daha devrimi yaymamışsınız" dedi Bu sırada görevini başarmış insanlara özgü bir ağırbaşlılıkla ortaya atılan tahrirat katibi: "Köylere genelge yolladık Paşam" dedi Atatürk'ün fırtınalı yüzü, daha çok karıştı: "Oğlum, genelgeyle devrim olmaz!" dedi
( Ahmet Hidayet Reel )
MISIRLI BİR LİDERİN MUSTAFA KEMAL'DEN YARDIM İSTEMESİ
Birgün Mısır'da bağımsızlık davası için çalışan liderlerden biri, Mustafa Kemal'i görmeye gelmişti Kendisine: "Bizim hareketin de başına geçmek istemez misiniz?" diye sordu Olabilecek şey değildi ama, insan yoklamalarını pek seven Mustafa Kemal: "Yarım milyonunuz bu uğurda ölür mü?" diye sordu Adamcağız yüzüne bakakaldı: "Fakat Paşa Hazretleri yarım milyonun ölmesine ne lüzum var? Başımızda siz olacaksınız ya" dedi "Benimle olmaz, Beyefendi Hazretleri, yalnız benimle olmaz Ne zaman halkınızın yarım milyonu ölmeye karar verirse, o vakit gelip beni ararsınız"
( Falih Rıfkı Atay )
ZÜLÜFLÜ İSMAİL PAŞA
Milletvekili ve Atatürk'ün yakın arkadaşlarından Kılıç Ali anlatıyor: Bir gece uykumun arasında telefon çaldı Karşımdaki Çankaya'dan Başyaver'di "Derhal seyahate çıkılıyor Hemen Köşke gelmenizi emir buyurdular" dedi Saate baktım, vakit gece yarısını hayli geçmişti Hazırlandım ve Köşke gittim Meğer, o gün Atatürk, Kırşehir'de Özel İdare'den maaş alan öğretmenlerden, birkaç aydan beri maaş alamadıklarından dolayı bir şikayet mektubu almış Ve o gece sofrasında bulunan ilgili bakandan, öğretmenlerin niçin kaç aydır maaş alamadıklarını sormuş Bakan da: "Havalar kış Belki de onun için postalar işleyememiştir" neviinden birşeyler söylemiş, mazeret ileri sürmek istemiş Atatürk, bu cevap üzerine: "Ya Demek şimdi muhasaradayız, öyle mi? O halde biz de sofradan kalkar, gider, hem yolunu açarız, hem de Kırşehir'de öğretmenlerin dertlerini yakından dinleriz" demiş ve derhal hareket emrini vermiş Gerçekten de kötü bir kıştı Hava fena halde yağışlı ve çok soğuktu Atatürk, o gece sofrasında davetli bulunanlardan da bazılarını beraberlerine alarak gece yarısından sonra yola çıktı Hava o kadar pusluydu ki ara yolu kaybettik Bir köylünün kahvehanesine sığındık Kahvehanenin sac sobasını yaktırdık Ellerini sac sobanın üstünde gezdirerek ısıtmaya çalışan Atatürk: "Biz Harbiye'de okurken bir kış yine böyle çok şiddetli geçiyordu Mektebin sobaları yanmıyordu Derdimizi idareye anlatamadık Arkadaşlar Müdür'e çıkmak için beni seçtiler Müdür Zülüflü İsmail Paşa Evvela Padişah'a, sonra Müdür Paşa'ya dualar ettik Nihayet soba meselesine geldik Paşa birden bire gürledi: - Soğuk mu? Ne soğuğu? Padişah Efendimiz'in nimetleri gözünüze dizinize dursun Görmüyor musunuz sobalar cayır cayır yanıyor Çıkın nankörler! Baktık sahiden de müdürün sobası güldür güldür yanıyor Paşa da buram buram terliyordu Sıcaktan yakasını açmıştı Ve sanıyordu ki mektebin tüm sobaları böyle yanmakta Çocuklar biz Çankaya Köşkü'nde bazen Zülüflü İsmail Paşa gibi kendimizi sakın aldatıyor olmayalım!" dedi Kahvede biraz ısındıktan sonra tekrar yola devam ettik Ertesi günü Kırşehir hududuna girmiştik Protokol gereği Vali, başında silindir şapka, arkasında frak olduğu halde hududa gelmiş, Atatürk'ü istikbal ediyordu Bu esnada da Atatürk'ün otomobili bir tarlaya saplanmıştı; etraftan yetişen köylüler otomobili kurtarmaya çalışıyorlardı Vali de o resmi kılık kıyafetiyle, çamur içinde köylülere, jandarmalara emirler veriyor, gayrete getirmeye çalışıyordu Atatürk: "İşte masa başında yapılan talimatnameler, hatta kanunlar, günün birinde böyle gülünç de olurlar!" diyerek Vali'yi yanına çağırttı Haline acımış olacak ki, kalın bir palto giymesini tavsiye ederek zahmetlerinden ötürü kendisine teşekkür etti
( Hikmet Bil )
SEN HAYATINDA BÖYLE BİR AĞAÇ YETİŞTİRDİN Mİ Kİ KESECEKSİN!
Bahçe Mimarı Mevlut Baysal anlatıyor: Çankaya Köşkü'nde bahçesini yapıyordum Bir gün Atatürk, yaveri ve ben bahçede dolaşıyorduk Çok ihtiyar ve geniş bir ağacın Atatürk'ün geçeceği yolu kapadığını gördük Ağacın bir yanı dik bir sırt, diğer yanı suyu çekilmiş bir havuzdu Ata, havuz etrafındaki kısma yaslanarak karşı tarafa geçti Derhal atıldım: "Emrederseniz derhal keselim Paşam" Bir an yüzüme baktı, sonra: "Yahu, sen hayatında böyle ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin!"
( Niyazi Ahmet Banoğlu )
Ve… Birgün herkes ɑnlɑr, sevdiğinin kıymetini… Amɑ gidince, Amɑ bitince, Amɑ ölünce… Kısɑcɑ; İş işten geçince!
çelik kapı çeyiz
çelik kapı çeyiz
Re: Atatürk Hatıraları...
GAZİ'Yİ TANIR MISIN BABA?
Salih Bozok anlatıyor: Birgün, Çankaya civarında bir köylü evine gitmiştik Girdiğimiz kulubede, ihtiyar bir köylü ile karısı oturuyordu Bize ikram ettikleri kahveleri içerken Atatürk, köylü ile konuşmamı söyledi Ben bu emre itaat için ak sakallı köylüye ilk aklıma gelen sulai sordum: "Sen Gazi'yi tanır mısın baba?" İhtiyar beni, saçma bir sual görmüşüm gibi alaycı bir şekilde süzdü: "Gazi'yi tanımayan var mı ki?" dedi ve ilave etti: "Ben görmedim ama, her hafta Hacı Bayram Veli Camii'nde Cuma Namazı kılarmış Ta göbeğine kadar sakalları varmış Melek gibi nur yüzlü, Peygamber gibi mübarek bir ihtiyarmış!" Gülmemi güç tutarak, Atatürk'ün sakalsız ve genç yüzüne baktım O, kaşlarını kaldırarak kendini tanıtmamamı emretti Dışarı çıktığımız zaman da güldü ve: "Varsın, o da öyle bilsin Hakikati öğrenmek belki biçarenin hayalini yıkar, onun hayalindeki şirin sakallıyı öldürtüp de sevgisini kaybetmekte ne mana var?"
( Niyazi Ahmet Banoğlu )
FATİH SULTAN MEHMET
Birgün İstanbul ve İstanbul'un Fethi'nden konuşurlarken söz tabii Fatih'e geldi Atatürk'ün tarihin kendi hakkında vereceği hükmü etrafındakilere sık sık sorduğu malumdur Söz sırası yine gelmişti Ortaya şöyle bir sual attı: "Tarih acaba benim mi, yoksa İkinci Mehmet'in mi yaptığı işleri daha mühim bulacaktır?" Bulunanların hemen hepsi: "Siz" dediler Atatürk, böyle meselelerde daima olduğu gibi: "Niçin?" dedi Sual sırası kendisine gelenler Atatürk'ün Fatih'ten çok büyük olduğunu ispat için akla gelecek ve gelmeyecek delilleri toplamakta birbirleri ile yarışa başladılar Hatta bazıları: "Sizin yanınızda Fatih kim olurmuş!" diyecek kadar ileri bile vardılar Fakat, ne söylenirse söylensin, verilen cevapların Atatürk'ü hiç tatmin etmediğini anlamak güç olmuyordu Nihayet söz orada bulunanların en gencine geldi: "Efendim, tarih bir imtihan salonuna benzer Karşısına gelenlere birtakım hususi meseleler verir Neticede verdiği problemleri halledişine ve bundaki maharetine göre bir numara verir Aşağı yukarı tarihin imtihanına çıkanların hepsi ayrı şartlar dahilinde, ayrı meseleler karşısında kalmışlardır bunları en iyi halledenler de tereddütsüz on numara almışlardır Zannımca, tarihin adamı olan şahsiyetlerin karşısında kaldıkları hadiseleri birbirleri ile karşılaştırmakla hükümlere varmak mümkün değildir Fatih, karşısına çıkan problemleri en iyi şekilde hallederek on numara almıştır Siz de önünüze serilen meseleleri halletmiş ve on numarayı kazanmış bir tarih büyüğüsünüz" Atatürk, bu sözleri büyük bir dikkatle dinledi ve neticede: "Bravo!" dedi Sonra, biraz evvel Fatih'i küçümseyen kişiye dönerek: "Sen halt etmişsin Ben Fatih'ten büyük olabilir miyim? Çok kereler Fatih'in karşısında kaldığı meseleleri düşündüğüm zaman ben de aynı hal çarelerine varmışımdır Yalnız, Fatih, benim karşısında kaldığım hadiseleri nasıl hallederdi Bunu çok merak ederim İkinci Mehmet büyük adamdır, büyük"
( Münir Hayri Egeli )
ÇOK GELMEZ Mİ?
