Atatürk Hatıraları...
Re: Atatürk Hatıraları...
BİS, BİS!
Atatürk�le Musollini�nin arası malum! İkinci Dünya Savaşı�nın "sinir harbi" dediğimiz söz hücumları Mussoli�nin baş silahı
İtalyan diktatörü, o sırada yine bir nutuk söyleyerek, aklınca sinirlerimizi bozmak istemişti Atatürk, buna fiili bile cevap mahiyetinde, Antalya�ya bir seyahat hazırladı
Yolda otomobiller, güzel bir yerde mola verdiler Atatürk, kulağına akseden bir türküyle ilgilendietrafı aradılarbunu bir çoban söylüyordu
Çobanı getirdiler Atatürk:
- Türküyü sen mi söylüyorsun? diye sordu Çoban, "evet" deyince:
- Sesin güzel, okuman da fena değil, burada da söyle de dinleyelim!
Çoban bir şey anlamamıştı Ata izah etti:
- Bis demek, beğendik, bir daha söyle, tekrarla demektir Çoban türküyü tekrarladı O zaman Atatürk, cebinden bir "elli liralık" çıkardı, çobana uzattı Çoban paraya baktı, aldı, memnun bir tavırla kuşağının arasına koyduktan sonra, ellerini çırptı ve yüksek sesle haykırdı:
- Bis, bis!
Atatürk, bu zeki hareket ve cevap karşısında o kadar memnun olmuştu ki, yanındakilere döndü:
- İmkan olsaydı da Mussolini şu sahneyi görseydi ve şu cevabı işitseydi,
Dedi, hangi millete nutuk söylediğini anlardı!
(Niyazi Ahmet Banoğlu)
TÜRKİYE'YE KİN YAKIŞMAZ!
İstanbul�un işgali yıllarında bir Türk okulunu gezen Fransız Generallerinden M Bramon, bir kızımızın yaptığı elişini beğenmişti General bunu almak arzusu göstermesi üzerine elişinin sahibine öğretmen armağan edilmesi için teklifte bulunmuş ve öğrenci buna son derece sinirli:
- Hayır, bir çöp bile vermem! demek suretiyle şiddetle reddetmişti
Aradan yıllar geçtikten sonra aynı okula Atatürk gelmiş, aynı öğrenci bu kez düşman generaline vermediği aynı elişini Atatürk�e armağan etmek üzere uzatmış ve heyecanla şöyle demişti:
- Büyük Atam, bu değersiz hediyenin kabulünü rica ediyorum Bu işimi bir zamanlar hocam, memleketimin işgali zamanında Fransız Genaral Mösyö Bramon�a armağan olarak vermemi rica etmişti Halbuki ben bu arzuyu reddetmekle düşman ellerinde bir çöpümü bile görmek istemediğimi söylemiştim Şu dakikada içimden gelen bir istek ve sevgiyle armağanımı kabul etmenizi rica ediyorum
Ata�nın bu sözler üzerine kaşları çatılmış ve sert bir sesle şu cevabı verdiği duyulmuştur:
- Kızım, Türkiye� ye kin yakışmaz! Biz herkesle dostuz Çektiklerimiz, başımızda bulunan saltanat devrinin büyük hatalarının neticesidir Avrupalı'ların, Türk kızlarının eserlerini hayranlıkla seyretmeleriyle fikirlerini değiştirebilir miyiz? Sen onu o zaman verseydin, şimdi şanlı Türk kızlarını temsil eden bir eser Avrupa duvarlarını süslerdi
(Niyazi Ahmet Banoğlu)
İNGİLİZ KRALI'NA VERİLEN ZİYAFET
İngiliz kralı VIII Edward İstanbul�a Atatürk�ü ziyarete geldiği zaman, Atatürk kendisine bir akşam ziyafeti vermişti Ziyafetten önce:
- "Bana İngiltere sarayında verilen ziyafetler ne şekilde olur, onu bilen birisini yahut bir aşçı bulunuz!" dedi
Ve nihayet bu sofra merasimini bilen bir zattan öğrenerek sofrayı o şekilde düzene koydular Akşam kral sofraya oturunca kendisini kral sarayında zannederek memnun oldu Atatürk'e dönerek:
- "Sizi tebrik eder ve teşekkür ederim Kendimi İngiltere�de zannettim" diyerek memnuniyetini bildirdi"
Sofraya hep Türk garsonlar hizmet etmekte idi Bunlardan bir tanesi heyecanlanarak, elindeki büyük bir tabakla birdenbire yere yuvarlandı Yemekler de halılara dağıldı Misafirler utançlarından kıpkırmızı kesildiler Fakat Atatürk Kral'a eğilerek:
- "Bu millete her şeyi öğrettim, fakat uşaklığı öğretemedim!" dedi Bütün sofradakiler Atatürk'ün zekasına hayran oldular Atatürk garsona da "vazifene devam et" emrini verdi
(Enver Behram Şapolyo)
MUSTAFA KEMAL HAKİKİ BİR TÜRK MİLLİYETÇİSİ İDİ
Mustafa Kemal 5 Orduda Arap ırkından olan askerlere daha özel muamele yapıldığını ve Anadolu çocuklarından daha üstün tutulduklarını gördükçe müteessir oluyordu
- Osmanlılığın telkin ettiği bu aşağılık duygudan ne zaman kurtulacağız?
diyordu Aynı ıstırabı bende duyuyordum Yafa'da Mustafa Kemal�in bölüğünde alaydan yetişmiş Makedonya Türkleri'nden yaşlı bir yüzbaşı vardı Yüzbaşı Anadolu'lu Kıt'a çavuşlarına karşı şiddetli davranıyor, yeni erlere karşı ise lüzumundan fazla müsamaha gösteriyordu Onların azarlanmasına, hırpalanmasına gönlü razı olmuyordu
Mustafa Kemal, başından geçen bir olayı şöyle anlattı:
- "Bir gün Makedonyalı yüzbaşı, Kıt'a çavuşlarından birini bölük kumandanlığı odasına çağırdı Müfit'le ben de orada idik Çavuş sağlam yapılı ve yakışıklı bir Türk delikanlısı idi Yüzbaşı gencin onurunu kıracak şekilde azarlamaya başladı Daha ziyade mensup olduğu ırka hücum ediyordu
- Sen, diyordu, nasıl olurda necip Arap kavmine mensup peygamber efendimizin mübarek soyundan gelen bu çocuklara sert davranır, ağır sözler söylersin? Kendini iyi bil, sen onların ayağına su bile dökemezsin
Gibi gittikçe manasızlaşan sözlerle hakaret ediyordu Sesi yükseldikçe yükseliyordu Çavuşun yüzündeki ifadeye baktım Önce bir babaya duyulan saygının samimiyeti okunan çizgiler sertleşmeye, içten gelen bir isyanın ateşleri gözlerinden okunmaya başladı, fakat gerçek itaatin sembolü olan Türk askeri gibi iç duygularını gemlemeye çalıştı Göz pınarlarından tanelenen yaşlar yanaklarından döküldü
Dayanamadım
- "Yüzbaşı efendi susunuz!" diye bağırdım, birden şaşırdı, sözlerin bizden onay görmesini beklediği anlaşılıyordu
- "Yoksa fena bir şey mi söyledim?"
- Evet, çok fena hareket ettiniz, buna hakkınız yok, bu erlerin bağlı bulunduğu Arap kavmi birçok bakımdan necip olabilir, fakat senin de benim de, Müfid'in de ve çavuşun da mensup olduğumuz kavmin de büyük ve asil bir millet olduğu asla inkar edilemez bir gerçektir
Yüzbaşı başını önüne eğdi, utanmıştı
Çok yıllar sonra, bir gün Ankara�da beni de şahit göstererek anlattığı bu hakiki olay karşısında görüşü şu idi:
Bu ve buna benzer hadiseler, Türk aydınlarının kendi kendisini bilmemesinden ve başka milletlerde şu veya bu sebeple üstünlük olduğunu sanarak, kendini onlardan aşağı görmesinden doğmaktadır Bu yanlış görüşe son vermek için Türklüğümüzü bütün asaleti ve tarihi ile tanımak ve tanıtmak şarttır
Mustafa Kemal'in, Türk Tarih Kurumu�nu kurmasının en büyük nedeni bu asil düşüncede aranmalıdır Türk Milleti�nin asaletine, büyüklüğüne bütün Türklerin inanmasını ve bunu iftiharla savunmasını hayatı boyunca amaç edinmiştir Milletine:
- "Ne mutlu Türküm diyene!"
Hitabıyla seslendiği zaman, buna bütün mevcudiyeti ve samimiyeti ile inanmıştı
(Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk)
Atatürk�le Musollini�nin arası malum! İkinci Dünya Savaşı�nın "sinir harbi" dediğimiz söz hücumları Mussoli�nin baş silahı
İtalyan diktatörü, o sırada yine bir nutuk söyleyerek, aklınca sinirlerimizi bozmak istemişti Atatürk, buna fiili bile cevap mahiyetinde, Antalya�ya bir seyahat hazırladı
Yolda otomobiller, güzel bir yerde mola verdiler Atatürk, kulağına akseden bir türküyle ilgilendietrafı aradılarbunu bir çoban söylüyordu
Çobanı getirdiler Atatürk:
- Türküyü sen mi söylüyorsun? diye sordu Çoban, "evet" deyince:
- Sesin güzel, okuman da fena değil, burada da söyle de dinleyelim!
Çoban bir şey anlamamıştı Ata izah etti:
- Bis demek, beğendik, bir daha söyle, tekrarla demektir Çoban türküyü tekrarladı O zaman Atatürk, cebinden bir "elli liralık" çıkardı, çobana uzattı Çoban paraya baktı, aldı, memnun bir tavırla kuşağının arasına koyduktan sonra, ellerini çırptı ve yüksek sesle haykırdı:
- Bis, bis!
Atatürk, bu zeki hareket ve cevap karşısında o kadar memnun olmuştu ki, yanındakilere döndü:
- İmkan olsaydı da Mussolini şu sahneyi görseydi ve şu cevabı işitseydi,
Dedi, hangi millete nutuk söylediğini anlardı!
(Niyazi Ahmet Banoğlu)
TÜRKİYE'YE KİN YAKIŞMAZ!
İstanbul�un işgali yıllarında bir Türk okulunu gezen Fransız Generallerinden M Bramon, bir kızımızın yaptığı elişini beğenmişti General bunu almak arzusu göstermesi üzerine elişinin sahibine öğretmen armağan edilmesi için teklifte bulunmuş ve öğrenci buna son derece sinirli:
- Hayır, bir çöp bile vermem! demek suretiyle şiddetle reddetmişti
Aradan yıllar geçtikten sonra aynı okula Atatürk gelmiş, aynı öğrenci bu kez düşman generaline vermediği aynı elişini Atatürk�e armağan etmek üzere uzatmış ve heyecanla şöyle demişti:
- Büyük Atam, bu değersiz hediyenin kabulünü rica ediyorum Bu işimi bir zamanlar hocam, memleketimin işgali zamanında Fransız Genaral Mösyö Bramon�a armağan olarak vermemi rica etmişti Halbuki ben bu arzuyu reddetmekle düşman ellerinde bir çöpümü bile görmek istemediğimi söylemiştim Şu dakikada içimden gelen bir istek ve sevgiyle armağanımı kabul etmenizi rica ediyorum
Ata�nın bu sözler üzerine kaşları çatılmış ve sert bir sesle şu cevabı verdiği duyulmuştur:
- Kızım, Türkiye� ye kin yakışmaz! Biz herkesle dostuz Çektiklerimiz, başımızda bulunan saltanat devrinin büyük hatalarının neticesidir Avrupalı'ların, Türk kızlarının eserlerini hayranlıkla seyretmeleriyle fikirlerini değiştirebilir miyiz? Sen onu o zaman verseydin, şimdi şanlı Türk kızlarını temsil eden bir eser Avrupa duvarlarını süslerdi
(Niyazi Ahmet Banoğlu)
İNGİLİZ KRALI'NA VERİLEN ZİYAFET
İngiliz kralı VIII Edward İstanbul�a Atatürk�ü ziyarete geldiği zaman, Atatürk kendisine bir akşam ziyafeti vermişti Ziyafetten önce:
- "Bana İngiltere sarayında verilen ziyafetler ne şekilde olur, onu bilen birisini yahut bir aşçı bulunuz!" dedi
Ve nihayet bu sofra merasimini bilen bir zattan öğrenerek sofrayı o şekilde düzene koydular Akşam kral sofraya oturunca kendisini kral sarayında zannederek memnun oldu Atatürk'e dönerek:
- "Sizi tebrik eder ve teşekkür ederim Kendimi İngiltere�de zannettim" diyerek memnuniyetini bildirdi"
Sofraya hep Türk garsonlar hizmet etmekte idi Bunlardan bir tanesi heyecanlanarak, elindeki büyük bir tabakla birdenbire yere yuvarlandı Yemekler de halılara dağıldı Misafirler utançlarından kıpkırmızı kesildiler Fakat Atatürk Kral'a eğilerek:
- "Bu millete her şeyi öğrettim, fakat uşaklığı öğretemedim!" dedi Bütün sofradakiler Atatürk'ün zekasına hayran oldular Atatürk garsona da "vazifene devam et" emrini verdi
(Enver Behram Şapolyo)
MUSTAFA KEMAL HAKİKİ BİR TÜRK MİLLİYETÇİSİ İDİ
Mustafa Kemal 5 Orduda Arap ırkından olan askerlere daha özel muamele yapıldığını ve Anadolu çocuklarından daha üstün tutulduklarını gördükçe müteessir oluyordu
- Osmanlılığın telkin ettiği bu aşağılık duygudan ne zaman kurtulacağız?
diyordu Aynı ıstırabı bende duyuyordum Yafa'da Mustafa Kemal�in bölüğünde alaydan yetişmiş Makedonya Türkleri'nden yaşlı bir yüzbaşı vardı Yüzbaşı Anadolu'lu Kıt'a çavuşlarına karşı şiddetli davranıyor, yeni erlere karşı ise lüzumundan fazla müsamaha gösteriyordu Onların azarlanmasına, hırpalanmasına gönlü razı olmuyordu
Mustafa Kemal, başından geçen bir olayı şöyle anlattı:
- "Bir gün Makedonyalı yüzbaşı, Kıt'a çavuşlarından birini bölük kumandanlığı odasına çağırdı Müfit'le ben de orada idik Çavuş sağlam yapılı ve yakışıklı bir Türk delikanlısı idi Yüzbaşı gencin onurunu kıracak şekilde azarlamaya başladı Daha ziyade mensup olduğu ırka hücum ediyordu
- Sen, diyordu, nasıl olurda necip Arap kavmine mensup peygamber efendimizin mübarek soyundan gelen bu çocuklara sert davranır, ağır sözler söylersin? Kendini iyi bil, sen onların ayağına su bile dökemezsin
Gibi gittikçe manasızlaşan sözlerle hakaret ediyordu Sesi yükseldikçe yükseliyordu Çavuşun yüzündeki ifadeye baktım Önce bir babaya duyulan saygının samimiyeti okunan çizgiler sertleşmeye, içten gelen bir isyanın ateşleri gözlerinden okunmaya başladı, fakat gerçek itaatin sembolü olan Türk askeri gibi iç duygularını gemlemeye çalıştı Göz pınarlarından tanelenen yaşlar yanaklarından döküldü
Dayanamadım
- "Yüzbaşı efendi susunuz!" diye bağırdım, birden şaşırdı, sözlerin bizden onay görmesini beklediği anlaşılıyordu
- "Yoksa fena bir şey mi söyledim?"