Mustafa Kemal, Arıburnu Kumandanı'dır İngilizler Anafartalar'a çıkmışlardı Durum buhranlı ve çok tehlikeliydi Mustafa Kemal, Başkumandan Yardımcısı Enver Paşa'ya doğrudan doğruya müracaata mecbur kalıyor Kendisini tatmin eden bir cevap alamıyor O sırada karargâhı Yalova'da bulunan Liman Von Sanders Paşa, telefonla Mustafa Kemal'i arıyor Konuşmaya yardımcı olan Genel Kurmay Başkanı Kazım Bey'dir Liman Von Sanders'in sorduğu soru şudur: "Durumu nasıl görüyorsunuz, nasıl bir çare tasarlıyorsunuz?" Mustafa Kemal: "Durumu nasıl gördüğümü çoktan size iletmiştim Çareye gelince: Bu dakikaya kadar çok müsait çareler vardı Fakat bu dakikada bir tek çare kalmıştır" Liman Von Sanders soruyor: "O çare nedir?" Cevap kesindir: "Bütün kumanda ettiğiniz kuvvetleri emrime veriniz Çare budur!" Cevap alaylıdır: "Çok gelmez mi?" "Az gelir!" Ve telefon kapanıyor Pek kısa bir süre sonra olaylar, Liman Von Sanders Paşa'yı, kumanda ettiği kuvvetleri Mustafa Kemal'in emri altında kalmaya mecbur etmiştir
( Niyazi Ahmet Banoğlu )
JAPON VELİAHTI'NIN ZİYARETİ
Japon Veliahtı gelmişti Büyük ve mükellef bir ziyafet sofrasındaydılar Atatürk, bir aralık Japon tarihinden söz açtı ve bir meydan muharebesini anlattı Japon Veliahtı hayret etmişti Atatürk, tarihten mitolojiye geçti ve yine Japon mitolojisinden konuştu Veliaht'ın ağzı açık kalmıştı Söz edebiyata intikal etti Atatürk: "Japon Şiiri'nin dünya edebiyatında çok büyük etkileri vardır" diyerek meşhur Japon şairlerinden mısralar okudu Veliaht, bunları nereden biliyorsunuz? diye soramadı Fakat, Atatürk'ün bilgi ve hafızasına hayran kalmıştı Atatürk hep böyleydi Her şeyi planlıydı O, bütün bunları, Veliaht gelmeden on gün önce tercümeler yaptırarak öğrenmişti
( Niyazi Ahmet Banoğlu )
Salih Bozok anlatıyor: Birgün, Çankaya civarında bir köylü evine gitmiştik Girdiğimiz kulubede, ihtiyar bir köylü ile karısı oturuyordu Bize ikram ettikleri kahveleri içerken Atatürk, köylü ile konuşmamı söyledi Ben bu emre itaat için ak sakallı köylüye ilk aklıma gelen sulai sordum: "Sen Gazi'yi tanır mısın baba?" İhtiyar beni, saçma bir sual görmüşüm gibi alaycı bir şekilde süzdü: "Gazi'yi tanımayan var mı ki?" dedi ve ilave etti: "Ben görmedim ama, her hafta Hacı Bayram Veli Camii'nde Cuma Namazı kılarmış Ta göbeğine kadar sakalları varmış Melek gibi nur yüzlü, Peygamber gibi mübarek bir ihtiyarmış!" Gülmemi güç tutarak, Atatürk'ün sakalsız ve genç yüzüne baktım O, kaşlarını kaldırarak kendini tanıtmamamı emretti Dışarı çıktığımız zaman da güldü ve: "Varsın, o da öyle bilsin Hakikati öğrenmek belki biçarenin hayalini yıkar, onun hayalindeki şirin sakallıyı öldürtüp de sevgisini kaybetmekte ne mana var?"
( Niyazi Ahmet Banoğlu )
FATİH SULTAN MEHMET
Birgün İstanbul ve İstanbul'un Fethi'nden konuşurlarken söz tabii Fatih'e geldi Atatürk'ün tarihin kendi hakkında vereceği hükmü etrafındakilere sık sık sorduğu malumdur Söz sırası yine gelmişti Ortaya şöyle bir sual attı: "Tarih acaba benim mi, yoksa İkinci Mehmet'in mi yaptığı işleri daha mühim bulacaktır?" Bulunanların hemen hepsi: "Siz" dediler Atatürk, böyle meselelerde daima olduğu gibi: "Niçin?" dedi Sual sırası kendisine gelenler Atatürk'ün Fatih'ten çok büyük olduğunu ispat için akla gelecek ve gelmeyecek delilleri toplamakta birbirleri ile yarışa başladılar Hatta bazıları: "Sizin yanınızda Fatih kim olurmuş!" diyecek kadar ileri bile vardılar Fakat, ne söylenirse söylensin, verilen cevapların Atatürk'ü hiç tatmin etmediğini anlamak güç olmuyordu Nihayet söz orada bulunanların en gencine geldi: "Efendim, tarih bir imtihan salonuna benzer Karşısına gelenlere birtakım hususi meseleler verir Neticede verdiği problemleri halledişine ve bundaki maharetine göre bir numara verir Aşağı yukarı tarihin imtihanına çıkanların hepsi ayrı şartlar dahilinde, ayrı meseleler karşısında kalmışlardır bunları en iyi halledenler de tereddütsüz on numara almışlardır Zannımca, tarihin adamı olan şahsiyetlerin karşısında kaldıkları hadiseleri birbirleri ile karşılaştırmakla hükümlere varmak mümkün değildir Fatih, karşısına çıkan problemleri en iyi şekilde hallederek on numara almıştır Siz de önünüze serilen meseleleri halletmiş ve on numarayı kazanmış bir tarih büyüğüsünüz" Atatürk, bu sözleri büyük bir dikkatle dinledi ve neticede: "Bravo!" dedi Sonra, biraz evvel Fatih'i küçümseyen kişiye dönerek: "Sen halt etmişsin Ben Fatih'ten büyük olabilir miyim? Çok kereler Fatih'in karşısında kaldığı meseleleri düşündüğüm zaman ben de aynı hal çarelerine varmışımdır Yalnız, Fatih, benim karşısında kaldığım hadiseleri nasıl hallederdi Bunu çok merak ederim İkinci Mehmet büyük adamdır, büyük"
( Münir Hayri Egeli )
ÇOK GELMEZ Mİ?
Mustafa Kemal, Arıburnu Kumandanı'dır İngilizler Anafartalar'a çıkmışlardı Durum buhranlı ve çok tehlikeliydi Mustafa Kemal, Başkumandan Yardımcısı Enver Paşa'ya doğrudan doğruya müracaata mecbur kalıyor Kendisini tatmin eden bir cevap alamıyor O sırada karargâhı Yalova'da bulunan Liman Von Sanders Paşa, telefonla Mustafa Kemal'i arıyor Konuşmaya yardımcı olan Genel Kurmay Başkanı Kazım Bey'dir Liman Von Sanders'in sorduğu soru şudur: "Durumu nasıl görüyorsunuz, nasıl bir çare tasarlıyorsunuz?" Mustafa Kemal: "Durumu nasıl gördüğümü çoktan size iletmiştim Çareye gelince: Bu dakikaya kadar çok müsait çareler vardı Fakat bu dakikada bir tek çare kalmıştır" Liman Von Sanders soruyor: "O çare nedir?" Cevap kesindir: "Bütün kumanda ettiğiniz kuvvetleri emrime veriniz Çare budur!" Cevap alaylıdır: "Çok gelmez mi?" "Az gelir!" Ve telefon kapanıyor Pek kısa bir süre sonra olaylar, Liman Von Sanders Paşa'yı, kumanda ettiği kuvvetleri Mustafa Kemal'in emri altında kalmaya mecbur etmiştir
( Niyazi Ahmet Banoğlu )
JAPON VELİAHTI'NIN ZİYARETİ
Japon Veliahtı gelmişti Büyük ve mükellef bir ziyafet sofrasındaydılar Atatürk, bir aralık Japon tarihinden söz açtı ve bir meydan muharebesini anlattı Japon Veliahtı hayret etmişti Atatürk, tarihten mitolojiye geçti ve yine Japon mitolojisinden konuştu Veliaht'ın ağzı açık kalmıştı Söz edebiyata intikal etti Atatürk: "Japon Şiiri'nin dünya edebiyatında çok büyük etkileri vardır" diyerek meşhur Japon şairlerinden mısralar okudu Veliaht, bunları nereden biliyorsunuz? diye soramadı Fakat, Atatürk'ün bilgi ve hafızasına hayran kalmıştı Atatürk hep böyleydi Her şeyi planlıydı O, bütün bunları, Veliaht gelmeden on gün önce tercümeler yaptırarak öğrenmişti
( Niyazi Ahmet Banoğlu )
Ve… Birgün herkes ɑnlɑr, sevdiğinin kıymetini… Amɑ gidince, Amɑ bitince, Amɑ ölünce… Kısɑcɑ; İş işten geçince!
çelik kapı çeyiz
çelik kapı çeyiz
Re: Atatürk Hatıraları...
EN BÜYÜK ESERİNİZ HANGİSİDİR?
Birgün Atatürk'ün yaptığı işlerden bahis açılmıştı Bir arkadaş: "En büyük eseriniz hangisidir?" diye sordu "Benim yaptığım işler birbirlerine bağlı ve birbirleri kadar lüzumlu şeylerdir Siz bana yaptıklarımdan değil, yapacaklarımdan bahsediniz"
( Falih Rıfkı Atay )
İTALYAN SEFİRİ
İtalya'nın Akdeniz vilayetlerimize göz diktiği sıralardaydı İtalyan Sefiri, Atatürk'ün huzurunda, Mussolini'nin bazı iddialarını söylemek cesaretini göstermişti Atatürk bir müddet dinledikten sonra: "Brikaç dakika sonra konuşalım" diyerek öbür odaya geçmiş, tekrar döndüğü zaman, 'Harp sahnelerinde harikalar yaratan Başkumandan' olarak, askeri elbiselerini giymiş bulunuyordu "Şimdi istediğiniz gibi konuşabiliriz sefir hazretleri" dedi Sefirin ne hale geldiğini söylemeye lüzum yok
( Niyazi Ahmet Banoğlu )
YABANCI GENERALLERE VERİLEN DERS
Mustafa Kemal Birinci Dünya Savaşı'nda Viyana'dadır Generaldir Bir otelde kalmaktadır Birçok ecnebi generaller ve diplomatlar da bu otelde kalmaktadır Mustafa Kemal, yemek salonuna indikçe Avusturyalı bir diplomat ailenin kendisine küçümseyerek baktığını hissediyor Bir kolayını bulup bu aile ile tanışıyor İlk fırsatta Mustafa Kemal'e askerlikten bahis açarak bu mesleğin bilgi ile beraber tecrübeye de ihtiyacı olduğunu söylüyorlar ve hemen arkasından da: "Türk Ordusu'nda sizin gibi genç generaller çok mudur?" diyorlar Mustafa Kemal bunlara unutamayacakları bir ders vermek istiyor Ve iki gün sonra aynı aileyle birlikte yemek yiyorlar Mustafa Kemal, Avusturyalıların genç general Napolyon'a karşı kaybettikleri meşhur Olm Meydan Muharebesi'ni anlatmaya başlıyor ve sözü şöyle bitiriyor: "Evet muhterem baylar; Fransız Orduları'nı sevk ve idare eden Napolyon da Olm Meydan Muharebesi'ni kazandığı zaman çok genç bir generaldi" Avusturyalılar bundan sonra ne Mustafa Kemal ile yemek yemişler ve ne de Türk generallerinden ve tarihten konu açmışlardır
( Niyazi Ahmet Banoğlu )
İNÖNÜ ve MUSSOLİNİ
İnönü İtalya'ya resmi bir ziyaret yapacağı vakit, Atatürk: "Sen Türkiye'nin Başvekili'sin Mussolini de resmen İtalya'nın Başvekili'dir Arada hiçbir fark tanımayacaksınız" demişti Yoldaydık İlk verilen programda Mussolini istasyona gelmiyordu İnönü Roma'da yerleşince karşılıklı ziyaretler yapılacaktı Türk Heyeti eğer program değişmezse yarı yoldan memlekete dönüleceğini İtalyan protokolcülerine haber verdi Trende bir telaştır gitti Roma'ya vardığımız zaman İtalyan Başvekili Mussolini, sırtında jaketayı ve başında silindir şapkasıyla Türkiye Başvekili'ni bekliyordu
( Falih Rıfkı Atay )
ATATÜRK'E HAKARETTEN SANIK KÖYLÜ
Atatürk'e hakaretten sanık bir köylü hakkında takibat yapılıyordu Durumu Atatürk'e arz ettiler "Mahkemeye veriyoruz" dediler "Size küfür etmiş" Atatürk sordu: "Ben ne yapmışım ki ona?" Evrakı tetkik edenler açıkladılar: "Gazete kağıdı ile sardığı sigarayı yakarken kağıt tutuşmuş da ondan" Atatürk bunu söyleyen bir milletvekilidir Atatürk sormuş: "Siz hiç gazete kağıdı ile sigara içtiniz mi?" "Hayır" "Ben Trablus'tayken içmiştim, bilirim Pek berbat şey Köylü bana az küfretmiş Siz bunun için onu mahkemeye vereceğinize, ona insan gibi sigara içmeyi sağlayınız!"
( Hilmi Yücebaş )
Birgün Atatürk'ün yaptığı işlerden bahis açılmıştı Bir arkadaş: "En büyük eseriniz hangisidir?" diye sordu "Benim yaptığım işler birbirlerine bağlı ve birbirleri kadar lüzumlu şeylerdir Siz bana yaptıklarımdan değil, yapacaklarımdan bahsediniz"
( Falih Rıfkı Atay )
İTALYAN SEFİRİ
İtalya'nın Akdeniz vilayetlerimize göz diktiği sıralardaydı İtalyan Sefiri, Atatürk'ün huzurunda, Mussolini'nin bazı iddialarını söylemek cesaretini göstermişti Atatürk bir müddet dinledikten sonra: "Brikaç dakika sonra konuşalım" diyerek öbür odaya geçmiş, tekrar döndüğü zaman, 'Harp sahnelerinde harikalar yaratan Başkumandan' olarak, askeri elbiselerini giymiş bulunuyordu "Şimdi istediğiniz gibi konuşabiliriz sefir hazretleri" dedi Sefirin ne hale geldiğini söylemeye lüzum yok
( Niyazi Ahmet Banoğlu )
YABANCI GENERALLERE VERİLEN DERS
Mustafa Kemal Birinci Dünya Savaşı'nda Viyana'dadır Generaldir Bir otelde kalmaktadır Birçok ecnebi generaller ve diplomatlar da bu otelde kalmaktadır Mustafa Kemal, yemek salonuna indikçe Avusturyalı bir diplomat ailenin kendisine küçümseyerek baktığını hissediyor Bir kolayını bulup bu aile ile tanışıyor İlk fırsatta Mustafa Kemal'e askerlikten bahis açarak bu mesleğin bilgi ile beraber tecrübeye de ihtiyacı olduğunu söylüyorlar ve hemen arkasından da: "Türk Ordusu'nda sizin gibi genç generaller çok mudur?" diyorlar Mustafa Kemal bunlara unutamayacakları bir ders vermek istiyor Ve iki gün sonra aynı aileyle birlikte yemek yiyorlar Mustafa Kemal, Avusturyalıların genç general Napolyon'a karşı kaybettikleri meşhur Olm Meydan Muharebesi'ni anlatmaya başlıyor ve sözü şöyle bitiriyor: "Evet muhterem baylar; Fransız Orduları'nı sevk ve idare eden Napolyon da Olm Meydan Muharebesi'ni kazandığı zaman çok genç bir generaldi" Avusturyalılar bundan sonra ne Mustafa Kemal ile yemek yemişler ve ne de Türk generallerinden ve tarihten konu açmışlardır
( Niyazi Ahmet Banoğlu )
İNÖNÜ ve MUSSOLİNİ
İnönü İtalya'ya resmi bir ziyaret yapacağı vakit, Atatürk: "Sen Türkiye'nin Başvekili'sin Mussolini de resmen İtalya'nın Başvekili'dir Arada hiçbir fark tanımayacaksınız" demişti Yoldaydık İlk verilen programda Mussolini istasyona gelmiyordu İnönü Roma'da yerleşince karşılıklı ziyaretler yapılacaktı Türk Heyeti eğer program değişmezse yarı yoldan memlekete dönüleceğini İtalyan protokolcülerine haber verdi Trende bir telaştır gitti Roma'ya vardığımız zaman İtalyan Başvekili Mussolini, sırtında jaketayı ve başında silindir şapkasıyla Türkiye Başvekili'ni bekliyordu
( Falih Rıfkı Atay )
ATATÜRK'E HAKARETTEN SANIK KÖYLÜ
Atatürk'e hakaretten sanık bir köylü hakkında takibat yapılıyordu Durumu Atatürk'e arz ettiler "Mahkemeye veriyoruz" dediler "Size küfür etmiş" Atatürk sordu: "Ben ne yapmışım ki ona?" Evrakı tetkik edenler açıkladılar: "Gazete kağıdı ile sardığı sigarayı yakarken kağıt tutuşmuş da ondan" Atatürk bunu söyleyen bir milletvekilidir Atatürk sormuş: "Siz hiç gazete kağıdı ile sigara içtiniz mi?" "Hayır" "Ben Trablus'tayken içmiştim, bilirim Pek berbat şey Köylü bana az küfretmiş Siz bunun için onu mahkemeye vereceğinize, ona insan gibi sigara içmeyi sağlayınız!"
( Hilmi Yücebaş )
Ve… Birgün herkes ɑnlɑr, sevdiğinin kıymetini… Amɑ gidince, Amɑ bitince, Amɑ ölünce… Kısɑcɑ; İş işten geçince!
çelik kapı çeyiz
çelik kapı çeyiz
Re: Atatürk Hatıraları...