- Evet, çok fena hareket ettiniz, buna hakkınız yok, bu erlerin bağlı bulunduğu Arap kavmi birçok bakımdan necip olabilir, fakat senin de benim de, Müfid'in de ve çavuşun da mensup olduğumuz kavmin de büyük ve asil bir millet olduğu asla inkar edilemez bir gerçektir
Yüzbaşı başını önüne eğdi, utanmıştı
Çok yıllar sonra, bir gün Ankara�da beni de şahit göstererek anlattığı bu hakiki olay karşısında görüşü şu idi:
Bu ve buna benzer hadiseler, Türk aydınlarının kendi kendisini bilmemesinden ve başka milletlerde şu veya bu sebeple üstünlük olduğunu sanarak, kendini onlardan aşağı görmesinden doğmaktadır Bu yanlış görüşe son vermek için Türklüğümüzü bütün asaleti ve tarihi ile tanımak ve tanıtmak şarttır
Mustafa Kemal'in, Türk Tarih Kurumu�nu kurmasının en büyük nedeni bu asil düşüncede aranmalıdır Türk Milleti�nin asaletine, büyüklüğüne bütün Türklerin inanmasını ve bunu iftiharla savunmasını hayatı boyunca amaç edinmiştir Milletine:
- "Ne mutlu Türküm diyene!"
Hitabıyla seslendiği zaman, buna bütün mevcudiyeti ve samimiyeti ile inanmıştı
(Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk)
Ve… Birgün herkes ɑnlɑr, sevdiğinin kıymetini… Amɑ gidince, Amɑ bitince, Amɑ ölünce… Kısɑcɑ; İş işten geçince!
çelik kapı çeyiz
çelik kapı çeyiz
Re: Atatürk Hatıraları...
BUNLARA KENDİMİZİ TANITACAĞIZ
Ankara�ya son gidişimde bir akşam gazi, beni Ankara Palas�a ***ürmüştü Sofrada bir kaç kişi daha vardı Yedik, içtik, eğlendik, gece yarısına doğru Fransız Büyükelçisi pavyona geldi Paşa bu elçiden hoşlanıyordu Sofraya çağırdı, bir kaç kadeh de onunla birlikte içildi Büyük şehirlerden, Paris�ten söz açılmıştı Bu arada Büyükelçi, Gazi�ye:
- Ekselans, Paris�i bir daha görmek istemez misiniz? Dedi Mustafa Kemal Paşa:
- "Nasıl görmek istemem? Gençlik hatıralarımı tazelerim," diye cevap verdi Bu karşılığa çok sevinen büyükelçi:
- "Böyle bir seyahat Fransa�yı çok sevindirir Ben de refakatinizde bulunmaktan şeref duyarım En büyük Fransız zırhlısı bizi İzmir�den alır Akdeniz donanması emrimize verilir Marsilya�ya çıktığınızda Fransız ordusu kumandanız altına girer Hükümdarlara yapılmayan bir törenle karşılanırsınız"
Bu sözleri dikkatle dinleyen Gazi:
- "Bu daveti siz kendiliğinizden mi yapıyorsunuz, yoksa hükümetiniz adına mı konuşuyorsunuz?" diye sordu Bu soru karşısında büyükelçi hemen kendisini topladı:
- "Muvaffakiyetinizi hükümetime bildirirsem, hükümetim de bunu büyük bir şeref sayar," dedi
Gazi�nin yüzü değişti Çok kesin bir dille:
- "Ekselans, Paris�i çok görmek istiyorum, ama büyük törenle karşılanacağım Paris�i değil Ben Paris�e, dünyanın bu güzel şehrine, operalarını, tiyatrolarını, revülerini, zarif kadınlarını bir daha görmek için gitmek isterim Dedim ya gençlik hatıralarımı tazelemek için Böyle olunca da belli olmadan gitmek isterim Yoksa törenlerle karşılanmak için değil"
Büyükelçi gaf yaptığını anlamıştı, biraz sonra bir iş uydurarak sofradan kalktı Gazi�nin de neşesi kaçmıştı
- "Kalkalım çocuklar, sofraya Çankaya�da devam ederiz," dedi Sofradakilerin çoğunu pavyonda bıraktı yalnız iki-üç yakın arkadaşını yanına aldı Yolda kendisine:
- "Elçi çok fena bozuldu ama, söylediğine de söyleyeceğine de pişman ettiniz" dedim Artık kızgınlığı geçmişti:
- "Bana bak Kemal, sen de başıma kırk yıllık diplomat kesilme Adamın zihniyetini anlamadın mı? Bu Avrupalılar bizi bir türlü kavrayamıyorlar Adam beni bir şark emiri sanıyor Hangi donanmayı kimin emrine, hangi orduyu kimin kumandası altına veriyor? Bunlara kendimizi tanıtacağız, kim olduğumuzu öğrenecekler Yoksa ben kaba bir adam değilim çocuğum" dedi
Atatürk, çok ince bir adamdı
(Kemalettin Sami Paşa�dan Cevat Dursunoğlu)
DEVLET İMKANLARINI AMACINA UYGUN KULLANMA
Sivas Kongresi sonrası, Heyeti Temsiliye�nin Ankara�ya gelmesi kararlaştırıldıktan sonra Mustafa Kemal ve Hüseyin Rauf beraberlerindekilerle Ankara�ya geldiklerinde Keçiören yolu üzerindeki Ziraat Mektebi�ne misafir edilmişlerdi Daha sonra Mustafa Kemal, Ankara istasyonundaki Gar Müdürlüğü binasına yerleşti Burası hem evi, hem çalışma yeriydi
O tarihlerde Ankara vilayetinin şehir merkezi kale ve onun hemen çevresi idi Keçiören, Etlik, Dikmen, Ayrancı�da bağ evleri vardı Bunlar arasında Çankaya'da papazın bağı olarak adlandırılan iki katlı ev Mustafa Kemal�e armağan edildi ve o da evi Ordu�ya devrederek evin adı Ordu Köşkü oldu İki katlı binaya 1924�de ilaveler yapıldı fakat bina ısıtılamıyor idi Zafer, inkılaplar, cumhuriyet, dünyanın üzerimizde toplanan gözleri, Mustafa Kemal�in müstesna şahsiyeti, mütevazı de olsa yeni bir devlet başkanlığı konutunu zorunlu kılıyordu
Mustafa Kemal yeri kendi seçti, kayalar düzenlendi, dış cephe pembe rengin hakimiyetinde, içerde yeşilin her tonu ile ve planın esası Mustafa Kemal�in olan yapı 1932�de tamamlandı ve aynı yılın haziran ayında da taşınıldı
Pembe Köşk'ün döşenmesi için bütçede pek mütevazı para vardı Gazi, gerekli olanı şahsi imkanları ile karşılama kararı aldı ve kendisine tavsiye edilen o günlerde Beyoğlu İstiklal Caddesinde bir Türk�ün açtığı dekorasyon mağazası sahibi Selahattin Refik Beyi Ankara�ya davet etti Binayı gezdirdi, arzularını açıkladı ve kendisinden teklif istedi
- "Biliyorsunuz burası Cumhurbaşkanlığı Köşkü Mülkiyeti devletin Benden sonra buraya meclisin veya belki milletin doğrudan seçeceği zatlar gelecek Bu eşyaların parasını benim şahsen verdiğimi sizler biliyorsunuz ama, yarın bunu bilmeyenler içinde yanlış hükümler veren olmaz mı? Memlekete en zaruri hizmetlerin yapılamadığı bütçe darlığı içinde israf yapıldığını düşünenler bulunmaz mı? Bir endişem de karar mevkiinde olanların şahsi arzularını devlete yükleme mevzuunda beni emsal göstermelidir Bunu hiç istemem"
Sonra Selahattin Refik Bey�e döner:
- "Şahsi imkanların olsa bile, böyle mekânlara asgari masraflarla rahat ve zevkli tefrişi tercih etme tercihindeyim Beni anlıyorsunuz zannederim" der
(Cemal Kutay, Atatürk Olmasaydı)
ŞAPKA DEVRİMİNİ NEDEN KASTAMONU'DA İLÂN ETTİ
Hiç unutmam Ağustos�un ilk günlerinde Kastamonu�dan bir heyet gelmişti Adet yerini bulsun diye haber verdim Gazi, hemen ilgilendi
-"Bu heyeti ben kabul edeceğim, yarın Çankaya�ya getir" dedi Bu emre hayret etmekle beraber hususi bir mana da veremedim Ertesi gün gazi heyeti kabul etti, olağanüstü iltifatlarda bulundu Bir saat kadar yanında tuttu, Kastamonu hakkında çeşitli sualler sordu Heyeti uğurlarken:
- "Davetinize çok teşekkür ederim, yakında Kastamonu�ya geleceğim Hemşehrilerime selamlarımı söyleyiniz" dedi Halbuki heyet Gazi'yi Kastamonu�ya davet etmemişti Bu sözleri işitince hayretim büsbütün arttı Ama gene bir mana veremedim Heyeti uğurladıktan sonra benim kalmamı emretti Koluma girerek beni salona ***ürdü, çok neşeliydi:
- "Çocuğum, Kastamonu�ya gidiyorum Şapkayı orada giyeceğim" dedi
Epeyce zamandan beri zihninin şapka meselesiyle meşgul olduğunu biliyordum Birkaç arkadaşı Beyoğlu�nda şapka giydirerek gezdirmiş, yapacağı akisleri inceletmişti Sözlerine şöyle devam etti:
- "Niçin Kastamonu�yu seçtiğimi bilmezsin Dur, anlatayım Bütün vilayetler beni tanırlar Ya üniforma ile yahut fesli, kalpaklı sivil elbise ile görmüşlerdir Yalnız Kastamonu�ya gidemedim, ilk önce nasıl görürlerse öyle alışırlar, yadırgamazlar Üstelik bu vilayet halkının hemen hepsi asker ocağından geçmişlerdir İtaatlidirler, munistirler Adları mütaassıb çıkmışsa da anlayışlıdırlar Bunun için şapkayı orada giyeceğim" dedi Birkaç gün sonra gitti ve şapkalı olarak döndü Dönüşte Ankara�ya yaklaşırken en çok Diyanet İşleri Reisi Rıfat Efendi üzerinde yapacağı tesiri düşünüyor, onun kırılmasını istemiyordu
Ankara'da kendisini karşılayanları, şapkasını çıkararak selamlarken gözü hep Rıfat Efendi'de idi Rıfat Efendi, büyük bir anlayış gösterdi O da sarıklı fesini çıkararak Gazi'yi çok sevindirmişti Hoca'yı otomobiline aldı Kendi başında şapka vardı Rıfat Efendinin başı açıktı Böylece şehre girildi
Halk psikolojisini bu kadar iyi anlayan inkılâpçı bir baş kolay kolay bulunmaz
(Saffet Arıkan)
MEVLÂNA BÜYÜK ADAMDIR
Mevlevihane'de akşam yemeğine davetliyiz Yemekten sonra semaa gidildi Binbir sanat eseriyle dolu Mevlevihane'nin billur avizeli ışıkları altında gözde olmaktan çıkmış gibi görünen dervişler, ayin yerinin değirmi sahasında kollarını kanatlanmışlar gibi açıp, başları kollarından omuz küreklerine doğru düşük, çıplak ayakların sessiz çevikliğiyle hem mihveri, hem mahreki yapılan hareketler neticesi entarilerinin bel kayışından aşağı kısımlarını beyaz bir şemsiye gibi şişirerek hülyalı hülyalı dönerken, üst mahfildeki kudumların tempoları içinden yükselen ney nağmeleri, bütün kubbeyi doldurduktan sonra aşağıya, fakat yalnız kulaklara değil, ruhları yıkayan manevi bir şelale halinde içimize dökülüyor
Gazi de memnundu Mevlevihane'den ayrıldıktan sonra, beni imtihan etmek isteyen tarafını saklayarak, sanki kendisi öğrenmek istermiş gibi bir eda ile sordu:
- Bu Mevlana nasıl adamdır?
- Pek iyi bilmiyorum amma dedim, herhalde çok büyük bir adam olacak ki, musiki, raks, şiir gibi dincilerin hoş görmedikleri şeyleri tarikatına ayin ve esas yapmış Bana yeşil kubbesinin sivriliği ile göklerden bir şey tırmalıyor gibi geliyor!