YUNAN ASKER
Dumlupınar Savaşı kazanılmıştır Düşman askerleri ricat halindedir Afyon Karahisar hatlarının çözülmesi esnasında birkaç Yunan esiri geceleyin Mustafa Kemal'in çadırına getirilmişti Bunlardan birisi Muzaffer Kumandan'ın doğup büyümüş olduğu Selanik'ten gelmişti Yüzü kendisine yabancı gelmediğinden ve üniformasında hiçbir işaret olmadığından, Mustafa Kemal'e sordu: "Binbaşı mısınız?" "Hayır" Yarbay mı?" "Hayır" " Albay mı?" "Hayır" "Tümgeneral mi?" "Hayır" "Peki nesiniz o halde?" "Ben, Mareşal ve Türk Orduları Başkumandanı'yım!" Şaşkınlıktan ağzı açık kalan Yunan kekeler: "Ben, Başkumandan'ın muharebe hattına bu kadar yakın bir yerde dolaşmasını işitmiş değilim de"
( Niyazi Ahmet Banoğlu )
ORADAN BÖYLE GEÇİLİR!
İngilizler Çanakkale'de Anafartalar Grubu'nu mağlup edip de cepheyi sökemeyince, yeni bir harekete giriştiler, bu cepheyi sağdan çevirmek istediler Düşmanın planını bozmak için Kireç Tepe'yi tutmak lazımdı; halbuki oraya giden tek bir dar yol savaş gemileri tarafından makaslama ateş altında tutuluyordu Her an gülleler korkunç patlayışlarla ortalığı alt üst ediyor, ölüm saçıyordu Bir insanın değil, bir kurlun bile geçmesine imkan görülemiyordu Kireç Tepe'yi tutmak emrini alan Türk subay ve askerleri tereddüt içindeydiler; fırsat gözetiyorlardı Fakat düşmanın ateşi bir an bile kesilmiyordu Mustafa Kemal bu hali görünce siperlere koştu, askerlerin arasına karıştı ve sordu: "Niçin geçmiyorsunuz?" İçlerinden biri cevap verdi: "Düşman ölüm saçıyor, geçilemez!" Mustafa Kemal zerre kadar korku ve tereddüt göstermeden: "Oradan böyle geçilir!" dedi ve ileri fırladı Mehmetçik artık durur mu? O da kumandanının arkasından ileri atıldı Toz, duman, alev ve ölüm kasırgasını yaran askerler karşıya vardılar, tepeyi tuttular
(Niyazi Ahmet Banoğlu )
YERLİ MALI HAFTASI
Yalova'da uzun süre kaldık Akşamları Atatürk'ün sofrası yine konuklarla dolup taşıyor, birçok yurt sorunları bu sofrada görüşülüyordu Bir akşam yerli malı kullanılması üstüne bir konuşma oldu Herkes düşüncesini söylüyor, yurtta yerli endüstrinin gelişmesi için büyük bir kampanya açılması, herkesin yerli malı yemesi, yerli malı giyinmesi isteniyordu Yerli Malı Haftası'nın açıklanışı da bu günlere rastlar Atatürk, herkesin öne sürdüğü düşünceleri, her zamanki dikkatiyle dinledikten sonra: "Bundan sonra önder olarak benim de yerli malı kullanmam gerek Gardroptaki elbiselerimi getirinKöşkün önünde yakın" buyruğunu verdi Herkeste bir sessizlik O şen, gürültülü sofra sanki bir anda mezar sessizliğine bürünmüştü Herkes birbirinin yüzüne bakıyordu Sessizliği ilk önce, konuklar arasında bulunan Ulus Gazetesi Başyazarı Falih Rıfkı Atay bozmaya cesaret edebildi: "Paşacığım, elbiseleri yakmayın, birer tanesini bizlere verin Biz de hatıra olarak saklayalım" deyince, Atatürk hafifçe gülümsedi: "Peki" dedi Orada hazır bulunan herkese birer kat elbise verildi Bir gün sonra Beyoğlu'nun tanınmış terzilerinden Arman, Yalova'ya getirildi Atatürk, Köşk'tekilerin gözleri önünde yerli kumaştan elbiselerini kestirdi ve diktirdi O olaydan sonra Atatürk, elbiselerini hep yerli kumaştan seçip Arman'a diktirmiştir Bir daha İsviçre'den kumaş gelmedi
( Cemal Granda )
İNGİLİZ KRALI EDWARD
Atatürk gündüz kıyamet kopsa alkollü içki almazdı Yalnız sıcak günlerde bir iki bardak birayla yetinirdi İngili Kralı Edward'ın İstanbul'u ziyaretinde Kral, kendi eliyle Atatürk'e bir kadeh viski sunmuştu Atatürk, bu ikramı nazikâne reddetti: "Teşekkür ederim gündüzleri kullanmam" İngiliz Kralı kendi kadehini de elinden bıraktı ve cevap verdi: "Ben de sevmem"
( Niyazi Ahmet Banoğlu )
AMERİKALI KADIN GAZETECİ
Bir Amerikalı kadın gazeteci, Atatürk'e: "İşlerinizde nasıl başarılı oluyorsunuz?" diye sormuş ve şu cevabı almıştı: "Ben bir işte nasıl başarılı olacağımı düşünmem O işe neler engel olur, diye düşünürüm Engelleri kaldırdım mı, iş kendi kendine yürür
( Niyazi Ahmet Banoğlu )
Dumlupınar Savaşı kazanılmıştır Düşman askerleri ricat halindedir Afyon Karahisar hatlarının çözülmesi esnasında birkaç Yunan esiri geceleyin Mustafa Kemal'in çadırına getirilmişti Bunlardan birisi Muzaffer Kumandan'ın doğup büyümüş olduğu Selanik'ten gelmişti Yüzü kendisine yabancı gelmediğinden ve üniformasında hiçbir işaret olmadığından, Mustafa Kemal'e sordu: "Binbaşı mısınız?" "Hayır" Yarbay mı?" "Hayır" " Albay mı?" "Hayır" "Tümgeneral mi?" "Hayır" "Peki nesiniz o halde?" "Ben, Mareşal ve Türk Orduları Başkumandanı'yım!" Şaşkınlıktan ağzı açık kalan Yunan kekeler: "Ben, Başkumandan'ın muharebe hattına bu kadar yakın bir yerde dolaşmasını işitmiş değilim de"
( Niyazi Ahmet Banoğlu )
ORADAN BÖYLE GEÇİLİR!
İngilizler Çanakkale'de Anafartalar Grubu'nu mağlup edip de cepheyi sökemeyince, yeni bir harekete giriştiler, bu cepheyi sağdan çevirmek istediler Düşmanın planını bozmak için Kireç Tepe'yi tutmak lazımdı; halbuki oraya giden tek bir dar yol savaş gemileri tarafından makaslama ateş altında tutuluyordu Her an gülleler korkunç patlayışlarla ortalığı alt üst ediyor, ölüm saçıyordu Bir insanın değil, bir kurlun bile geçmesine imkan görülemiyordu Kireç Tepe'yi tutmak emrini alan Türk subay ve askerleri tereddüt içindeydiler; fırsat gözetiyorlardı Fakat düşmanın ateşi bir an bile kesilmiyordu Mustafa Kemal bu hali görünce siperlere koştu, askerlerin arasına karıştı ve sordu: "Niçin geçmiyorsunuz?" İçlerinden biri cevap verdi: "Düşman ölüm saçıyor, geçilemez!" Mustafa Kemal zerre kadar korku ve tereddüt göstermeden: "Oradan böyle geçilir!" dedi ve ileri fırladı Mehmetçik artık durur mu? O da kumandanının arkasından ileri atıldı Toz, duman, alev ve ölüm kasırgasını yaran askerler karşıya vardılar, tepeyi tuttular
(Niyazi Ahmet Banoğlu )
YERLİ MALI HAFTASI
Yalova'da uzun süre kaldık Akşamları Atatürk'ün sofrası yine konuklarla dolup taşıyor, birçok yurt sorunları bu sofrada görüşülüyordu Bir akşam yerli malı kullanılması üstüne bir konuşma oldu Herkes düşüncesini söylüyor, yurtta yerli endüstrinin gelişmesi için büyük bir kampanya açılması, herkesin yerli malı yemesi, yerli malı giyinmesi isteniyordu Yerli Malı Haftası'nın açıklanışı da bu günlere rastlar Atatürk, herkesin öne sürdüğü düşünceleri, her zamanki dikkatiyle dinledikten sonra: "Bundan sonra önder olarak benim de yerli malı kullanmam gerek Gardroptaki elbiselerimi getirinKöşkün önünde yakın" buyruğunu verdi Herkeste bir sessizlik O şen, gürültülü sofra sanki bir anda mezar sessizliğine bürünmüştü Herkes birbirinin yüzüne bakıyordu Sessizliği ilk önce, konuklar arasında bulunan Ulus Gazetesi Başyazarı Falih Rıfkı Atay bozmaya cesaret edebildi: "Paşacığım, elbiseleri yakmayın, birer tanesini bizlere verin Biz de hatıra olarak saklayalım" deyince, Atatürk hafifçe gülümsedi: "Peki" dedi Orada hazır bulunan herkese birer kat elbise verildi Bir gün sonra Beyoğlu'nun tanınmış terzilerinden Arman, Yalova'ya getirildi Atatürk, Köşk'tekilerin gözleri önünde yerli kumaştan elbiselerini kestirdi ve diktirdi O olaydan sonra Atatürk, elbiselerini hep yerli kumaştan seçip Arman'a diktirmiştir Bir daha İsviçre'den kumaş gelmedi
( Cemal Granda )
İNGİLİZ KRALI EDWARD
Atatürk gündüz kıyamet kopsa alkollü içki almazdı Yalnız sıcak günlerde bir iki bardak birayla yetinirdi İngili Kralı Edward'ın İstanbul'u ziyaretinde Kral, kendi eliyle Atatürk'e bir kadeh viski sunmuştu Atatürk, bu ikramı nazikâne reddetti: "Teşekkür ederim gündüzleri kullanmam" İngiliz Kralı kendi kadehini de elinden bıraktı ve cevap verdi: "Ben de sevmem"
( Niyazi Ahmet Banoğlu )
AMERİKALI KADIN GAZETECİ
Bir Amerikalı kadın gazeteci, Atatürk'e: "İşlerinizde nasıl başarılı oluyorsunuz?" diye sormuş ve şu cevabı almıştı: "Ben bir işte nasıl başarılı olacağımı düşünmem O işe neler engel olur, diye düşünürüm Engelleri kaldırdım mı, iş kendi kendine yürür
( Niyazi Ahmet Banoğlu )
Ve… Birgün herkes ɑnlɑr, sevdiğinin kıymetini… Amɑ gidince, Amɑ bitince, Amɑ ölünce… Kısɑcɑ; İş işten geçince!
çelik kapı çeyiz
çelik kapı çeyiz
Re: Atatürk Hatıraları...
KURMAK İSTEDİĞİNİZ SİSTEM NEDİR?
Tam İlk Anayasa'nın görüşüldüğü sıradaydı Tutucu milletvekillerinden bir hukukçu Mustafa Kemal'i zor durumda bırakmak için, kendisine bir soru yöneltti: "Kurmak istediğiniz sistem nedir? Bunu bir tek hukuk kitabında bile bulamazsınız" Mustafa Kemal, milletvekilinin bağırarak konuşmasına karşı soğukkanlılıkla cevap verdi: "Her şey önce uygulanıp denenmelidir, ancak ondan sonra ilke ve kurallara dönüşür" Bu karşılıktan sonra bir süre susan Mustafa Kemal, birdenbire sertleştirdiği bakışlarını, soruyu yönelten milletvekiline dikti ve sert bir sesle ekledi: "Ben onu kurayım, onda sonra siz kitaba yazarsınız"
( Paraşkev Paruşev )
DAHİ KİME DERLER?
Her zaman Atatürk sual sormaz ve imtihana çekmez ya! Birgün de, sofrada neşeli bir zamanında Atatürk'ü imtihana çektiler Arkadaşlarından biri sordu: "Lütfen cevap verin bakalım, dahi kime derler?" Atatürk tereddüt etmeden ve kendisinin imtihana çekilmesini yadırgamadan cevap verdi: "Dahi odur ki, ileride herkesin takdir ve kabul ettiği şeyleri, ilk ortaya koyduğu vakit, herkes onlara delilik, der"
( Niyazi Ahmet Banoğlu )
SEVMEK NE KELİME ATAM, TAPARIM!
Atatürk, muhtelif vesilelerle maiyetinde çalışan kimselerin samimiyet ve sadakatlarını imtihan etmesini gayet iyi bilirdi İnsanların halet-i ruhiyesini, niyet ve emellerini teşhis ve temyiz etmekte şelaleler saçan bir zekaya malikti
O büyük insan, bir gece Çankaya köşkündeki bir ziyafette devrin vekillerinden maruf bir zata şöyle bir sual sorar:
- Beni hakikaten sever misiniz?
Muhatabı hemen cevabı yapıştırır:
- Sevmek ne kelime Ata'm, taparım!
- Peki her dediğimi de yapar mısınız?
- Derhal
Atatürk, bu söz üzerine belinden tabancasını çıkarır ona uzatır
- Öyleyse, al tabancamı, sık kafana
- "Aman Atam" der, herhalde benimle şaka ediyorsunuz Benim ölmemi istemezsiniz Meseleyi anlayan Atatürk, yeleleri kabaran bir aslan mehabetiyle dışarıda hizmet eden askeri yanına çağırıp aynı sualleri sorup, cevabını aldıktan sonra, karşısında Toroslar�dan kopmuş bir kaya parçası gibi duran bu bağrı yanık Anadolu çocuğuna tabancasını uzatıp kafasına sıkmasını emreder Aslan Mehmetçik, bu emri bilatereddüt yerine getirir, fakat kendisine bir şey olmaz Çünkü, Atatürk, daha önce tabancasındaki merminin kurşununu çıkarmıştır
İşte o zaman, Atatürk yanındakilere şöyle der:
- Beni ve vatanı seven hakiki insanı gördünüz mü?
Ruhu şad olsun
(Atatürk'ün Nükteleri-Fıkraları-Hatıraları)
BÜYÜK GEÇMİŞ OLSUN!
Atatürk, yurdumuzu ziyaret etmekte olan Yugoslav Kralı Aleksandr ile, İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı'nda konuşurken, konuk Kral: "Ekselans Biz Türkleri çok severiz O kadar çok ki, vaktiyle Birinci Cihan harbi'nin sonunda Lloyd George Batı Anadolu'yu Yunanistan'a teklif etmeden evvel bize teklif etmişti Fakat biz Yugoslavlar, Türkleri çok sevdiğimiz için George'un bu önerisini kabul edip Anadolu seferine çıkmadık" Atatürk, Kral'ın bu sözlerine şu cevabı verdi: "Haşmetmeap, evvela bize karşı olan sevginize teşekkür ederiz Sonra, büyük geçmiş olsun!"
( Seyit Kemal Karaalioğlu )
ANKARA'YI NEDEN BAŞKENT YAPTIM
Sıcak bir günün akşamında yanında bazı ileri gelenler ile Köşkü�nün bahçesinde dolaşıyordu Ben de o sıralar eski Köşk�ün tavan dekorlarıyla meşguldüm Tozlu ve sisli bir akşam Ankara�nın üzerine çökmüştü Yer yer toz hortumları semaya doğru yükseliyor ve manzaraya daha boğucu bir hava ekliyordu Bize:
- Ankara�yı hükümet merkezi yapmakla iyi mi ettim? diye sordu
Tabii herkes müspet cevap verdi Arkasından:
- Neden? suali gelince, kimi staratejiden, kimi siyasetten bahsetti Hatta birimiz "kayalık güzeldir" gibi bir estetik nazariye de ortaya attı Atatürk :
- "Şimdi dalkavukluğu bırakın diye münakaşayı kapattı Ankara�nın hükümet merkezi olmak için saydığınız meziyetleri beni ikna etmeye yetmez Ben Ankara�yı hükümet merkezi yapmakla büsbütün başka bir hedef güttüm Türk�ün imkansızı imkan haline getiren kudretini dünyaya bir kere daha tekrar etmek istedim Bir gün gelecek şu çorak tarlalar, yeşil ağaçların çevirdiği villaların arasından uzanan yeşil sahalar asfaltlarla bezenecek Hem bunu hepimiz göreceğiz O kadar yakında olacak"
(EmTümg Muzaffer Erendil, Anekdotlarla Atatürk)
EFELERİN AKŞAMI
Atatürk'ün Ankara�ya ayak basışının yıldönümü halkevinde ilk defa kutlanıyordu Ankaralıların gönülden kopan kadirşinaslığı ile gündüzden beri heyecan içinde olan Atatürk efelerin oyunundan sonra yanına gelmelerini istedi Efeleri yakınına konmuş iki sandalyeye oturmağa davet etti
- Şimdi size soframdakileri tanıtayım Bu büyük bir alimdir, tarih yazar ve okutur Bu büyük bir yazıcıdır, olanı ve olacağı dile getirir
Sofradakilerin hepsi için mahsus iltifat ve mübalağa dolu vasıflar buluyor, keskin, kesin, özlü methiyeler sıralıyordu Sıra seymenlere geldi onlara döndü ve masadakilere tanıttı:
- Bunlar da, bu dünyanın en kahraman milletinin en yiğit insanlarından Bana gelince, eğer bundan daha iyi tarihimizi bilmesem, bundan daha iyi dertlerimizi dile getiremeseydim, bundan daha iyi asker, bundan daha iyi hatip ve sizden biraz daha yiğit olmasam başınız olmazdım!
Biran başını önüne eğdi, biran yüzünde koyu bir pembelik dolaştı gülümseyerek seymenin birine hitap etti:
- Bırak şunu bunu; ne Mustafa Kemal, ne reisicumhur İkimizde Türk, ikimizde efe Sen beni bilmiyorsun , ben seni Dağda karşılaştık; benden korkar mısın, korkmaz mısın?
- Sayende düşmandan korkmadık ki, senden korkalım
Cevap Atatürk'ün hoşuna gitmemişti : düşmandan tabii korkmayacaksın, düşman bir başka, Türk değil ki korkasın gel bakalım, tam efe misin?
Başını dizine doğru çekti, gel bana desteklik et bakalım, dedi Ve onun boynuna namlusunu dayadı; duvarın bir yerine nişan almağa başladı kurşun boynunun tüylerini yalayarak geçen seymende hiçbir kımıldama yoktu, oradakiler seymenin korkudan bayıldığını sanıyordu, kurşunlar bitmişti
Seymen doğruldu, yüzünde ne bir pembelik, ne bir sarılık vardı, hiç titremeyen, belki biran gürleyen ve gülen bir sesle;
- Kurşunlar bitti mi, paşam? diye sordu :
Bu yüzdeki huzuru bir anlık bakışla sezen Atatürk seymenin ata kurşunu insana zarar vermez inancı ile öyle dimdik ve sakin kalabildiğini anlamıştı Birden tabancayı yere attı, gözlerinden iri yaşlar damlıyordu Hıçkırıklı bir sesle dedi ki:
- Demin söylediklerim yalandı, yanlıştı Ben her şey değilim, ben hiçim Ben hiç olurdum, eğer bu millet bana böyle inanmasaydı Bu millet kılı kıpırdamadan benim uğruma canını vermeye hazır olmasaydı, ben hiçbir şey yapamazdım
(Behçet Kemal Çağlar, Atatürk: Denizden Damlalar)
BU MİLLETLE NELER YAPILMAZ!