Neşeli neşeli gülüyor
Ve neden sonra, zihinden geçen düşünce silsilesinin bize son halkasını gösterir gibi söyleniyor:
- Mevlana büyük adamdı, büyük adamdı
(İsmail Habip Sevük)
Ankara�ya son gidişimde bir akşam gazi, beni Ankara Palas�a ***ürmüştü Sofrada bir kaç kişi daha vardı Yedik, içtik, eğlendik, gece yarısına doğru Fransız Büyükelçisi pavyona geldi Paşa bu elçiden hoşlanıyordu Sofraya çağırdı, bir kaç kadeh de onunla birlikte içildi Büyük şehirlerden, Paris�ten söz açılmıştı Bu arada Büyükelçi, Gazi�ye:
- Ekselans, Paris�i bir daha görmek istemez misiniz? Dedi Mustafa Kemal Paşa:
- "Nasıl görmek istemem? Gençlik hatıralarımı tazelerim," diye cevap verdi Bu karşılığa çok sevinen büyükelçi:
- "Böyle bir seyahat Fransa�yı çok sevindirir Ben de refakatinizde bulunmaktan şeref duyarım En büyük Fransız zırhlısı bizi İzmir�den alır Akdeniz donanması emrimize verilir Marsilya�ya çıktığınızda Fransız ordusu kumandanız altına girer Hükümdarlara yapılmayan bir törenle karşılanırsınız"
Bu sözleri dikkatle dinleyen Gazi:
- "Bu daveti siz kendiliğinizden mi yapıyorsunuz, yoksa hükümetiniz adına mı konuşuyorsunuz?" diye sordu Bu soru karşısında büyükelçi hemen kendisini topladı:
- "Muvaffakiyetinizi hükümetime bildirirsem, hükümetim de bunu büyük bir şeref sayar," dedi
Gazi�nin yüzü değişti Çok kesin bir dille:
- "Ekselans, Paris�i çok görmek istiyorum, ama büyük törenle karşılanacağım Paris�i değil Ben Paris�e, dünyanın bu güzel şehrine, operalarını, tiyatrolarını, revülerini, zarif kadınlarını bir daha görmek için gitmek isterim Dedim ya gençlik hatıralarımı tazelemek için Böyle olunca da belli olmadan gitmek isterim Yoksa törenlerle karşılanmak için değil"
Büyükelçi gaf yaptığını anlamıştı, biraz sonra bir iş uydurarak sofradan kalktı Gazi�nin de neşesi kaçmıştı
- "Kalkalım çocuklar, sofraya Çankaya�da devam ederiz," dedi Sofradakilerin çoğunu pavyonda bıraktı yalnız iki-üç yakın arkadaşını yanına aldı Yolda kendisine:
- "Elçi çok fena bozuldu ama, söylediğine de söyleyeceğine de pişman ettiniz" dedim Artık kızgınlığı geçmişti:
- "Bana bak Kemal, sen de başıma kırk yıllık diplomat kesilme Adamın zihniyetini anlamadın mı? Bu Avrupalılar bizi bir türlü kavrayamıyorlar Adam beni bir şark emiri sanıyor Hangi donanmayı kimin emrine, hangi orduyu kimin kumandası altına veriyor? Bunlara kendimizi tanıtacağız, kim olduğumuzu öğrenecekler Yoksa ben kaba bir adam değilim çocuğum" dedi
Atatürk, çok ince bir adamdı
(Kemalettin Sami Paşa�dan Cevat Dursunoğlu)
DEVLET İMKANLARINI AMACINA UYGUN KULLANMA
Sivas Kongresi sonrası, Heyeti Temsiliye�nin Ankara�ya gelmesi kararlaştırıldıktan sonra Mustafa Kemal ve Hüseyin Rauf beraberlerindekilerle Ankara�ya geldiklerinde Keçiören yolu üzerindeki Ziraat Mektebi�ne misafir edilmişlerdi Daha sonra Mustafa Kemal, Ankara istasyonundaki Gar Müdürlüğü binasına yerleşti Burası hem evi, hem çalışma yeriydi
O tarihlerde Ankara vilayetinin şehir merkezi kale ve onun hemen çevresi idi Keçiören, Etlik, Dikmen, Ayrancı�da bağ evleri vardı Bunlar arasında Çankaya'da papazın bağı olarak adlandırılan iki katlı ev Mustafa Kemal�e armağan edildi ve o da evi Ordu�ya devrederek evin adı Ordu Köşkü oldu İki katlı binaya 1924�de ilaveler yapıldı fakat bina ısıtılamıyor idi Zafer, inkılaplar, cumhuriyet, dünyanın üzerimizde toplanan gözleri, Mustafa Kemal�in müstesna şahsiyeti, mütevazı de olsa yeni bir devlet başkanlığı konutunu zorunlu kılıyordu
Mustafa Kemal yeri kendi seçti, kayalar düzenlendi, dış cephe pembe rengin hakimiyetinde, içerde yeşilin her tonu ile ve planın esası Mustafa Kemal�in olan yapı 1932�de tamamlandı ve aynı yılın haziran ayında da taşınıldı
Pembe Köşk'ün döşenmesi için bütçede pek mütevazı para vardı Gazi, gerekli olanı şahsi imkanları ile karşılama kararı aldı ve kendisine tavsiye edilen o günlerde Beyoğlu İstiklal Caddesinde bir Türk�ün açtığı dekorasyon mağazası sahibi Selahattin Refik Beyi Ankara�ya davet etti Binayı gezdirdi, arzularını açıkladı ve kendisinden teklif istedi
- "Biliyorsunuz burası Cumhurbaşkanlığı Köşkü Mülkiyeti devletin Benden sonra buraya meclisin veya belki milletin doğrudan seçeceği zatlar gelecek Bu eşyaların parasını benim şahsen verdiğimi sizler biliyorsunuz ama, yarın bunu bilmeyenler içinde yanlış hükümler veren olmaz mı? Memlekete en zaruri hizmetlerin yapılamadığı bütçe darlığı içinde israf yapıldığını düşünenler bulunmaz mı? Bir endişem de karar mevkiinde olanların şahsi arzularını devlete yükleme mevzuunda beni emsal göstermelidir Bunu hiç istemem"
Sonra Selahattin Refik Bey�e döner:
- "Şahsi imkanların olsa bile, böyle mekânlara asgari masraflarla rahat ve zevkli tefrişi tercih etme tercihindeyim Beni anlıyorsunuz zannederim" der
(Cemal Kutay, Atatürk Olmasaydı)
ŞAPKA DEVRİMİNİ NEDEN KASTAMONU'DA İLÂN ETTİ
Hiç unutmam Ağustos�un ilk günlerinde Kastamonu�dan bir heyet gelmişti Adet yerini bulsun diye haber verdim Gazi, hemen ilgilendi
-"Bu heyeti ben kabul edeceğim, yarın Çankaya�ya getir" dedi Bu emre hayret etmekle beraber hususi bir mana da veremedim Ertesi gün gazi heyeti kabul etti, olağanüstü iltifatlarda bulundu Bir saat kadar yanında tuttu, Kastamonu hakkında çeşitli sualler sordu Heyeti uğurlarken:
- "Davetinize çok teşekkür ederim, yakında Kastamonu�ya geleceğim Hemşehrilerime selamlarımı söyleyiniz" dedi Halbuki heyet Gazi'yi Kastamonu�ya davet etmemişti Bu sözleri işitince hayretim büsbütün arttı Ama gene bir mana veremedim Heyeti uğurladıktan sonra benim kalmamı emretti Koluma girerek beni salona ***ürdü, çok neşeliydi:
- "Çocuğum, Kastamonu�ya gidiyorum Şapkayı orada giyeceğim" dedi
Epeyce zamandan beri zihninin şapka meselesiyle meşgul olduğunu biliyordum Birkaç arkadaşı Beyoğlu�nda şapka giydirerek gezdirmiş, yapacağı akisleri inceletmişti Sözlerine şöyle devam etti:
- "Niçin Kastamonu�yu seçtiğimi bilmezsin Dur, anlatayım Bütün vilayetler beni tanırlar Ya üniforma ile yahut fesli, kalpaklı sivil elbise ile görmüşlerdir Yalnız Kastamonu�ya gidemedim, ilk önce nasıl görürlerse öyle alışırlar, yadırgamazlar Üstelik bu vilayet halkının hemen hepsi asker ocağından geçmişlerdir İtaatlidirler, munistirler Adları mütaassıb çıkmışsa da anlayışlıdırlar Bunun için şapkayı orada giyeceğim" dedi Birkaç gün sonra gitti ve şapkalı olarak döndü Dönüşte Ankara�ya yaklaşırken en çok Diyanet İşleri Reisi Rıfat Efendi üzerinde yapacağı tesiri düşünüyor, onun kırılmasını istemiyordu
Ankara'da kendisini karşılayanları, şapkasını çıkararak selamlarken gözü hep Rıfat Efendi'de idi Rıfat Efendi, büyük bir anlayış gösterdi O da sarıklı fesini çıkararak Gazi'yi çok sevindirmişti Hoca'yı otomobiline aldı Kendi başında şapka vardı Rıfat Efendinin başı açıktı Böylece şehre girildi
Halk psikolojisini bu kadar iyi anlayan inkılâpçı bir baş kolay kolay bulunmaz
(Saffet Arıkan)
MEVLÂNA BÜYÜK ADAMDIR
Mevlevihane'de akşam yemeğine davetliyiz Yemekten sonra semaa gidildi Binbir sanat eseriyle dolu Mevlevihane'nin billur avizeli ışıkları altında gözde olmaktan çıkmış gibi görünen dervişler, ayin yerinin değirmi sahasında kollarını kanatlanmışlar gibi açıp, başları kollarından omuz küreklerine doğru düşük, çıplak ayakların sessiz çevikliğiyle hem mihveri, hem mahreki yapılan hareketler neticesi entarilerinin bel kayışından aşağı kısımlarını beyaz bir şemsiye gibi şişirerek hülyalı hülyalı dönerken, üst mahfildeki kudumların tempoları içinden yükselen ney nağmeleri, bütün kubbeyi doldurduktan sonra aşağıya, fakat yalnız kulaklara değil, ruhları yıkayan manevi bir şelale halinde içimize dökülüyor
Gazi de memnundu Mevlevihane'den ayrıldıktan sonra, beni imtihan etmek isteyen tarafını saklayarak, sanki kendisi öğrenmek istermiş gibi bir eda ile sordu:
- Bu Mevlana nasıl adamdır?
- Pek iyi bilmiyorum amma dedim, herhalde çok büyük bir adam olacak ki, musiki, raks, şiir gibi dincilerin hoş görmedikleri şeyleri tarikatına ayin ve esas yapmış Bana yeşil kubbesinin sivriliği ile göklerden bir şey tırmalıyor gibi geliyor!
Neşeli neşeli gülüyor
Ve neden sonra, zihinden geçen düşünce silsilesinin bize son halkasını gösterir gibi söyleniyor:
- Mevlana büyük adamdı, büyük adamdı
(İsmail Habip Sevük)
Ve… Birgün herkes ɑnlɑr, sevdiğinin kıymetini… Amɑ gidince, Amɑ bitince, Amɑ ölünce… Kısɑcɑ; İş işten geçince!
çelik kapı çeyiz
çelik kapı çeyiz
Re: Atatürk Hatıraları...
NEYE LAYIKSIN!
Atatürk'ün Adana'da Hatay için:
- Kırk asırlık Türk yurdu yabancı elinde kalamaz!
Demesinden iki gün sonraydı Mersin'de istasyondan şehrin içine doğru yavaş gidiyordu Yolun üstüne siyahlar giyinmiş ve ellerinde büyük bir levha tutan bir kaç genç kız çıktı Levhada şu yazı vardı: "Suriye hemşehrinizi de kurtarın!"
Suriye, ancak din kardeşi olan bir milletin vatanıydı Türkiye�yse artık dinci değil, milliyetçi bir devletti Suriye içinde, bütün esir yurtlar için olduğu gibi, kurtuluş dilerdi Lakin kurtarmaya kalkmak fuzili olurdu
Etrafta hıçkırıklar ve göz yaşları yoktu; Atatürk'ün de gözleri ıslanmış değildi Suriyelilerin 1 Dünya Savaşı�nda Türk düşmanlarıyla birleştiklerini, Türk ordusunu arkadan vurmaya çabaladıklarını, belki ihanet ettikleri için ihanete uğradıklarını düşünüyordu
- Her millet, layık olduğu yaşayışa erer! dedi ve yürüyüp gitti
(Nükte ve Fıkralarla Atatürk)
BABASININ TARLASI
Bir gün bir köylü Atatürk�ün orman çiftliği hudutları içindeki bir tarlayı, kendi tarlasıymış gibi sürüyordu Onu gördüler İhtar ettiler, dinletemediler Bunun üzerine Atatürk�e söylediler
Atatürk teftişe çıktığı zaman o tarafa gitti Yanındakiler toprağı sürmekte olan köylüyü göstererek:
- İşte budur! dediler
Atatürk yavaş yavaş ona doğru yürüdü Yaklaşınca sordu:
- Burada ne yapıyorsun?
Köylü gülümsüyordu Son derece sevip saydığımız, fakat asla korkmadığımız bir insan karşısında nasıl durursak köylü de öyle duruyordu Sakin bir sesle cevap verdi:
- Tarlayı sürüyorum
- İyi ama, bu tarla senin midir?
- Değildir
- Kimindir?
- Atatürk'ündür!
Köylü bu cevabı vermekle suçu kabul etmiş oluyordu Bu itibarla dava kaybolmuş demekti Atatürk, kendi toprağına tecavüz edildiği için değil, haksızlık yapıldığı için sertlendi ve sordu:
- İyi ama, sen başkasının toprağını ona sormadan ve izin alınmadan sürülüp ekilmeyeceğini bilmiyor musun?
Köylü hiç telaş etmiyordu Aynı sükunetle dedi ki:
- Biliyorum, fakat benim bu tarlayı sürüp ekmeye hakkım vardır!
Atatürk'ün kaşları çatıldı ve büyük bir merak ve hayretle ona sordu:
- Bu hakkı nereden alıyorsun?
- Çok basit Atatürk bizim babamız değil mi? İnsan babasının tarlasını sürüp ekerse kabahat mi işlemiş olur?
Atatürk'ün yüzünde takdir ve sevgi duygularının en coşkununu anlatan engin bir gülümseme oldu, köylünün sırtını okşadı ve;
- Haklısın! diyerek uzaklaştı
(Nükte Ve Fıkralarla Atatürk)
İKİMİZ DE "GAZİ"YİZ
Bir tarihte Eskişehir�i ziyaretinde; yakın köylerde gezinti yaparken, asırlık çınarların gölgesine sığınmış bir köy kahvesi önünde otomobili durdurdu Salih Bozok'a;
- Bu çınarları hatırlıyorum Dedi; zaferden sonra bir gün yolum düşmüştü! Eski hatıraları bir an tekrar yaşatmak için; araba dan inip, büyük bir tevazuuyla köy kahvesinin harap iskemlesine oturdu
Biraz sonra kahveci ona, köyünün yegane ikramı olan ayranı temiz bardaklar içinde getirince "Gazi" pek memnun oldu Yaşlı kahveciye sordu:
- Adın ne?
- Yusuf!
- Buralarda geçmiş harbi hatırlar mısın?
- Nasıl hatırlamam, paşam? Maiyetinde çavuştum!
- Maiyetimde mi
Bütün kuvvetlerin baş kumandanı değil miydin, paşam! Hep emrinde savaştık
Büyük kurtarıcı zeki köylüyü takdir etmişti Aferin; Gazi Yusuf Çavuş! deyince, eski asker el buğuladı:
- Estağfurullah, paşam! Gazi sizsiniz!