Atatürk, milletin ruhundaki o sönmez meşaleyi tutuşturmak için Anadolu'yu adım adım dolaştığı 1919 yılıydı Büyük asker, Erzurum yolundadır Ilıca'da tunç yüzlü bir ihtiyarla yaptığı enteresan bir görüşmeyi Cevat Dursun oğlu şöyle anlatmaktadır:
"20-30 kişilik bir göçmen kafilesi başında bulunan bu ihtiyar, omuzlarına kartal kanadı attığı paltosu ve elindeki asası ile bir yolcudan çok doğu mitolojisindeki yarı tanrı kabile reislerine benziyordu Misafirlerin önemli kimseler olduğunu anlayan ihtiyarın zeki gözleri parladı İri ve ak tüylerle örtülü elini geniş göğsünün üstüne koyarak onları selamladı
Mustafa kemal, ta yanı başına kadar geldiği halde heybetliliğinin azametini kaybetmeyen bu ihtiyarın hatırını soruyor, o da gövdesine yaraşan derin ve gür sesiyle teşekkür ediyordubu kısa hoş-beşten sonra Paşa ihtiyara:
-Ağa, dedi Böyle nereden geliyorsun?
- Paşam Rus gelirken göçmen olmuştuk Çukurova'daydım Şimdi köyüme dönüyorumburalara dönmenin pek yerinde olmadığını, kışın sıkıntı çekileceğini anlatmak istedisonra da ekledi
- Ağa, yoksa oralarda geçinemedin mi?
- Hayır paşam, Çukurova cennet gibi bir yerbir eken yüz alıyor Son günlerde işittim ki, İstanbul�daki "ırz kırıkları" bizim Erzurum�u Ermenilere vereceklermiş Geldim ki ne göreyim, bu namertler kimin malını kimlere veriyorlar?
Tunç çehreli, beyaz sakallı, gün görmüş ihtiyarın iman dolu göğsünden gelen bu ses, yine onun gibi tunç yüzlü askerin gözlerini yaşarttı
- Bu eski Türk kalesine millet işi için milletle beraber çalışmaya gelen büyük devlet adamı, yaşlı gözlerle arkadaşlarına döndü:
- Bu milletle neler yapılmaz!dedi ve sonra ihtiyarla vedalaştı
(Niyazi Ahmet Banoğlu, Nükte ve Fıkralarla Atatürk)
Tam İlk Anayasa'nın görüşüldüğü sıradaydı Tutucu milletvekillerinden bir hukukçu Mustafa Kemal'i zor durumda bırakmak için, kendisine bir soru yöneltti: "Kurmak istediğiniz sistem nedir? Bunu bir tek hukuk kitabında bile bulamazsınız" Mustafa Kemal, milletvekilinin bağırarak konuşmasına karşı soğukkanlılıkla cevap verdi: "Her şey önce uygulanıp denenmelidir, ancak ondan sonra ilke ve kurallara dönüşür" Bu karşılıktan sonra bir süre susan Mustafa Kemal, birdenbire sertleştirdiği bakışlarını, soruyu yönelten milletvekiline dikti ve sert bir sesle ekledi: "Ben onu kurayım, onda sonra siz kitaba yazarsınız"
( Paraşkev Paruşev )
DAHİ KİME DERLER?
Her zaman Atatürk sual sormaz ve imtihana çekmez ya! Birgün de, sofrada neşeli bir zamanında Atatürk'ü imtihana çektiler Arkadaşlarından biri sordu: "Lütfen cevap verin bakalım, dahi kime derler?" Atatürk tereddüt etmeden ve kendisinin imtihana çekilmesini yadırgamadan cevap verdi: "Dahi odur ki, ileride herkesin takdir ve kabul ettiği şeyleri, ilk ortaya koyduğu vakit, herkes onlara delilik, der"
( Niyazi Ahmet Banoğlu )
SEVMEK NE KELİME ATAM, TAPARIM!
Atatürk, muhtelif vesilelerle maiyetinde çalışan kimselerin samimiyet ve sadakatlarını imtihan etmesini gayet iyi bilirdi İnsanların halet-i ruhiyesini, niyet ve emellerini teşhis ve temyiz etmekte şelaleler saçan bir zekaya malikti
O büyük insan, bir gece Çankaya köşkündeki bir ziyafette devrin vekillerinden maruf bir zata şöyle bir sual sorar:
- Beni hakikaten sever misiniz?
Muhatabı hemen cevabı yapıştırır:
- Sevmek ne kelime Ata'm, taparım!
- Peki her dediğimi de yapar mısınız?
- Derhal
Atatürk, bu söz üzerine belinden tabancasını çıkarır ona uzatır
- Öyleyse, al tabancamı, sık kafana
- "Aman Atam" der, herhalde benimle şaka ediyorsunuz Benim ölmemi istemezsiniz Meseleyi anlayan Atatürk, yeleleri kabaran bir aslan mehabetiyle dışarıda hizmet eden askeri yanına çağırıp aynı sualleri sorup, cevabını aldıktan sonra, karşısında Toroslar�dan kopmuş bir kaya parçası gibi duran bu bağrı yanık Anadolu çocuğuna tabancasını uzatıp kafasına sıkmasını emreder Aslan Mehmetçik, bu emri bilatereddüt yerine getirir, fakat kendisine bir şey olmaz Çünkü, Atatürk, daha önce tabancasındaki merminin kurşununu çıkarmıştır
İşte o zaman, Atatürk yanındakilere şöyle der:
- Beni ve vatanı seven hakiki insanı gördünüz mü?
Ruhu şad olsun
(Atatürk'ün Nükteleri-Fıkraları-Hatıraları)
BÜYÜK GEÇMİŞ OLSUN!
Atatürk, yurdumuzu ziyaret etmekte olan Yugoslav Kralı Aleksandr ile, İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı'nda konuşurken, konuk Kral: "Ekselans Biz Türkleri çok severiz O kadar çok ki, vaktiyle Birinci Cihan harbi'nin sonunda Lloyd George Batı Anadolu'yu Yunanistan'a teklif etmeden evvel bize teklif etmişti Fakat biz Yugoslavlar, Türkleri çok sevdiğimiz için George'un bu önerisini kabul edip Anadolu seferine çıkmadık" Atatürk, Kral'ın bu sözlerine şu cevabı verdi: "Haşmetmeap, evvela bize karşı olan sevginize teşekkür ederiz Sonra, büyük geçmiş olsun!"
( Seyit Kemal Karaalioğlu )
ANKARA'YI NEDEN BAŞKENT YAPTIM
Sıcak bir günün akşamında yanında bazı ileri gelenler ile Köşkü�nün bahçesinde dolaşıyordu Ben de o sıralar eski Köşk�ün tavan dekorlarıyla meşguldüm Tozlu ve sisli bir akşam Ankara�nın üzerine çökmüştü Yer yer toz hortumları semaya doğru yükseliyor ve manzaraya daha boğucu bir hava ekliyordu Bize:
- Ankara�yı hükümet merkezi yapmakla iyi mi ettim? diye sordu
Tabii herkes müspet cevap verdi Arkasından:
- Neden? suali gelince, kimi staratejiden, kimi siyasetten bahsetti Hatta birimiz "kayalık güzeldir" gibi bir estetik nazariye de ortaya attı Atatürk :
- "Şimdi dalkavukluğu bırakın diye münakaşayı kapattı Ankara�nın hükümet merkezi olmak için saydığınız meziyetleri beni ikna etmeye yetmez Ben Ankara�yı hükümet merkezi yapmakla büsbütün başka bir hedef güttüm Türk�ün imkansızı imkan haline getiren kudretini dünyaya bir kere daha tekrar etmek istedim Bir gün gelecek şu çorak tarlalar, yeşil ağaçların çevirdiği villaların arasından uzanan yeşil sahalar asfaltlarla bezenecek Hem bunu hepimiz göreceğiz O kadar yakında olacak"
(EmTümg Muzaffer Erendil, Anekdotlarla Atatürk)
EFELERİN AKŞAMI
Atatürk'ün Ankara�ya ayak basışının yıldönümü halkevinde ilk defa kutlanıyordu Ankaralıların gönülden kopan kadirşinaslığı ile gündüzden beri heyecan içinde olan Atatürk efelerin oyunundan sonra yanına gelmelerini istedi Efeleri yakınına konmuş iki sandalyeye oturmağa davet etti
- Şimdi size soframdakileri tanıtayım Bu büyük bir alimdir, tarih yazar ve okutur Bu büyük bir yazıcıdır, olanı ve olacağı dile getirir
Sofradakilerin hepsi için mahsus iltifat ve mübalağa dolu vasıflar buluyor, keskin, kesin, özlü methiyeler sıralıyordu Sıra seymenlere geldi onlara döndü ve masadakilere tanıttı:
- Bunlar da, bu dünyanın en kahraman milletinin en yiğit insanlarından Bana gelince, eğer bundan daha iyi tarihimizi bilmesem, bundan daha iyi dertlerimizi dile getiremeseydim, bundan daha iyi asker, bundan daha iyi hatip ve sizden biraz daha yiğit olmasam başınız olmazdım!
Biran başını önüne eğdi, biran yüzünde koyu bir pembelik dolaştı gülümseyerek seymenin birine hitap etti:
- Bırak şunu bunu; ne Mustafa Kemal, ne reisicumhur İkimizde Türk, ikimizde efe Sen beni bilmiyorsun , ben seni Dağda karşılaştık; benden korkar mısın, korkmaz mısın?