- Rütbe başka Fakat harpten dönmüş iki asker olmamız sıfatıyla ikimiz de "Gazi"yiz!
Ve tepside duran ayran bardaklarından birini bizzat eliyle çavuşa vermek lütfunu göstererek, ilave etti:
- Şerefine Gazi Yusuf Çavuş!
- Şerefte daim ol paşam!
Ağlamaktan ayranı içemeyen kahveciye, o zamanın çok parası olan bir yüzlük verip gülümsedi:
- Allahaısmarladık, silah arkadaşım!
(Atatürk�ün Nükteleri-Fıkraları-Hatıraları)
İTALYAN SEFİRİ'NE VERİLEN DERS
Atatürk'e ihanet edenler, o'nun birçok konuları içki sofrasında hallettiğini iddia ederler Yalnız aşağıda nakledeceğim olay bile bu düşüncenin ne kadar yanlış olduğunu ispata yeter:
"Habeşistan savaşının başlamasından önce, İtalya'nın Rodos'a askeri yığınakta bulunduğu günlerdeydi Bir akşam yine Atatürk�ün sofrasına çağrılanlar onu ayakta ve balkonda gezinmekte buldular
- Tevfik Rüştü nerede?
- Ankara Palas'ta, bazı sefirlere bir ziyafet veriyor
- Biz de oraya gitsek olmaz mı?
Etrafındakiler beyhude Atatürk'ü buna protokolün müsait olmadığına inandırmaya gayret ediyorlar Fakat, o'nun kesin karar verdiği bir konudan geriye çevirmek kimsenin haddi değildir
Otomobiller, Ankara Palas'a vardığı zaman Atatürk�ün otelin merdivenlerini sallana sallana ve yanındakilerin yardımı ile çıktığını görenler hayret ettiler Çünkü Çankaya�da Atatürk�ün bir yudum bile içmediğini herkes biliyordu
Sefire ziyafet verilen salona giren Atatürk, Arnavutluk Sefiri, Asaf Bey�in yakınında ve giriş çıkış kapısını iyi görebilecek bir yere oturuyor O dakikadan itibaren salondan içeri ve dışarı kimsenin geçmesi mümkün değildir Şimdi konuşulanları takip edelim:
Atatürk:
- Asaf Bey, gazetelerde bir takım resimler görüyorum, Arnavutlukla operet mi oynanıyor? diyor
Bu sözleriyle o zamanlar yeni kral olan Zogo'nun sorguçlu resimlerini kastettiğini anlamakta gecikme yen sefir ne söyleyeceğini şaşırıyor Atatürk devam ediyor:
- Cumhuriyetten ne zarar görüldü ki, Arnavutluk'ta krallık ilan edildi? Hem, takip edilen politika da tehlikelidir İtalya'nın Arnavutluk�u Balkanlar�da bir basamak yapması ihtimalden uzak değildir
Bunu duyan İtalyan Sefiri, mücadeleye kalkınca Ata:
- Haber aldığıma göre, Roma'da bazı öğrenciler sefaretimizin önünde mümayiş yapmışlar Antalya'yı istemişler Antalya sigara paketimidir ki, sefir cebinden çıkarıp atsın Antalya buradadır Buyurun alın! Hem benim bir teklifim var Eğer hakikaten böyle bir şey düşünülüyorsa Mussolini cenaplarına müsaade edelim Antalya'ya asker çıkarsınlar Bütün çıkarma tamam olunca savaşırız Mağlup olan hakkına razı olur
Sefir atılıyor:
- Ekselans bu bir savaş ilanımıdır?
Ata:
- Hayır, diyor Ben burada bir fert olarak konuşuyorum Türkiye savaş ilanı ancak büyük millet meclisi dahilindedir Fakat unutmayınız ki, gerektiği zaman Büyük Meclis Türk Milleti�nin hissiyatını tercüman olmakta gecikmez
Konuşmasının bu hali olması üzerine, İsmet Paşa'ya telefon edilir ve Ankara Palas'a çağrılır
Atatürk de bunu haber alınca etrafındakilere:
- Hükümet geliyor, biz gidelim! diyerek Ankara Palas'ı terk eder
- Çankaya'ya dönüldüğü zaman herkes Atatürk'ün gayet normal olduğunu hayretler içinde seyrederken Ata:
- Artık İtalya ile savaş tehlikesi yok Rodos'a yapılan yığınak Habeşistan'a dönecektir!
Hakikaten kısa bir süre sonra Habeşistan savaşı başladı
(Nükte ve Fıkralarla Atatürk)
Atatürk'ün Adana'da Hatay için:
- Kırk asırlık Türk yurdu yabancı elinde kalamaz!
Demesinden iki gün sonraydı Mersin'de istasyondan şehrin içine doğru yavaş gidiyordu Yolun üstüne siyahlar giyinmiş ve ellerinde büyük bir levha tutan bir kaç genç kız çıktı Levhada şu yazı vardı: "Suriye hemşehrinizi de kurtarın!"
Suriye, ancak din kardeşi olan bir milletin vatanıydı Türkiye�yse artık dinci değil, milliyetçi bir devletti Suriye içinde, bütün esir yurtlar için olduğu gibi, kurtuluş dilerdi Lakin kurtarmaya kalkmak fuzili olurdu
Etrafta hıçkırıklar ve göz yaşları yoktu; Atatürk'ün de gözleri ıslanmış değildi Suriyelilerin 1 Dünya Savaşı�nda Türk düşmanlarıyla birleştiklerini, Türk ordusunu arkadan vurmaya çabaladıklarını, belki ihanet ettikleri için ihanete uğradıklarını düşünüyordu
- Her millet, layık olduğu yaşayışa erer! dedi ve yürüyüp gitti
(Nükte ve Fıkralarla Atatürk)
BABASININ TARLASI
Bir gün bir köylü Atatürk�ün orman çiftliği hudutları içindeki bir tarlayı, kendi tarlasıymış gibi sürüyordu Onu gördüler İhtar ettiler, dinletemediler Bunun üzerine Atatürk�e söylediler
Atatürk teftişe çıktığı zaman o tarafa gitti Yanındakiler toprağı sürmekte olan köylüyü göstererek:
- İşte budur! dediler
Atatürk yavaş yavaş ona doğru yürüdü Yaklaşınca sordu:
- Burada ne yapıyorsun?
Köylü gülümsüyordu Son derece sevip saydığımız, fakat asla korkmadığımız bir insan karşısında nasıl durursak köylü de öyle duruyordu Sakin bir sesle cevap verdi:
- Tarlayı sürüyorum
- İyi ama, bu tarla senin midir?
- Değildir
- Kimindir?
- Atatürk'ündür!
Köylü bu cevabı vermekle suçu kabul etmiş oluyordu Bu itibarla dava kaybolmuş demekti Atatürk, kendi toprağına tecavüz edildiği için değil, haksızlık yapıldığı için sertlendi ve sordu:
- İyi ama, sen başkasının toprağını ona sormadan ve izin alınmadan sürülüp ekilmeyeceğini bilmiyor musun?
Köylü hiç telaş etmiyordu Aynı sükunetle dedi ki:
- Biliyorum, fakat benim bu tarlayı sürüp ekmeye hakkım vardır!
Atatürk'ün kaşları çatıldı ve büyük bir merak ve hayretle ona sordu:
- Bu hakkı nereden alıyorsun?
- Çok basit Atatürk bizim babamız değil mi? İnsan babasının tarlasını sürüp ekerse kabahat mi işlemiş olur?
Atatürk'ün yüzünde takdir ve sevgi duygularının en coşkununu anlatan engin bir gülümseme oldu, köylünün sırtını okşadı ve;
- Haklısın! diyerek uzaklaştı
(Nükte Ve Fıkralarla Atatürk)
İKİMİZ DE "GAZİ"YİZ
Bir tarihte Eskişehir�i ziyaretinde; yakın köylerde gezinti yaparken, asırlık çınarların gölgesine sığınmış bir köy kahvesi önünde otomobili durdurdu Salih Bozok'a;
- Bu çınarları hatırlıyorum Dedi; zaferden sonra bir gün yolum düşmüştü! Eski hatıraları bir an tekrar yaşatmak için; araba dan inip, büyük bir tevazuuyla köy kahvesinin harap iskemlesine oturdu
Biraz sonra kahveci ona, köyünün yegane ikramı olan ayranı temiz bardaklar içinde getirince "Gazi" pek memnun oldu Yaşlı kahveciye sordu:
- Adın ne?
- Yusuf!
- Buralarda geçmiş harbi hatırlar mısın?
- Nasıl hatırlamam, paşam? Maiyetinde çavuştum!
- Maiyetimde mi
Bütün kuvvetlerin baş kumandanı değil miydin, paşam! Hep emrinde savaştık
Büyük kurtarıcı zeki köylüyü takdir etmişti Aferin; Gazi Yusuf Çavuş! deyince, eski asker el buğuladı:
- Estağfurullah, paşam! Gazi sizsiniz!
- Rütbe başka Fakat harpten dönmüş iki asker olmamız sıfatıyla ikimiz de "Gazi"yiz!
Ve tepside duran ayran bardaklarından birini bizzat eliyle çavuşa vermek lütfunu göstererek, ilave etti:
- Şerefine Gazi Yusuf Çavuş!
- Şerefte daim ol paşam!
Ağlamaktan ayranı içemeyen kahveciye, o zamanın çok parası olan bir yüzlük verip gülümsedi:
- Allahaısmarladık, silah arkadaşım!
(Atatürk�ün Nükteleri-Fıkraları-Hatıraları)
İTALYAN SEFİRİ'NE VERİLEN DERS
Atatürk'e ihanet edenler, o'nun birçok konuları içki sofrasında hallettiğini iddia ederler Yalnız aşağıda nakledeceğim olay bile bu düşüncenin ne kadar yanlış olduğunu ispata yeter:
"Habeşistan savaşının başlamasından önce, İtalya'nın Rodos'a askeri yığınakta bulunduğu günlerdeydi Bir akşam yine Atatürk�ün sofrasına çağrılanlar onu ayakta ve balkonda gezinmekte buldular
- Tevfik Rüştü nerede?
- Ankara Palas'ta, bazı sefirlere bir ziyafet veriyor
- Biz de oraya gitsek olmaz mı?
Etrafındakiler beyhude Atatürk'ü buna protokolün müsait olmadığına inandırmaya gayret ediyorlar Fakat, o'nun kesin karar verdiği bir konudan geriye çevirmek kimsenin haddi değildir
Otomobiller, Ankara Palas'a vardığı zaman Atatürk�ün otelin merdivenlerini sallana sallana ve yanındakilerin yardımı ile çıktığını görenler hayret ettiler Çünkü Çankaya�da Atatürk�ün bir yudum bile içmediğini herkes biliyordu
Sefire ziyafet verilen salona giren Atatürk, Arnavutluk Sefiri, Asaf Bey�in yakınında ve giriş çıkış kapısını iyi görebilecek bir yere oturuyor O dakikadan itibaren salondan içeri ve dışarı kimsenin geçmesi mümkün değildir Şimdi konuşulanları takip edelim:
Atatürk:
- Asaf Bey, gazetelerde bir takım resimler görüyorum, Arnavutlukla operet mi oynanıyor? diyor
Bu sözleriyle o zamanlar yeni kral olan Zogo'nun sorguçlu resimlerini kastettiğini anlamakta gecikme yen sefir ne söyleyeceğini şaşırıyor Atatürk devam ediyor:
- Cumhuriyetten ne zarar görüldü ki, Arnavutluk'ta krallık ilan edildi? Hem, takip edilen politika da tehlikelidir İtalya'nın Arnavutluk�u Balkanlar�da bir basamak yapması ihtimalden uzak değildir
Bunu duyan İtalyan Sefiri, mücadeleye kalkınca Ata:
- Haber aldığıma göre, Roma'da bazı öğrenciler sefaretimizin önünde mümayiş yapmışlar Antalya'yı istemişler Antalya sigara paketimidir ki, sefir cebinden çıkarıp atsın Antalya buradadır Buyurun alın! Hem benim bir teklifim var Eğer hakikaten böyle bir şey düşünülüyorsa Mussolini cenaplarına müsaade edelim Antalya'ya asker çıkarsınlar Bütün çıkarma tamam olunca savaşırız Mağlup olan hakkına razı olur
Sefir atılıyor:
- Ekselans bu bir savaş ilanımıdır?
Ata:
- Hayır, diyor Ben burada bir fert olarak konuşuyorum Türkiye savaş ilanı ancak büyük millet meclisi dahilindedir Fakat unutmayınız ki, gerektiği zaman Büyük Meclis Türk Milleti�nin hissiyatını tercüman olmakta gecikmez
Konuşmasının bu hali olması üzerine, İsmet Paşa'ya telefon edilir ve Ankara Palas'a çağrılır
Atatürk de bunu haber alınca etrafındakilere:
- Hükümet geliyor, biz gidelim! diyerek Ankara Palas'ı terk eder
- Çankaya'ya dönüldüğü zaman herkes Atatürk'ün gayet normal olduğunu hayretler içinde seyrederken Ata:
- Artık İtalya ile savaş tehlikesi yok Rodos'a yapılan yığınak Habeşistan'a dönecektir!
Hakikaten kısa bir süre sonra Habeşistan savaşı başladı
(Nükte ve Fıkralarla Atatürk)
Ve… Birgün herkes ɑnlɑr, sevdiğinin kıymetini… Amɑ gidince, Amɑ bitince, Amɑ ölünce… Kısɑcɑ; İş işten geçince!
çelik kapı çeyiz
çelik kapı çeyiz
Re: Atatürk Hatıraları...
MUSTAFA KEMAL PAŞA ve YUNAN KUVVETLERİ KOMUTANI TRİKOPİS
Bütün bu taarruz esnasında Gazi'nin yanında bulunan arkadaşlar, Yunan Kuvvetleri Komutanı General Trikopis'in başkumandan çadırına nasıl getirildiğini şöyle anlattılar
Trikopis, diğer esir kolordu ve fırka (tümen) kumandanları ile birlikte Gazi'nin huzuruna çıkarıldıkları vakit, hepsi çok heyecanlı ve bitkin halde imişler Gazi, bunları oturtmuş, kendilerini teselli için bu gibi malubiyetlerin tarihte misalleri olduğunu, sevk ve idarede vazifesini bi hakkın yapmış iseler vicdanen müsterih olabileceklerini söylediği zaman Trikopis:
- "Askeri vazifemi tamamen yaptığıma eminim Fakat asıl vazifemi maalesef yapamadım" diye intahar edemediğini anlatmak isterken Gazi:
- "O size ait bir düşüncedir" diye sözünü kesmiş ve harita üzerinde:
- "Şurada bir fırkanız vardı Niçin onu şuraya almadınız Filan yerdeki kuvvetlerinizi falan yere süreydiniz daha iyi olmaz mıydı?" gibi bazı tenkitler yapmış, Trikopis:
- "Ben öyle hareket etmek için emir verdim Fakat (yanındaki kolordu komutanını gösterirken) bu yapamadı!" demiş
Bu görüşmeler olurken esir fırka kumandanı yavaşça yanında bulunan zabitlerimizden birine:
- "Bizim ile konuşan bu general kimdir?" diye sormuş zabit:
- "Başkumandan Mustafa Kemal" deyince adam hayrete düşmüş:
- "Şimdi anladım biz niçin mağlup olduk! Bizim başkumandan İzmir'de vapurda oturuyordu!" diyerek derdini dökmüş
(İlginç Olaylar ve Anektodlarla Atatürk)
YAVUKLUM GÖNDERDİ
Bir akşam, uzun müddet didişen, uğraşan iki erden birisinin yüzünü sildiği mendil gözüne ilişmişti Bu işlemeli ve göz alıcı yağlığı isteyerek sordu
- Bunu nereden aldın ?
Bu ani soru karşısında şaşıran kahraman Türk çocuğu, sıkılarak cevap verdi :
- Yavuklum gönderdi, Atam !
Büyük kayıplar karşısında bile ağladığı görülmeyen, acı duygularını içinde gizleyen büyük şef, bilmem neden, o anda sarsılmıştı; dolan mavi gözlerinden iri damlalı yaşlar dökülüyordu Erin, demin yüzünden akan terleri sildiği bu mendile o da göz yaşlarını silmiştir
(Olaylar ve Atatürk)
HACER NİNE
Hacer Nine yine bunalmıştı İçi içine sığmıyordu Beş gözlü evinin içi yine birkaç gündür zindan kesilmişti Düşündükçe yüreği yerinden kopuyordu Yetmiş yaşındaki bu kimsesizlik ona büsbütün koymuştu
Kocasını Yemen'de kaybetmişti Bir oğlu balkanlarda, ikisi de çöllerde kalmıştı Bir gelini ile üç torunu vardı Gelini hastalıktan öldü, torunlarının biri de büyük muharebede şehit düştü Birisi İkinci İnönü'den dönmedi
En son torununu da Sakarya'ya gönderdi Bir gün haber aldık ki en son delikanlısı da Duatepe Muharebesi�nde öteki ağalarının yanına göçüp gitmişti
Çok ağladı Fakat "Sakarya kazanıldı" haberi gelince ağlaması durdu, gülmeye başladı
Ondan sonra vakit vakit böyle bunalırdı Ve her bunalışında çarıklarını çeker, değneğini alır, Ankara'nın yolunu tutardı Bu sefer de öyle yaptı Saatlerce yürüdükten sonra ikindide Ankara'ya geldi, doğruca gitti, Büyük Millet Meclisi'nin kapısı önünde durup çömeldi
Aradan biraz vakit geçti, sordular:"
- Nine ne istiyorsun?
- Hiç, hiç bir şey "
- Ya neden burada duruyorsun?
- Onun gözlerini görmek için çıkmasını bekliyorum
- O dediğin kim?
- Gazi Paşa
Sonunda hikayesini anlattı, sonunda dedi ki;
- İşte böyle, ara sıra çok bunaldıkça buraya gelirim O Millet Meclisi'nden çıkarken gözlerine bakarım Mavi bebeklerinde bütün ölenlerimin gözlerini görür gibi olurum Sonra içime bir ferahlık dolar, kalkar köyüme giderim
İşte siperlerde evlat, torun gömmüş Türk Ninesi buna derler
(Atatürk'ün Nükteleri-Fıkraları-Hatıraları)
MUSTAFA KEMAL PAŞA'NIN ANADOLU'YA GEÇİŞ HİKÂYESİ
Mustafa Kemal Paşa Sivas'ta Heyet-i Temsiliye (Temsilciler Kurulu ) Karargahı'nda, Samsun'a gidişini Kılıç Ali'ye şöyle anlatmıştır (Ekim 1919):
- "Ben tasarladığım programımı Şili�deki evimin bir köşesinde oturarak ve birtakım pestenkerani anasırla görüşerek tatbik edebileceğime kani olmadığım içindir ki doğrudan doğruya milletle temasa gelmek istedim Cevherini çok ala bildiğim ve çok sevdiğim milletimizin içinde ve onunla birlikte hareket etmeyi daha faydalı, hatta çok lüzumlu gördüm Senelerden beri ıstırap içinde bulunan Anadolu�nun derhal varlığına karışmak elbette ki daha salim bir düşünce idi Bundan dolayı 3 Ordu Müfettişliğine tayinimi temin ettim ve seyrisefainin küçük bir vapuruna binerek karargahımla birlikte alelacele yola çıktım Bazı dostlarım bana İngilizlerin yolda gemiyi batırması ihtimali olduğunu söyledikleri halde kulak asmadım, kıymet vermedim
Hareketimiz gecesini, Karadeniz'de büyük bir fırtına içinde geçirdik Korkunç bir fırtına!küçük vapur bazen mukavemetini kaybediyor, sulara dalıp gidecekmiş tesirini veriyordu Bir aralık kaptan köprüsüne çıktım Kaptana "nasıl bir rota takip ediyorsunuz" diye sordum
Kaptan bana:
- "Muntazam bir rota takip etmek imkanı yok Allah'a sığındık, gidiyoruz!" deyince:
- Niçin böyle gidiyoruz diye sordum Kaptan:
- "Paşam, hareket için iki gün evvel emir verdiler Gemiyi gözden geçirdim Birçok noksanları vardır Kalkamam dedim Fakat kimseye dinletemedim Pusulası yok, paraketesi bozuk, bu vaziyette rota mevzubahis olabilir mi? Cevabını verdi"
Paşa bize bunları anlattıktan sonra şunları ilave etti:
- "Bizi böyle bir gemi ile yola çıkarmak bir cinayetti ve muhakkak bir ölüme göndermekti İstanbul'daki temaslarımdan, gizli faaliyetlerimden ürken, endişeye düşen Ferit Paşa hiç şüphesiz ki bu cinayeti bilerek intikap etmiştir "
Hakikaten paşa bu görüşünde yerden göğe haklıydı Nitekin Samsun'a ayak basar basmaz kendisine verilen telgraflarda bazı talimat olarak tekrar dönmek üzere İstanbul'a bir an evvel avdeti isteniyordu Hatta bir bakımdan geminin rota takip etmeyişi, pusulasız oluşu hayırlı olmuştu Çünkü geminin ya yedeğe alınıp getirilmesine, yahut batırılmasına memur edilen bir İngiliz torpidosu sırf muntazam bir rota takip edilmemesi yüzünden gemi ile karşılaşamamış, izini kaybederek vazifesini yapamamıştı
Mustafa Kemal Paşa İstanbul'dan Anadolu'ya geçişini bize anlatırken gözleri parlayarak bütün heybetiyle memleket için yegane kurtuluş çaresinin milli birliğin muhafazası olduğunu ve içinde yaşanılan felaketlere bu birlikte mukavemet edilerek milletin ancak bu sayede kurtulabileceğini, milletle beraber behemehal ve mutlaka bu gayeye varacağı kanaatini izhar ediyordu"
(Muzaffer Erendil, İlginç Olaylar ve Anektodlarla Atatürk)
KONYA İSYANINDA
Konya İsyanı'nı müteakip Konya'ya gelen Atatürk sinirli ve üzgündü Şehrin ileri gelenleriyle belediye salonunda konuşurken elindeki yanan sigarayı bir aralık iki parmağı arasına almış ve ateşi parmakları arasında ezerek söndürmüş ve şöyle demişti:
Ateş nerede çıkarsa çıksın, iki parmağımın arasında böyle ezeceğim!
(Nükte ve Fıkralarla Atatürk)
ATATÜRK ve SPOR
Bir gece Atatürk Ada'da yat kulübünde konuşurken, yanındakilerden birinin sportmen olduğunu anladı Ona şu suali sordu:
- Spor nedir?
Muhatabı, sporu herkesin bildiği gibi tarif etti
Gazi dedi ki:
- "Bana daha açık, bariz bir tarif bulabilir misiniz?"
Belki en güzel cevabı bulabilmek için düşünen sportmenin ufak bir tevakkufu üzerine Gazi şu hatırasını anlattı:
"Arıburnu Kumandanı idim, iki tarafın ateş hatları arasında elli altmış metre mesafe vardı Birbirine en yakın hatlar arasında dolaşan Türk ve İngiliz keşşaflarından ikisi gecenin kara kesafeti içinde ellerindeki uzun silahları istimal edemeyecek kadar burun buruna temas etmişler Her iki cesur keşşaf, silahlarını atmışlar doğrudan doğruya birbirini boğazlamak için ellerini kullanmak zaruretini hissetmişler
İngiliz keşşaf yumruklarını sıkmış, boks denilen idmanı, Türk neferinin vücut ve kalbi üzerinde tatbik etmeye başlamış Bu mahirene yumruk idmanını bilmeyen Türk neferi kalbine maddeten; vicdanına manen vurulan darbelerin tesiri altında iki elinin ötekinin boğazına uzatmış, var kuvvetiyle düşmanın gırtlağını yakalamış Düşman neferinin boğazı iki demir pençesinin mengenesinde sıkışınca bizim nefer, boks darbelerinin iptida hafiflediğini biraz sonra zail olduğunu görmüş
Nefer, esirini sürükleyerek benim yanıma getirdi Gece yarısından sonra idi Evvela düşman neferini isticap ettim
- Ne oldu? Sen niçin buralara kadar geldin?
- Spor, cevabını verdi
Bizimkine sordum:
- Nasıl oldu?
Nefer, esirin verdiği ilmi cevabı anlamamış olmaktan korkarak:
- Bilmiyorum, dedi Ben birinci ilmi ve fenni değil, ikincinin cehilden ziyade edep ve terbiyesi üzerinde fazla durmadım
- Sen sportmen misin?
- Evet, çok iyi
- Bizim neferi nasıl buldun?
- Bilmiyor dedi
Türk neferine döndüm:
- İşitiyor musun, senin için bilmiyor, cahildir, dedi
Kısaca;
- Huzurumuza getirdim efendim, cevabını verdi
Gazi devam etti:
- Ben spor nedir, diye sorulursa vereceğim cevap şudur:
- "Spor; vatanın, milletin ali menfaatlerine tecavüz edenleri gırtlağından yakalayıp memleket ve millet hadimlerinin huzuruna getirebilmek kabiliyeti maddiye ve maneviyesidir "
(Atatürk'ün Nükteleri-Fıkraları-Hatıraları)
Bütün bu taarruz esnasında Gazi'nin yanında bulunan arkadaşlar, Yunan Kuvvetleri Komutanı General Trikopis'in başkumandan çadırına nasıl getirildiğini şöyle anlattılar
Trikopis, diğer esir kolordu ve fırka (tümen) kumandanları ile birlikte Gazi'nin huzuruna çıkarıldıkları vakit, hepsi çok heyecanlı ve bitkin halde imişler Gazi, bunları oturtmuş, kendilerini teselli için bu gibi malubiyetlerin tarihte misalleri olduğunu, sevk ve idarede vazifesini bi hakkın yapmış iseler vicdanen müsterih olabileceklerini söylediği zaman Trikopis:
- "Askeri vazifemi tamamen yaptığıma eminim Fakat asıl vazifemi maalesef yapamadım" diye intahar edemediğini anlatmak isterken Gazi:
- "O size ait bir düşüncedir" diye sözünü kesmiş ve harita üzerinde:
- "Şurada bir fırkanız vardı Niçin onu şuraya almadınız Filan yerdeki kuvvetlerinizi falan yere süreydiniz daha iyi olmaz mıydı?" gibi bazı tenkitler yapmış, Trikopis:
- "Ben öyle hareket etmek için emir verdim Fakat (yanındaki kolordu komutanını gösterirken) bu yapamadı!" demiş
Bu görüşmeler olurken esir fırka kumandanı yavaşça yanında bulunan zabitlerimizden birine:
- "Bizim ile konuşan bu general kimdir?" diye sormuş zabit:
- "Başkumandan Mustafa Kemal" deyince adam hayrete düşmüş:
- "Şimdi anladım biz niçin mağlup olduk! Bizim başkumandan İzmir'de vapurda oturuyordu!" diyerek derdini dökmüş
(İlginç Olaylar ve Anektodlarla Atatürk)
YAVUKLUM GÖNDERDİ
Bir akşam, uzun müddet didişen, uğraşan iki erden birisinin yüzünü sildiği mendil gözüne ilişmişti Bu işlemeli ve göz alıcı yağlığı isteyerek sordu
- Bunu nereden aldın ?
Bu ani soru karşısında şaşıran kahraman Türk çocuğu, sıkılarak cevap verdi :
- Yavuklum gönderdi, Atam !
Büyük kayıplar karşısında bile ağladığı görülmeyen, acı duygularını içinde gizleyen büyük şef, bilmem neden, o anda sarsılmıştı; dolan mavi gözlerinden iri damlalı yaşlar dökülüyordu Erin, demin yüzünden akan terleri sildiği bu mendile o da göz yaşlarını silmiştir
(Olaylar ve Atatürk)
HACER NİNE
Hacer Nine yine bunalmıştı İçi içine sığmıyordu Beş gözlü evinin içi yine birkaç gündür zindan kesilmişti Düşündükçe yüreği yerinden kopuyordu Yetmiş yaşındaki bu kimsesizlik ona büsbütün koymuştu
Kocasını Yemen'de kaybetmişti Bir oğlu balkanlarda, ikisi de çöllerde kalmıştı Bir gelini ile üç torunu vardı Gelini hastalıktan öldü, torunlarının biri de büyük muharebede şehit düştü Birisi İkinci İnönü'den dönmedi
En son torununu da Sakarya'ya gönderdi Bir gün haber aldık ki en son delikanlısı da Duatepe Muharebesi�nde öteki ağalarının yanına göçüp gitmişti
Çok ağladı Fakat "Sakarya kazanıldı" haberi gelince ağlaması durdu, gülmeye başladı
Ondan sonra vakit vakit böyle bunalırdı Ve her bunalışında çarıklarını çeker, değneğini alır, Ankara'nın yolunu tutardı Bu sefer de öyle yaptı Saatlerce yürüdükten sonra ikindide Ankara'ya geldi, doğruca gitti, Büyük Millet Meclisi'nin kapısı önünde durup çömeldi
Aradan biraz vakit geçti, sordular:"
- Nine ne istiyorsun?