- Sayende düşmandan korkmadık ki, senden korkalım
Cevap Atatürk'ün hoşuna gitmemişti : düşmandan tabii korkmayacaksın, düşman bir başka, Türk değil ki korkasın gel bakalım, tam efe misin?
Başını dizine doğru çekti, gel bana desteklik et bakalım, dedi Ve onun boynuna namlusunu dayadı; duvarın bir yerine nişan almağa başladı kurşun boynunun tüylerini yalayarak geçen seymende hiçbir kımıldama yoktu, oradakiler seymenin korkudan bayıldığını sanıyordu, kurşunlar bitmişti
Seymen doğruldu, yüzünde ne bir pembelik, ne bir sarılık vardı, hiç titremeyen, belki biran gürleyen ve gülen bir sesle;
- Kurşunlar bitti mi, paşam? diye sordu :
Bu yüzdeki huzuru bir anlık bakışla sezen Atatürk seymenin ata kurşunu insana zarar vermez inancı ile öyle dimdik ve sakin kalabildiğini anlamıştı Birden tabancayı yere attı, gözlerinden iri yaşlar damlıyordu Hıçkırıklı bir sesle dedi ki:
- Demin söylediklerim yalandı, yanlıştı Ben her şey değilim, ben hiçim Ben hiç olurdum, eğer bu millet bana böyle inanmasaydı Bu millet kılı kıpırdamadan benim uğruma canını vermeye hazır olmasaydı, ben hiçbir şey yapamazdım
(Behçet Kemal Çağlar, Atatürk: Denizden Damlalar)
BU MİLLETLE NELER YAPILMAZ!
Atatürk, milletin ruhundaki o sönmez meşaleyi tutuşturmak için Anadolu'yu adım adım dolaştığı 1919 yılıydı Büyük asker, Erzurum yolundadır Ilıca'da tunç yüzlü bir ihtiyarla yaptığı enteresan bir görüşmeyi Cevat Dursun oğlu şöyle anlatmaktadır:
"20-30 kişilik bir göçmen kafilesi başında bulunan bu ihtiyar, omuzlarına kartal kanadı attığı paltosu ve elindeki asası ile bir yolcudan çok doğu mitolojisindeki yarı tanrı kabile reislerine benziyordu Misafirlerin önemli kimseler olduğunu anlayan ihtiyarın zeki gözleri parladı İri ve ak tüylerle örtülü elini geniş göğsünün üstüne koyarak onları selamladı
Mustafa kemal, ta yanı başına kadar geldiği halde heybetliliğinin azametini kaybetmeyen bu ihtiyarın hatırını soruyor, o da gövdesine yaraşan derin ve gür sesiyle teşekkür ediyordubu kısa hoş-beşten sonra Paşa ihtiyara:
-Ağa, dedi Böyle nereden geliyorsun?
- Paşam Rus gelirken göçmen olmuştuk Çukurova'daydım Şimdi köyüme dönüyorumburalara dönmenin pek yerinde olmadığını, kışın sıkıntı çekileceğini anlatmak istedisonra da ekledi
- Ağa, yoksa oralarda geçinemedin mi?
- Hayır paşam, Çukurova cennet gibi bir yerbir eken yüz alıyor Son günlerde işittim ki, İstanbul�daki "ırz kırıkları" bizim Erzurum�u Ermenilere vereceklermiş Geldim ki ne göreyim, bu namertler kimin malını kimlere veriyorlar?
Tunç çehreli, beyaz sakallı, gün görmüş ihtiyarın iman dolu göğsünden gelen bu ses, yine onun gibi tunç yüzlü askerin gözlerini yaşarttı
- Bu eski Türk kalesine millet işi için milletle beraber çalışmaya gelen büyük devlet adamı, yaşlı gözlerle arkadaşlarına döndü:
- Bu milletle neler yapılmaz!dedi ve sonra ihtiyarla vedalaştı
(Niyazi Ahmet Banoğlu, Nükte ve Fıkralarla Atatürk)
Ve… Birgün herkes ɑnlɑr, sevdiğinin kıymetini… Amɑ gidince, Amɑ bitince, Amɑ ölünce… Kısɑcɑ; İş işten geçince!
çelik kapı çeyiz
çelik kapı çeyiz
Re: Atatürk Hatıraları...
BEN, CUMHURİYETİ BÖYLE KAZANDIM!
Ankara, 10 Cumhuriyet yılının büyük ve ölçüsüz sevinci içindedirşehir, baştanbaşa ışıklarla donatılmıştır Eğlence yerlerinde her Türk, tam bir şuurla devrimin nimetlerini idrak ederek neşe içinde eğlenmektedir
Atatürk, resmi baloların verildiği yerlere uğradıktan sonra Halkevi�ne de teşrif ediyor Orada, milli ve mahalli giysileriyle coşan ve coşturan Türk köylüleriyle karşılaşıyor
Bir gün bu milleti ve bu memleketi kurtarmak için atıldığı mücadelede kendisine yegane kudret ve kuvvet membaı olan bu temiz yürekli vatan evlatlarının neşelerinden son derece duygulanıyoronları bir süre seyrettikten sonra, doğru Çankaya�ya teşrif ediyorlar ve:
-Efeleri buraya getiriniz! Emrini buyuruyorlar
Efelerin Çankaya�da, Atatürk�ün sofrasında nasıl coştuklarını ve nasıl coşturduklarını anlatmaya imkan yoktur Büyük Ata, sahnenin en heyecanlı bir anında, Ankara efelerinden birine soruyor:
- Efe, sen benim için ne yapabilirsin?
Efe tereddüt etmeden cevap verir:
- Her şey
- Mesela?
- Ölürüm
Şimdi bütün dikkat Atatürk�e çevrilmiştikimse konuşmuyor, onları dinliyordu Atatürk, gözlerini etrafındakiler üzerinde bir kez gezdiriyorsonra:
- Efe, diyor, sözünde samimi misin?
- Emir sizindir, Ata'm
Atatürk, elini dizinin üstüne vuruyor:
- Koy başını buraya!
Efe derhal başını Ata'nın dizlerine koydu ve başını koyar koymaz şakağında bir soğuk temas hissettibu, Atatürk�ün şakağına dayadığı tabanca namlusunun soğukluğuydu Efe, bu soğuklukla beraber şakağına dayanmış bir tabanca olduğunu görmüş, fakat en küçük bir harekette bulunmamıştı
Efe, Ata'sı için ölümü seve seve kabul edebilirdi Fakat Atatürk, ona kıyacak mıydı?
Bütün yüzlerin rengi bir anda solmuş, heyecan son haddini bulmuştu Nefes almaktan korkuyorlardı ve gözler Atatürk�ün elindeydi Tabanca, efenin şakağına dayanmıştı Fişek sürülmüş ve emniyet açılmıştı Atatürk, bir saniye bile sürmeyen bu an içinde ve gözle fark edilemeyecek bir hızla tabancanın namlusunu şakağın yanından, belki bir santim kadar kaydırarak tetiği çekiyor
Derin sükutu yırtan korkunç tabanca sesi
Kalpler, sanki yerinden kopacak
Hazır bulunanların hepsinin beti benzi kül rengini almıştır
Fakat, efenin başı hala Ata�nın dizindedir ve efede en küçük bir kımıldanma yoktur
Atatürk, efenin başını dizlerinden kaldırıyor, temiz alnını dudaklarına doğru çekiyor ve öpüyor
Hala biraz önceki havanın tesirinden kurtulamamış olanlara:
- İşte, ben Anadolu Savaşını bunlarla ve böyle canlarını esirgemeyenlerle kazandım, diyor
(Nükte ve Fıkralarla Atatürk)
HALK İSTERSE BENİ DE KOVAR!
1935 senesindeydi Atatürk�ün Çanakkale�ye geleceği rivayetleri dolaşıyordu
O zamanlar dünyanın bazı yerlerinde olduğu gibi, memleketimizin de bazı bölgelerinde Yahudiler aleyhinde bir hareket ve ayaklanma baş göstermişti Bu hal karşısında bütün Museviler mallarını, mülklerini satarak yolculuğa hazırlanıyorlardı Bunlar, o zaman rivayet olunduğuna göre Filistin�e gitmek istiyorlardı
İşte bu sıralarda "Atatürk Çanakkale�ye geliyor"dediler Çok sevindim Çünkü Atatürk�ü hiç görmemiştimheyecanla Atatürk�ün geleceği Balıkesir caddesine dikildim Bu esnada yanımda bulunan birkaç Yahudinin fısıltı ile pek hararetli olarak konuştuklarını gördüm Alakadar olmağa vakit kalmadan karşıdan birkaç otomobil göründü"Atatürk geliyor" sözü yeniden ağızdan ağıza dolaştı Halkın "yaşa, varol!" nidaları arasında Atatürk otomobilinden indialkışlar devam ediyor, o da halkın arasında ilerliyordugarip bir tesadüf ve talih eseri olarak Atatürk bizim önümüze gelince hafif bir duraklama yaptı Halka bakıyor ve kalabalığı selamlıyordu Tam bu esnada yanımda bulunan ve biraz evvel fısıltı halinde, fakat hareketli konuşan Yahudilerden biri, ileriye doğru yürüdü ve Ata'nın önüne atıldı Muhafızlar mani olmak istedi Atatürk:
- Bırakın gelsin! dedi
Bu Musevi vatandaş, Atatürk'ün önünde ellerini açtı, omuzlarını yukarıya kaldırarak:
- Paşam bizi kovuyorlar Biz ne yapacağız? dedi
Atatürk bu şekilde önüne atılan bu adamın ne demek istediğini ve kim olduğunu derhal anlamıştı Buna rağmen sordu:
- Sen kimsin?