- Hiç, hiç bir şey "
- Ya neden burada duruyorsun?
- Onun gözlerini görmek için çıkmasını bekliyorum
- O dediğin kim?
- Gazi Paşa
Sonunda hikayesini anlattı, sonunda dedi ki;
- İşte böyle, ara sıra çok bunaldıkça buraya gelirim O Millet Meclisi'nden çıkarken gözlerine bakarım Mavi bebeklerinde bütün ölenlerimin gözlerini görür gibi olurum Sonra içime bir ferahlık dolar, kalkar köyüme giderim
İşte siperlerde evlat, torun gömmüş Türk Ninesi buna derler
(Atatürk'ün Nükteleri-Fıkraları-Hatıraları)
MUSTAFA KEMAL PAŞA'NIN ANADOLU'YA GEÇİŞ HİKÂYESİ
Mustafa Kemal Paşa Sivas'ta Heyet-i Temsiliye (Temsilciler Kurulu ) Karargahı'nda, Samsun'a gidişini Kılıç Ali'ye şöyle anlatmıştır (Ekim 1919):
- "Ben tasarladığım programımı Şili�deki evimin bir köşesinde oturarak ve birtakım pestenkerani anasırla görüşerek tatbik edebileceğime kani olmadığım içindir ki doğrudan doğruya milletle temasa gelmek istedim Cevherini çok ala bildiğim ve çok sevdiğim milletimizin içinde ve onunla birlikte hareket etmeyi daha faydalı, hatta çok lüzumlu gördüm Senelerden beri ıstırap içinde bulunan Anadolu�nun derhal varlığına karışmak elbette ki daha salim bir düşünce idi Bundan dolayı 3 Ordu Müfettişliğine tayinimi temin ettim ve seyrisefainin küçük bir vapuruna binerek karargahımla birlikte alelacele yola çıktım Bazı dostlarım bana İngilizlerin yolda gemiyi batırması ihtimali olduğunu söyledikleri halde kulak asmadım, kıymet vermedim
Hareketimiz gecesini, Karadeniz'de büyük bir fırtına içinde geçirdik Korkunç bir fırtına!küçük vapur bazen mukavemetini kaybediyor, sulara dalıp gidecekmiş tesirini veriyordu Bir aralık kaptan köprüsüne çıktım Kaptana "nasıl bir rota takip ediyorsunuz" diye sordum
Kaptan bana:
- "Muntazam bir rota takip etmek imkanı yok Allah'a sığındık, gidiyoruz!" deyince:
- Niçin böyle gidiyoruz diye sordum Kaptan:
- "Paşam, hareket için iki gün evvel emir verdiler Gemiyi gözden geçirdim Birçok noksanları vardır Kalkamam dedim Fakat kimseye dinletemedim Pusulası yok, paraketesi bozuk, bu vaziyette rota mevzubahis olabilir mi? Cevabını verdi"
Paşa bize bunları anlattıktan sonra şunları ilave etti:
- "Bizi böyle bir gemi ile yola çıkarmak bir cinayetti ve muhakkak bir ölüme göndermekti İstanbul'daki temaslarımdan, gizli faaliyetlerimden ürken, endişeye düşen Ferit Paşa hiç şüphesiz ki bu cinayeti bilerek intikap etmiştir "
Hakikaten paşa bu görüşünde yerden göğe haklıydı Nitekin Samsun'a ayak basar basmaz kendisine verilen telgraflarda bazı talimat olarak tekrar dönmek üzere İstanbul'a bir an evvel avdeti isteniyordu Hatta bir bakımdan geminin rota takip etmeyişi, pusulasız oluşu hayırlı olmuştu Çünkü geminin ya yedeğe alınıp getirilmesine, yahut batırılmasına memur edilen bir İngiliz torpidosu sırf muntazam bir rota takip edilmemesi yüzünden gemi ile karşılaşamamış, izini kaybederek vazifesini yapamamıştı
Mustafa Kemal Paşa İstanbul'dan Anadolu'ya geçişini bize anlatırken gözleri parlayarak bütün heybetiyle memleket için yegane kurtuluş çaresinin milli birliğin muhafazası olduğunu ve içinde yaşanılan felaketlere bu birlikte mukavemet edilerek milletin ancak bu sayede kurtulabileceğini, milletle beraber behemehal ve mutlaka bu gayeye varacağı kanaatini izhar ediyordu"
(Muzaffer Erendil, İlginç Olaylar ve Anektodlarla Atatürk)
KONYA İSYANINDA
Konya İsyanı'nı müteakip Konya'ya gelen Atatürk sinirli ve üzgündü Şehrin ileri gelenleriyle belediye salonunda konuşurken elindeki yanan sigarayı bir aralık iki parmağı arasına almış ve ateşi parmakları arasında ezerek söndürmüş ve şöyle demişti:
Ateş nerede çıkarsa çıksın, iki parmağımın arasında böyle ezeceğim!
(Nükte ve Fıkralarla Atatürk)
ATATÜRK ve SPOR
Bir gece Atatürk Ada'da yat kulübünde konuşurken, yanındakilerden birinin sportmen olduğunu anladı Ona şu suali sordu:
- Spor nedir?
Muhatabı, sporu herkesin bildiği gibi tarif etti
Gazi dedi ki:
- "Bana daha açık, bariz bir tarif bulabilir misiniz?"
Belki en güzel cevabı bulabilmek için düşünen sportmenin ufak bir tevakkufu üzerine Gazi şu hatırasını anlattı:
"Arıburnu Kumandanı idim, iki tarafın ateş hatları arasında elli altmış metre mesafe vardı Birbirine en yakın hatlar arasında dolaşan Türk ve İngiliz keşşaflarından ikisi gecenin kara kesafeti içinde ellerindeki uzun silahları istimal edemeyecek kadar burun buruna temas etmişler Her iki cesur keşşaf, silahlarını atmışlar doğrudan doğruya birbirini boğazlamak için ellerini kullanmak zaruretini hissetmişler
İngiliz keşşaf yumruklarını sıkmış, boks denilen idmanı, Türk neferinin vücut ve kalbi üzerinde tatbik etmeye başlamış Bu mahirene yumruk idmanını bilmeyen Türk neferi kalbine maddeten; vicdanına manen vurulan darbelerin tesiri altında iki elinin ötekinin boğazına uzatmış, var kuvvetiyle düşmanın gırtlağını yakalamış Düşman neferinin boğazı iki demir pençesinin mengenesinde sıkışınca bizim nefer, boks darbelerinin iptida hafiflediğini biraz sonra zail olduğunu görmüş
Nefer, esirini sürükleyerek benim yanıma getirdi Gece yarısından sonra idi Evvela düşman neferini isticap ettim
- Ne oldu? Sen niçin buralara kadar geldin?
- Spor, cevabını verdi
Bizimkine sordum:
- Nasıl oldu?
Nefer, esirin verdiği ilmi cevabı anlamamış olmaktan korkarak:
- Bilmiyorum, dedi Ben birinci ilmi ve fenni değil, ikincinin cehilden ziyade edep ve terbiyesi üzerinde fazla durmadım
- Sen sportmen misin?
- Evet, çok iyi
- Bizim neferi nasıl buldun?
- Bilmiyor dedi
Türk neferine döndüm:
- İşitiyor musun, senin için bilmiyor, cahildir, dedi
Kısaca;
- Huzurumuza getirdim efendim, cevabını verdi
Gazi devam etti:
- Ben spor nedir, diye sorulursa vereceğim cevap şudur:
- "Spor; vatanın, milletin ali menfaatlerine tecavüz edenleri gırtlağından yakalayıp memleket ve millet hadimlerinin huzuruna getirebilmek kabiliyeti maddiye ve maneviyesidir "
(Atatürk'ün Nükteleri-Fıkraları-Hatıraları)
Ve… Birgün herkes ɑnlɑr, sevdiğinin kıymetini… Amɑ gidince, Amɑ bitince, Amɑ ölünce… Kısɑcɑ; İş işten geçince!
çelik kapı çeyiz
çelik kapı çeyiz
Re: Atatürk Hatıraları...
OLUR ŞEY DEĞİL
Muallimler Ankara'da bir içtima yapmışlar, içtimaa iki üç muallim hanım da iştirak ederek salonda ayrı bir yere oturmuşlardı
Muallim hanımların içtimaa gitmelerini hoş görmeyen Meclis'in sarıklıları Gazi'ye şikayete gidiyorlar
Gazi kızarak:
- "Kimmiş Muallimler Cemiyeti Reisi? Çağırın onu!"
Ve Mazhar Müfit birkaç dakika sonra içeri girince gürleyen bir sesle çıkışıyor:
- "Siz Muallimler içtimamda ne yapmışsınız? Ne ayıp şey bu?"
Mazhar Müfit şaşakalır Gazi'den bu hareket mi beklenirdi? Sarıklılar muzaffer bir besaretle gülüyor Sarıklılar neşe içinde Gazi'nin sesi hep aynı tonda devam ediyor
- "Olur şey değil olur şey değil!"
Mazhar Müfit hala ayakta ve hala ne diyeceğini şaşırmış bir halde cevap vermeye çalışıyor:
- "Efendim vallahi"
- "Bırak bırak ben hepsini biliyorum; içtimaa Muallime Hanımlar�ı da çağırdınız Fakat onları niye ayrı sıralara oturttunuz? Sizin kendinize mi itimadınız yok, Türk hanımının faziletine mi ? Bir daha öyle ayrılık gayrılık görmeyeyim, anladınız mı ?
(Atatürk'ün Nükteleri-Fıkraları-Hatıraları)
PEYNİR, ZEYTİN, SOĞAN ve KURU EKMEK
Mustafa Kemal Paşa, Erzurum ve Sivas Kongreleri�ne katılan arkadaşlarıyla birlikte ciddi para sıkıntısındaydı Erzurum'dan Sivas'a intikal sırasında, yoldaki durumlarını Mazhar Müfit şöyle anlatır:
"Önümüzde ve Paşa'nın üstün iradesi ve dahi ışığı altında yeni ve engin bir savaş ufku açılmıştı Erzurum'dan sonra yeni bir irade, yeni bir madde ve mana hamlesi ile büyük vatan savaşına atılacak, Erzurum'da kurulan büyük temele bina edilecek eserin ikinci safhasındaki çalışmalara katılacaktır
Sesimi biraz yükseltmiş olacağım ki, öndeki arabadan Mustafa Kemal Paşa arkaya bakarak eli ile;
- Daha yüksek sesle! diyerek işaret veriyordu Ve bu işaret üzerinedir ki, yine gayri iradi, gayri ihtiyari olarak dilimin ucuna:
"Ey gaziler yol göründü tarihi şarkısı geldi ve ben bu şarkıya başlayınca insiyaki bir sirayetle hemen bütün otomobillerdeki arkadaşlar da bana katıldılar ve hep bir ağızdan bu şarkıyı okuduk ve söyledik Arızasız öğle vaktini bulduk Her kilometreyi arızasız kat ettikçe adeta sevinç duyuyor ve:
- Otomobillerimiz bu vaziyette bizi Sivas'a selametle ulaştırabilecekler ümidini muhafaza ediyorduk Bir pınar başında mola verdik Paşa:
- Hemen yemeğimizi yiyelim, vakit kaybetmeksizin yine yola devam edelim dedi
Çünkü 4 Eylül'de kongrenin açılması kararlaştırılmış olduğuna nazaran, yolculuğumuz muayyen bir programla tayin ve tespit edilmiştir
Hareket ve molalarda o programa uymak zorundaydık Ancak paşanın;
- Yemeğimizi yiyelim deyişinde sonraki vaziyetimizin biraz acıklı olduğunu da tebarüz ettirmeyelim Yemek deyince, bilhassa Anadolu'daki kara yolculuklarında gün görmüş insanlar için yemek; tavuk, hindi, soğuk et, su böreği, köfte vesaire gibi şeylerden düzülen nevaledir
Hepimiz de bu çeşit nevalelerle yolculuk etmiş insanlardık Fakat, bu defa nevalemiz; peynir, zeytin ve kuru ekmekten ibaret bir azıktı Su başında rastladığımız köylüler de torbalarından birkaç baş kuru soğan ikram ettiler Fakat, paşa başta olmak üzere hepimiz en büyük bir lokantada pişirilmiş veya ziyafette tertiplenmiş yemeklerden ve İstanbul tabiri ile et'ime-i nefise-i lezize (en güzel yemekler) den daha mükemmel ve daha iştahlı olarak zevkle kuru soğanı, peyniri, zeytini, ekmeğimize katık ederek ve pınarın buz gibi suyunu içerek karnımızı doyurduk
(İlginç Olaylar ve Anektotlarla Atatürk)
SATIN ALINMAYAN ADAM
Atatürk geçen dünya harbi başladığı zaman Türk ordusunda Alman general ve subaylarına mühim mevkiler verilmesinin aleyhinde bulunmuştu Bu sırada Mustafa Kemal Paşa�nın yedinci ordu kumandanlığına hareket edeceği günün gecesi, İstanbul�da Akaretler'de 74 numaralı eve Alman mareşalinin karargahında memur olan bir Türk kurmay subayı ile genç bir Alman subayı geldiler Ufak sandıklar içinde bazı şeyler getirdiler Mustafa Kemal sordu:
- Bunlar nedir?
Alman subay cevap verdi
- İstanbul'dan ayrılıyorsunuz; size Mareşal Falkenhayn bir miktar altın göndermiştir
- Bu paralar bana yanlış geldi Ordunun levazım reisliğine gönderilmesi lazımdı
- Efendim, o da başka
Mustafa Kemal paranın ne kadar olduğunu anladıktan sonra, Alman subayının önünde, onları teslim aldığına dair senet imzaladı; fakat Alman subayı bunu kabul etmedi O zaman Mustafa Kemal Türk subayına emretti:
- Bu zabit bilmiyor, senedi alsın Mareşale versin ve siz de paraları gelip alması için levazım reisliğine haber gönderiniz
Bir kaç ay sonra Atatürk yedinci ordu kumandanlığını, vekil olarak Ali Rıza Paşa'ya bırakmış, ayrılmıştı; altınları da ona teslim ederek makbuz almıştı Bu makbuzu iki yaverine verdi ve emretti
- Mareşal Falkenhayn'e gidiniz; kendisini görünüz; bu makbuzu vererek benim imzamın bulunduğu kağıdı ondan alınız!
Mareşal Falkenhayn yaverine:
- Mustafa Kemal Paşa'ya böyle bir para verdiğimi hatırlamıyorum; bende imzalı senedinin bulunduğunu da bilmiyorum Bunun için Ali Rıza imzalı kağıdı da kabul edemem! dedi Mustafa Kemal Paşa şu haberi yolladı;
- Verdiğiniz altınlar olduğu gibi duruyor; onlar için size senet verilmiştir Sizde böyle bir senedin bulunmayışı altınları yok edemez Vesikayı kaybetmiş olabilirsiniz; o halde verdiğiniz altınları size iade edeceğiz; aldığınıza dair siz bize makbuz veriniz! Ben altın için memleket menfaatleri hakkında müsamaha gösterecek insanlardan değilim Paralarınız duruyor, fakat onlardan daha kıymetli olan Mustafa Kemal imzası sizde kalamaz!
(Olaylar ve Atatürk)
İNSAN, ASKER ve BABA ATATÜRK
Asker, politikacı Atatürk aynı zamanda iyi bir de baba idi Çocuklarla yakından ilgilenirdi Bilhassa askeri okulların talebeleri en çok ilgilendiği kişilerdi
Gözleri atalarındaydı Bir emir bekliyor gibiydiler
- Siz kimsiniz ne yapıyorsunuz burada?
Hepsi bir ağızdan gök gürültüsünü andıran bir haykırışla cevapladılar
- Harbiye Stajeriyiz paşam, manevraya gidiyoruz
Fazlaca mütehassis olan Atatürk;
- Bu kısa duraklamadan faydalanarak size bazı şeyler söylemek isterim! dedi Bir an gözlerini onların üzerlerinde gezdirdi ve şöyle devam etti,
- Madem ki, zabit olacaksınız mesleğinizin size yüklediği sorumluluğu müdrik olarak çalışın Kendinizi geleceğe ona göre hazırlayın, Türk tarihini tetkik ederseniz göreceksiniz ki bu millet ne zaman yükseldi ise Türk subaylarının omuzlarında yükselmiş, ne zaman düşmüş ise zabitlerinin çizmeleri altına düşmüştür
- "Sizin bir marşınız var, onu bana söyleyin" dedi, marş bitince geri döndü ve arkasında bekleyenlere bir şeyler söyledi Koşuşmalar oldu Atatürk tekrar pencereden dışarıya uzandığı zaman elinde büyükçe bir paket vardı Tren ağır ağır hareket ederken Atatürk gençlere hitaben şöyle diyordu;
- "Size bir şeyler ikram etmek isterim Kusura bakmayın, yol hali başka bir şeyim yok Belki hepiniz sigara içmiyorsunuz, belki bir kısmınız içiyor, bir kısmınız içmiyor, ama bu sigara benim sigaramdır Bundan hepiniz içeceksiniz Sayıları az olduğu içinde tabirimi mazur görün onları nefes nefes içmenizi isterim"
Genç Harbiyeliler hep bir ağızdan "Sağol Paşam" diye bağırdılar ve Ata'nın attığı paketi havada kaptılar
Ata�nın bu sözleri üzerinden 33 yıl gibi çok uzun bir zaman geçmesine rağmen o günleri yaşayanların kulaklarında çınlamaktadır
- "Nefes, nefes içmenizi isterim!"
Tren uzaklaştıktan sonra uzun uzun Ata'nın ardından bakan bizler, ne demek istediğini çözmeye çalışırken bir karışıklık oldu ve sigaralar kapışıldı
Bunlardan üç tanesi g M K (Gazi Mustafa Kemal) markalı sigara bana bu hatırayı nakleden Emekli Albay Fuat Uluç'un en kıymetli hatırası olarak söylenmektedir
(Sait Arif Terzioğlu, İnsancıl Atatürk)
SARIŞIN YARBAY
Atatürk, kendisini ilk görenlerin üzerinde son derece olumlu etkiler yapan bir insandı
Çanakkale muhabereleri sırasındaydı
O güne kadar hiç karşılaşmadığım bu yarbay tabancası belinde, dürbünü göğsünde avurtları çökük sarışın sarı bıyıkları hafifçe yukarıya doğru bükük, incecik belli ve orta boylu bir zattı
Atından atlayınca bana bir şey sormadan ve söylemeden sağ eliyle dürbününü aldı ve ufku taramaya başladı Eldivenli olan sol elinde gümüş kabzalı bir kırbaç vardı Bir tarafta düşmanın yaklaşan donanmasını gözetlerken sol elindeki kırbacı ile hafif hafif getrlerine vuruyordu Getrleri ile ayakkabılarının ve mahmuzlarının temizliği bilhassa dikkatimi çekti
Dürbünü bir ara gözlerinden çekti Kendimi takdim etmek fırsatını buldum Gözlerine baktım O güne kadar tesadüf etmediğim bir tesir altında kaldım
O gözlerde şimşekler çakıyordu sanki Bir iki defa daha düşman donanmasına baktı ve söylediği tek cümle şu oldu;
- Bu günkü geliş başka geliştir
Seri bir hareketle elimi sıktı Çabuk bir hareketle atına bindi Dört nala uzaklaştı
- Bu zat kimdi? diye arkasından baka kaldım Sonra bu tok sözlü, insanı her hareketiyle tesir altında bırakan yarbayın Mustafa Kemal olduğunu arkadaşlarımdan öğrendim
(Sait Arif Terzioğlu, İnsancıl Atatürk)
Muallimler Ankara'da bir içtima yapmışlar, içtimaa iki üç muallim hanım da iştirak ederek salonda ayrı bir yere oturmuşlardı
Muallim hanımların içtimaa gitmelerini hoş görmeyen Meclis'in sarıklıları Gazi'ye şikayete gidiyorlar
Gazi kızarak:
- "Kimmiş Muallimler Cemiyeti Reisi? Çağırın onu!"
Ve Mazhar Müfit birkaç dakika sonra içeri girince gürleyen bir sesle çıkışıyor:
- "Siz Muallimler içtimamda ne yapmışsınız? Ne ayıp şey bu?"
Mazhar Müfit şaşakalır Gazi'den bu hareket mi beklenirdi? Sarıklılar muzaffer bir besaretle gülüyor Sarıklılar neşe içinde Gazi'nin sesi hep aynı tonda devam ediyor
- "Olur şey değil olur şey değil!"
Mazhar Müfit hala ayakta ve hala ne diyeceğini şaşırmış bir halde cevap vermeye çalışıyor:
- "Efendim vallahi"
- "Bırak bırak ben hepsini biliyorum; içtimaa Muallime Hanımlar�ı da çağırdınız Fakat onları niye ayrı sıralara oturttunuz? Sizin kendinize mi itimadınız yok, Türk hanımının faziletine mi ? Bir daha öyle ayrılık gayrılık görmeyeyim, anladınız mı ?
(Atatürk'ün Nükteleri-Fıkraları-Hatıraları)
PEYNİR, ZEYTİN, SOĞAN ve KURU EKMEK
Mustafa Kemal Paşa, Erzurum ve Sivas Kongreleri�ne katılan arkadaşlarıyla birlikte ciddi para sıkıntısındaydı Erzurum'dan Sivas'a intikal sırasında, yoldaki durumlarını Mazhar Müfit şöyle anlatır:
"Önümüzde ve Paşa'nın üstün iradesi ve dahi ışığı altında yeni ve engin bir savaş ufku açılmıştı Erzurum'dan sonra yeni bir irade, yeni bir madde ve mana hamlesi ile büyük vatan savaşına atılacak, Erzurum'da kurulan büyük temele bina edilecek eserin ikinci safhasındaki çalışmalara katılacaktır
Sesimi biraz yükseltmiş olacağım ki, öndeki arabadan Mustafa Kemal Paşa arkaya bakarak eli ile;
- Daha yüksek sesle! diyerek işaret veriyordu Ve bu işaret üzerinedir ki, yine gayri iradi, gayri ihtiyari olarak dilimin ucuna:
"Ey gaziler yol göründü tarihi şarkısı geldi ve ben bu şarkıya başlayınca insiyaki bir sirayetle hemen bütün otomobillerdeki arkadaşlar da bana katıldılar ve hep bir ağızdan bu şarkıyı okuduk ve söyledik Arızasız öğle vaktini bulduk Her kilometreyi arızasız kat ettikçe adeta sevinç duyuyor ve:
- Otomobillerimiz bu vaziyette bizi Sivas'a selametle ulaştırabilecekler ümidini muhafaza ediyorduk Bir pınar başında mola verdik Paşa:
- Hemen yemeğimizi yiyelim, vakit kaybetmeksizin yine yola devam edelim dedi
Çünkü 4 Eylül'de kongrenin açılması kararlaştırılmış olduğuna nazaran, yolculuğumuz muayyen bir programla tayin ve tespit edilmiştir
Hareket ve molalarda o programa uymak zorundaydık Ancak paşanın;
- Yemeğimizi yiyelim deyişinde sonraki vaziyetimizin biraz acıklı olduğunu da tebarüz ettirmeyelim Yemek deyince, bilhassa Anadolu'daki kara yolculuklarında gün görmüş insanlar için yemek; tavuk, hindi, soğuk et, su böreği, köfte vesaire gibi şeylerden düzülen nevaledir
Hepimiz de bu çeşit nevalelerle yolculuk etmiş insanlardık Fakat, bu defa nevalemiz; peynir, zeytin ve kuru ekmekten ibaret bir azıktı Su başında rastladığımız köylüler de torbalarından birkaç baş kuru soğan ikram ettiler Fakat, paşa başta olmak üzere hepimiz en büyük bir lokantada pişirilmiş veya ziyafette tertiplenmiş yemeklerden ve İstanbul tabiri ile et'ime-i nefise-i lezize (en güzel yemekler) den daha mükemmel ve daha iştahlı olarak zevkle kuru soğanı, peyniri, zeytini, ekmeğimize katık ederek ve pınarın buz gibi suyunu içerek karnımızı doyurduk
(İlginç Olaylar ve Anektotlarla Atatürk)
SATIN ALINMAYAN ADAM
Atatürk geçen dünya harbi başladığı zaman Türk ordusunda Alman general ve subaylarına mühim mevkiler verilmesinin aleyhinde bulunmuştu Bu sırada Mustafa Kemal Paşa�nın yedinci ordu kumandanlığına hareket edeceği günün gecesi, İstanbul�da Akaretler'de 74 numaralı eve Alman mareşalinin karargahında memur olan bir Türk kurmay subayı ile genç bir Alman subayı geldiler Ufak sandıklar içinde bazı şeyler getirdiler Mustafa Kemal sordu:
- Bunlar nedir?
Alman subay cevap verdi
- İstanbul'dan ayrılıyorsunuz; size Mareşal Falkenhayn bir miktar altın göndermiştir
- Bu paralar bana yanlış geldi Ordunun levazım reisliğine gönderilmesi lazımdı
- Efendim, o da başka
Mustafa Kemal paranın ne kadar olduğunu anladıktan sonra, Alman subayının önünde, onları teslim aldığına dair senet imzaladı; fakat Alman subayı bunu kabul etmedi O zaman Mustafa Kemal Türk subayına emretti:
- Bu zabit bilmiyor, senedi alsın Mareşale versin ve siz de paraları gelip alması için levazım reisliğine haber gönderiniz
Bir kaç ay sonra Atatürk yedinci ordu kumandanlığını, vekil olarak Ali Rıza Paşa'ya bırakmış, ayrılmıştı; altınları da ona teslim ederek makbuz almıştı Bu makbuzu iki yaverine verdi ve emretti
- Mareşal Falkenhayn'e gidiniz; kendisini görünüz; bu makbuzu vererek benim imzamın bulunduğu kağıdı ondan alınız!
Mareşal Falkenhayn yaverine:
- Mustafa Kemal Paşa'ya böyle bir para verdiğimi hatırlamıyorum; bende imzalı senedinin bulunduğunu da bilmiyorum Bunun için Ali Rıza imzalı kağıdı da kabul edemem! dedi Mustafa Kemal Paşa şu haberi yolladı;
- Verdiğiniz altınlar olduğu gibi duruyor; onlar için size senet verilmiştir Sizde böyle bir senedin bulunmayışı altınları yok edemez Vesikayı kaybetmiş olabilirsiniz; o halde verdiğiniz altınları size iade edeceğiz; aldığınıza dair siz bize makbuz veriniz! Ben altın için memleket menfaatleri hakkında müsamaha gösterecek insanlardan değilim Paralarınız duruyor, fakat onlardan daha kıymetli olan Mustafa Kemal imzası sizde kalamaz!
(Olaylar ve Atatürk)
İNSAN, ASKER ve BABA ATATÜRK
Asker, politikacı Atatürk aynı zamanda iyi bir de baba idi Çocuklarla yakından ilgilenirdi Bilhassa askeri okulların talebeleri en çok ilgilendiği kişilerdi
Gözleri atalarındaydı Bir emir bekliyor gibiydiler
- Siz kimsiniz ne yapıyorsunuz burada?
Hepsi bir ağızdan gök gürültüsünü andıran bir haykırışla cevapladılar
- Harbiye Stajeriyiz paşam, manevraya gidiyoruz
Fazlaca mütehassis olan Atatürk;
- Bu kısa duraklamadan faydalanarak size bazı şeyler söylemek isterim! dedi Bir an gözlerini onların üzerlerinde gezdirdi ve şöyle devam etti,
- Madem ki, zabit olacaksınız mesleğinizin size yüklediği sorumluluğu müdrik olarak çalışın Kendinizi geleceğe ona göre hazırlayın, Türk tarihini tetkik ederseniz göreceksiniz ki bu millet ne zaman yükseldi ise Türk subaylarının omuzlarında yükselmiş, ne zaman düşmüş ise zabitlerinin çizmeleri altına düşmüştür
- "Sizin bir marşınız var, onu bana söyleyin" dedi, marş bitince geri döndü ve arkasında bekleyenlere bir şeyler söyledi Koşuşmalar oldu Atatürk tekrar pencereden dışarıya uzandığı zaman elinde büyükçe bir paket vardı Tren ağır ağır hareket ederken Atatürk gençlere hitaben şöyle diyordu;
- "Size bir şeyler ikram etmek isterim Kusura bakmayın, yol hali başka bir şeyim yok Belki hepiniz sigara içmiyorsunuz, belki bir kısmınız içiyor, bir kısmınız içmiyor, ama bu sigara benim sigaramdır Bundan hepiniz içeceksiniz Sayıları az olduğu içinde tabirimi mazur görün onları nefes nefes içmenizi isterim"
Genç Harbiyeliler hep bir ağızdan "Sağol Paşam" diye bağırdılar ve Ata'nın attığı paketi havada kaptılar
Ata�nın bu sözleri üzerinden 33 yıl gibi çok uzun bir zaman geçmesine rağmen o günleri yaşayanların kulaklarında çınlamaktadır
- "Nefes, nefes içmenizi isterim!"