- Ben paşam, Çanakkale Musevileri'nden Avram Palto
- Sizi kim kovuyor? Hükümet mi? Kanun mu? Polis mi? Jandarma mı? Bana söyle? dedi
Bu Musevi vatandaş durakladı, şaşaladı Biraz sonra kendini toparlayarak cevap verdi:
- Hayır paşam, halk kovuyor
Atatürk, bu adamın yüzüne dikkatle baktı, gülümsedi ve:
- Halk isterse beni de kovar, dedi ve yürüdü
(Atatürk�ün Nükteleri, Fıkraları, Hatıraları)
TÜRK'ÜN DOSTU VAR MI?
28 Haziran, 1933 Ankara Erkek Lisesi�nde:
Sınava giren çocuklardan biri sorulan bir soruya şöyle karşılık vermişti:
- Fransa ile olan geleneksel dostluğumuz gereği
Atatürk, derhal sözü keserek sormuştu:
- Hangi geleneksel dostluk, bu nereden çıktı, kim söyledi bunu?
O zaman coğrafya hocası ayağa kalkarak "Ben söyledim paşam" diye onun hiddetini azaltmaya çalışmıştı Bana dönerek ve "sen söyle tarih hocası" deyince, hemen ayağa kalkarak cevap vermiştim
- Paşam ortada geleneksel dostluk diye bir şey yoktur Yalnız ortak hareketlere Fransız yazarları geleneksel dostluk niteliği vermişlerdir Örneğin Kırım Savaşında olduğu gibi
- Aferin, bu gerçekten böyledir Acınarak söylüyorum Türk�ün geleneksel dostu yoktur Çıkarlar ortak olunca Avrupalılar buna hemen geleneksel dostluk ismini vermişlerdir buyurmuşlardı
(Arıburnu, age, S199)
Ankara, 10 Cumhuriyet yılının büyük ve ölçüsüz sevinci içindedirşehir, baştanbaşa ışıklarla donatılmıştır Eğlence yerlerinde her Türk, tam bir şuurla devrimin nimetlerini idrak ederek neşe içinde eğlenmektedir
Atatürk, resmi baloların verildiği yerlere uğradıktan sonra Halkevi�ne de teşrif ediyor Orada, milli ve mahalli giysileriyle coşan ve coşturan Türk köylüleriyle karşılaşıyor
Bir gün bu milleti ve bu memleketi kurtarmak için atıldığı mücadelede kendisine yegane kudret ve kuvvet membaı olan bu temiz yürekli vatan evlatlarının neşelerinden son derece duygulanıyoronları bir süre seyrettikten sonra, doğru Çankaya�ya teşrif ediyorlar ve:
-Efeleri buraya getiriniz! Emrini buyuruyorlar
Efelerin Çankaya�da, Atatürk�ün sofrasında nasıl coştuklarını ve nasıl coşturduklarını anlatmaya imkan yoktur Büyük Ata, sahnenin en heyecanlı bir anında, Ankara efelerinden birine soruyor:
- Efe, sen benim için ne yapabilirsin?
Efe tereddüt etmeden cevap verir:
- Her şey
- Mesela?
- Ölürüm
Şimdi bütün dikkat Atatürk�e çevrilmiştikimse konuşmuyor, onları dinliyordu Atatürk, gözlerini etrafındakiler üzerinde bir kez gezdiriyorsonra:
- Efe, diyor, sözünde samimi misin?
- Emir sizindir, Ata'm
Atatürk, elini dizinin üstüne vuruyor:
- Koy başını buraya!
Efe derhal başını Ata'nın dizlerine koydu ve başını koyar koymaz şakağında bir soğuk temas hissettibu, Atatürk�ün şakağına dayadığı tabanca namlusunun soğukluğuydu Efe, bu soğuklukla beraber şakağına dayanmış bir tabanca olduğunu görmüş, fakat en küçük bir harekette bulunmamıştı
Efe, Ata'sı için ölümü seve seve kabul edebilirdi Fakat Atatürk, ona kıyacak mıydı?
Bütün yüzlerin rengi bir anda solmuş, heyecan son haddini bulmuştu Nefes almaktan korkuyorlardı ve gözler Atatürk�ün elindeydi Tabanca, efenin şakağına dayanmıştı Fişek sürülmüş ve emniyet açılmıştı Atatürk, bir saniye bile sürmeyen bu an içinde ve gözle fark edilemeyecek bir hızla tabancanın namlusunu şakağın yanından, belki bir santim kadar kaydırarak tetiği çekiyor
Derin sükutu yırtan korkunç tabanca sesi
Kalpler, sanki yerinden kopacak
Hazır bulunanların hepsinin beti benzi kül rengini almıştır
Fakat, efenin başı hala Ata�nın dizindedir ve efede en küçük bir kımıldanma yoktur
Atatürk, efenin başını dizlerinden kaldırıyor, temiz alnını dudaklarına doğru çekiyor ve öpüyor
Hala biraz önceki havanın tesirinden kurtulamamış olanlara:
- İşte, ben Anadolu Savaşını bunlarla ve böyle canlarını esirgemeyenlerle kazandım, diyor
(Nükte ve Fıkralarla Atatürk)
HALK İSTERSE BENİ DE KOVAR!
1935 senesindeydi Atatürk�ün Çanakkale�ye geleceği rivayetleri dolaşıyordu
O zamanlar dünyanın bazı yerlerinde olduğu gibi, memleketimizin de bazı bölgelerinde Yahudiler aleyhinde bir hareket ve ayaklanma baş göstermişti Bu hal karşısında bütün Museviler mallarını, mülklerini satarak yolculuğa hazırlanıyorlardı Bunlar, o zaman rivayet olunduğuna göre Filistin�e gitmek istiyorlardı
İşte bu sıralarda "Atatürk Çanakkale�ye geliyor"dediler Çok sevindim Çünkü Atatürk�ü hiç görmemiştimheyecanla Atatürk�ün geleceği Balıkesir caddesine dikildim Bu esnada yanımda bulunan birkaç Yahudinin fısıltı ile pek hararetli olarak konuştuklarını gördüm Alakadar olmağa vakit kalmadan karşıdan birkaç otomobil göründü"Atatürk geliyor" sözü yeniden ağızdan ağıza dolaştı Halkın "yaşa, varol!" nidaları arasında Atatürk otomobilinden indialkışlar devam ediyor, o da halkın arasında ilerliyordugarip bir tesadüf ve talih eseri olarak Atatürk bizim önümüze gelince hafif bir duraklama yaptı Halka bakıyor ve kalabalığı selamlıyordu Tam bu esnada yanımda bulunan ve biraz evvel fısıltı halinde, fakat hareketli konuşan Yahudilerden biri, ileriye doğru yürüdü ve Ata'nın önüne atıldı Muhafızlar mani olmak istedi Atatürk:
- Bırakın gelsin! dedi
Bu Musevi vatandaş, Atatürk'ün önünde ellerini açtı, omuzlarını yukarıya kaldırarak:
- Paşam bizi kovuyorlar Biz ne yapacağız? dedi
Atatürk bu şekilde önüne atılan bu adamın ne demek istediğini ve kim olduğunu derhal anlamıştı Buna rağmen sordu:
- Sen kimsin?
- Ben paşam, Çanakkale Musevileri'nden Avram Palto
- Sizi kim kovuyor? Hükümet mi? Kanun mu? Polis mi? Jandarma mı? Bana söyle? dedi
Bu Musevi vatandaş durakladı, şaşaladı Biraz sonra kendini toparlayarak cevap verdi:
- Hayır paşam, halk kovuyor
Atatürk, bu adamın yüzüne dikkatle baktı, gülümsedi ve:
- Halk isterse beni de kovar, dedi ve yürüdü
(Atatürk�ün Nükteleri, Fıkraları, Hatıraları)
TÜRK'ÜN DOSTU VAR MI?
28 Haziran, 1933 Ankara Erkek Lisesi�nde:
Sınava giren çocuklardan biri sorulan bir soruya şöyle karşılık vermişti:
- Fransa ile olan geleneksel dostluğumuz gereği
Atatürk, derhal sözü keserek sormuştu:
- Hangi geleneksel dostluk, bu nereden çıktı, kim söyledi bunu?
O zaman coğrafya hocası ayağa kalkarak "Ben söyledim paşam" diye onun hiddetini azaltmaya çalışmıştı Bana dönerek ve "sen söyle tarih hocası" deyince, hemen ayağa kalkarak cevap vermiştim
- Paşam ortada geleneksel dostluk diye bir şey yoktur Yalnız ortak hareketlere Fransız yazarları geleneksel dostluk niteliği vermişlerdir Örneğin Kırım Savaşında olduğu gibi
- Aferin, bu gerçekten böyledir Acınarak söylüyorum Türk�ün geleneksel dostu yoktur Çıkarlar ortak olunca Avrupalılar buna hemen geleneksel dostluk ismini vermişlerdir buyurmuşlardı
(Arıburnu, age, S199)
Ve… Birgün herkes ɑnlɑr, sevdiğinin kıymetini… Amɑ gidince, Amɑ bitince, Amɑ ölünce… Kısɑcɑ; İş işten geçince!
çelik kapı çeyiz
çelik kapı çeyiz
Kimler çevrimiçi
Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 4 misafir