Tren uzaklaştıktan sonra uzun uzun Ata'nın ardından bakan bizler, ne demek istediğini çözmeye çalışırken bir karışıklık oldu ve sigaralar kapışıldı
Bunlardan üç tanesi g M K (Gazi Mustafa Kemal) markalı sigara bana bu hatırayı nakleden Emekli Albay Fuat Uluç'un en kıymetli hatırası olarak söylenmektedir
(Sait Arif Terzioğlu, İnsancıl Atatürk)
SARIŞIN YARBAY
Atatürk, kendisini ilk görenlerin üzerinde son derece olumlu etkiler yapan bir insandı
Çanakkale muhabereleri sırasındaydı
O güne kadar hiç karşılaşmadığım bu yarbay tabancası belinde, dürbünü göğsünde avurtları çökük sarışın sarı bıyıkları hafifçe yukarıya doğru bükük, incecik belli ve orta boylu bir zattı
Atından atlayınca bana bir şey sormadan ve söylemeden sağ eliyle dürbününü aldı ve ufku taramaya başladı Eldivenli olan sol elinde gümüş kabzalı bir kırbaç vardı Bir tarafta düşmanın yaklaşan donanmasını gözetlerken sol elindeki kırbacı ile hafif hafif getrlerine vuruyordu Getrleri ile ayakkabılarının ve mahmuzlarının temizliği bilhassa dikkatimi çekti
Dürbünü bir ara gözlerinden çekti Kendimi takdim etmek fırsatını buldum Gözlerine baktım O güne kadar tesadüf etmediğim bir tesir altında kaldım
O gözlerde şimşekler çakıyordu sanki Bir iki defa daha düşman donanmasına baktı ve söylediği tek cümle şu oldu;
- Bu günkü geliş başka geliştir
Seri bir hareketle elimi sıktı Çabuk bir hareketle atına bindi Dört nala uzaklaştı
- Bu zat kimdi? diye arkasından baka kaldım Sonra bu tok sözlü, insanı her hareketiyle tesir altında bırakan yarbayın Mustafa Kemal olduğunu arkadaşlarımdan öğrendim
(Sait Arif Terzioğlu, İnsancıl Atatürk)
Ve… Birgün herkes ɑnlɑr, sevdiğinin kıymetini… Amɑ gidince, Amɑ bitince, Amɑ ölünce… Kısɑcɑ; İş işten geçince!
çelik kapı çeyiz
çelik kapı çeyiz
Re: Atatürk Hatıraları...
DÜŞMAN da KAHRAMAN
Birgün Çanakkale�ye giden bakanlardan birine Atatürk şöyle dedi:
- Orada Mehmetçik anıtının başında şehitleri anacaksınız Siz olmasaydınız, siz göğüslerinizi çelik kalelere karşı siper etmeseydiniz, boğaz elden gider, İstanbul elden giderdi diyeceksin
- Evet efendim
- Çanakkale'de yalnız bizim şehitlerimiz yok Bu topraklar üzerinde kanlarını döken insanları da o kahraman düşman savaşçılarını da saygıyla anacaksın
Bakanın ricası üzerine bu son söylenecekleri Atatürk'ün kendisi hazırlamıştır Nutuk şudur:
"Bu memlekette kanlarını döken kahraman, burada bir dost vatanın toprağındasınız Huzur içinde uyuyunuz Sizler Mehmetçiklerle yanyana koyun koyunasınız Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz; evlatlarınız bizim bağrımızdadır, huzur içindedirler Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evladımız olmuşlardır"
Bu nutku yabancı gazeteler haber aldıktan sonra, haftalarca, aylarca Avusturalya'dan, Yeni Zelanda'dan sevgi minnet mektupları yağmıştı
(Falih Rıfkı Atay, Hatıralar)
On yıl sonra
--------------------------------------------------------------------------------
Samsun�dan havza�ya gidiyorduk Altimizda, birinci dünya harbi�nden kalan benz marka bir otomobil vardi Söför de Türk degildi Yola çiktik, biraz sonra motorda bozukluk oldu ve araba durdu Otuzalti yasinda zaferler kazanan kumandan Mustafa Kemal Paşa�nin ne demek oldgunu arkadaslari bilirler Kizdi ve asabilesti Söförü azarladi ve kendisi makinayi harekete geçirmege ugrasti Tabi muvaffak olamadi
Ben, doktor Refik Saydam ve Kazim Dirik bir kösede duruyorduk Dogrusu, içimizden neden ise karistigina hem üzülüyor, hem sinirleniyorduk Içimizden geçeni anlamis gibi bize bakti ve dedi ki:
- on sene sonra sizinle, kendi yaptigimiz yollarda, Türk söförleri bizi istedigimiz yerlere ***ürecekler!
Biz sustuk Içimizden geçenlerin ne oldugunu bilmem anlatmak lazim mi? Aradan tam on yil geçti Ben birinci umumi müfettis idim Diyarbakir�a gelmisti Bir yolda giderken gene otomobil bozuldu Kafile durdu Beni yanina çagirdi ve Türk söförle islemeye baslayan makineyi isaret etti:
- vaadimi yerine getirdim!
Dr Ibrahim Tali Öngören
Şef asker mi sivil mi olmalı?
--------------------------------------------------------------------------------
Çankaya aksamlarindan biri Bazen Atatürk soruyor, bazen de Atatürk� e soruyorlar O� na diyorlar ki:
- sef asker mi, sivil mi olmali? Cevap veriyor:
-sef, sef olmali Ister sivil, ister asker
Bu cevabi ile �sef� ligin rütbede ve elbisede degil, ruhta ve kafa yapisinda oldugu hakikatini veciz sürette belirtmis oluyor
Nükte ve fikralarla Atatürk
Niyazi Ahmet Banoglu
Vatan işlerinde korkmak olmaz
--------------------------------------------------------------------------------
Sivas'ta vatan bütünlügü ve bütün millet adina bir kongre toplamaya karsi olanlar çoktu
Isgal kuvvetleri ile İstanbul hükümeti de kongreyi toplatmamak için el birligi etmislerdi Binbasi rütbesinde bir fransiz jandarma subayi, yanina bir tercüman alarak sivas valisine geldi
"eger burada kongre toplanirsa fransizlar sivas'i isgal edecekler" dedi
Vali, Mustafa Kemal'e ikinci bir kongreden vazgeçilmesini yahut Erzincan'da toplanmasini söyledi Kuva-i milliyeci bir genç sonradan Sivas milletvekili Kasim da valiyi desteklemekteydiler Mustafa kemal, ingilizlerin Samsun'u topa tutmak, on güne kadar yeni isgaller yapmak santaji ile kendi çalismalarina engel olmak istediklerini hatirlatarak bu blöflere kulak asmamalari cevabini verdi
Hiç bir vaka olmadan 2 eylül aksami Sivas'a varilmistir Sehirde ne kadar fayton ve yayli araba varsa hepsini karsilayicilar tutmuslardi Yalniz hürriyet ve itilaf partisinden kimse yoktu Kalabalik arasinda fransiz subayin tehdidi üzerine telaslanan genç rasim'i Gören Mustafa Kemal:
- "gençler için vatan islerinde ölmek olabilir, korkmak asla !
Kurtulus Savasi�nda Sakarya Zaferi nasil bir kader dönümü olmussa, anadolu'da yeni devletin kurulusunda sivas kongresi�nin o kadar büyük önemi vardir
F Rifki Atay, Çankaya
Samsun Gezisi
--------------------------------------------------------------------------------
Serbest firka'nin kurulusu ve kaldirilisi :
Gazi, 1930 yilinin kasim�inda Kayseri yönünde trenle yurt gezisine çikmisti Yol arkadaslarina ilk sordugu soru;
"serbest firka'yi kapatmakla iyi mi ettik?" idi Tabii herkes "iyi oldu" diyordu Ama bu soru bütün gezi boyunca sürecekti Sonunda 22 kasim 1930'da gazi Samsun'a varmisti Samsun'da olaganüstü önlemler alinmistir Halk asker kordonlarinin arkasina sinmistir Aksam ziyafet verilir Ama masada kenti temsil eden hiç kimse yoktur (Bosnakzade Ahmet Bey)
"Belediye baskani nerede? Nasil olur? Kentlerine konuk geldik" diye sorar belediye baskani serbest firka�li oldugu için vali tarafindan davet edilmemistir Hemen belediye baskani�ni bulup masaya getirirler Söz serbest firka'dan açilir Gazi serbest firka'nin kendinden beklenen isleri göremeyecegi, memlekette gericiligin ve inkilap disi akimlarin bundan yararlanacagi düsüncesi ile serbest firka'nin kapatildigini anlatir ve sonunda belediye baskani�na dönerek der ki;
"simdi baskan bey, siz de artik kaldirilmis olan bir partinin belediye baskani olarak görevinizi sürdürmek istemezsiniz, degil mi? Istifa ediniz" ama belediye baskani�nin yaniti baskadir
"Pasam, ben serbest firka'yi temsil etmiyorum Bu seçim halkin bana karsi bir güveni seklinde ortaya çikmistir Eger bu görevden istifa edersem, halkin gösterdigi yakinliga ve güvenine karsi gelmis olurum"
Gazi sakin bir sesle :
"düsündügünüz dogru Dilediginiz gibi olsun" yanitini verir
12 eylül 1929 tarihinde ankara�da paris büyükelçisi Fethi Okyar�a cumhurbaskanligi genel sekreteri Tevfik Biyiklioglun�dan bir telgraf gider:
�reisicumhur hazretleri fransiz hukuk fakültelerinde okutulan derslere ait kitaplarla en mufassal ve yüksek bir umumi tarihi zat-i alilerinden rica etmektedir�
Fethi bey, üç gün içinde kitaplari gönderir, arkadan yeni siparisler gelir, ernest lavisse ve alfret rambaud�un 12 ciltlik �histoire generale des peoples et des civilisations� kitabi istenir, Fethi Okyar bunlari da gönderir
18 kasim 1929�da büyükelçi�ye, Çankaya�dan bir mektup gelir:
�dün ernest lavisse�in on iki ciltlik tarih-i umumisi geldi Yalniz tarih-i kadim�e ait kismi yok, yani milattan sonra basliyor Bunu ikmal edecek kisimin da lütuf buyurulmasini reisicumhur hazretleri rica ediyorlar() Yalniz bunlarin bedeli bir hayli tutsa gerektir Tasfiye edilmek üzere bedelinin is�arini istirham ederim Pasa hazretleri, sonra bir daha kitap istemeye yüzümüz olmaz, diyorlar Reisicumhur hazretleri muhabbetle gözlerinden öpüyorlar efendim�
Fethi bey, Atatürk�ün çok yakin arkadasidir, kitaplarin bedelini seve seve ödeyebilir, ama Atatürk bunu istemez, fatura gelir, kitaplarin bedeli paris�e gönderilir
1930�da Fethi Okyar, merkeze döner, Paris büyükelçiligi�ne Münir Ertegün atanir, atatürk�ün kitap siparisleri devam eder, genel sekreter, rene grousset�nin iki ciltlik �historie de i�ektreme orient� adli kitabini ister
Kitap hemen gönderilir
Devamini bilal simsir söyle anlatir:
�Münir bey, hemen kitabi postalar Kitabin 571 frank, 80 santim tutarindaki faturasini da disisleri bakanligi�na yollar Büyük bir hukukçu olan Münir bey, büyükelçilik ve bakanlik bütçesinden cumhurbaskani için harcama yapilamayacagini herhalde bilir Ama, belki, gazi için bir kerecik çignesek ne çikar, diye düsünmüstür Bu yüzden disisleri bakanligi ve sayistay kendisinden hesap soracak degildi ya Gazi denince akan sular dururdu�
Ama büyükelçi yanilmaktadir, çankaya�nin böyle seylere tahammülü yoktur
Hatta büyükelçi, disisleri�nin kitap, brosür tahsisati vardir, fatura bakanliga gönderilmis, bedeli o tahsisattan ödenmistir, dese bile
Çankaya faturalari disisleri bakanligi�ndan alir, 571 frank, 80 santim is bankasi araciligiyla paris�e gönderilir
not:alıntıdır
Birgün Çanakkale�ye giden bakanlardan birine Atatürk şöyle dedi:
- Orada Mehmetçik anıtının başında şehitleri anacaksınız Siz olmasaydınız, siz göğüslerinizi çelik kalelere karşı siper etmeseydiniz, boğaz elden gider, İstanbul elden giderdi diyeceksin
- Evet efendim
- Çanakkale'de yalnız bizim şehitlerimiz yok Bu topraklar üzerinde kanlarını döken insanları da o kahraman düşman savaşçılarını da saygıyla anacaksın
Bakanın ricası üzerine bu son söylenecekleri Atatürk'ün kendisi hazırlamıştır Nutuk şudur:
"Bu memlekette kanlarını döken kahraman, burada bir dost vatanın toprağındasınız Huzur içinde uyuyunuz Sizler Mehmetçiklerle yanyana koyun koyunasınız Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz; evlatlarınız bizim bağrımızdadır, huzur içindedirler Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evladımız olmuşlardır"
Bu nutku yabancı gazeteler haber aldıktan sonra, haftalarca, aylarca Avusturalya'dan, Yeni Zelanda'dan sevgi minnet mektupları yağmıştı
(Falih Rıfkı Atay, Hatıralar)
On yıl sonra
--------------------------------------------------------------------------------
Samsun�dan havza�ya gidiyorduk Altimizda, birinci dünya harbi�nden kalan benz marka bir otomobil vardi Söför de Türk degildi Yola çiktik, biraz sonra motorda bozukluk oldu ve araba durdu Otuzalti yasinda zaferler kazanan kumandan Mustafa Kemal Paşa�nin ne demek oldgunu arkadaslari bilirler Kizdi ve asabilesti Söförü azarladi ve kendisi makinayi harekete geçirmege ugrasti Tabi muvaffak olamadi
Ben, doktor Refik Saydam ve Kazim Dirik bir kösede duruyorduk Dogrusu, içimizden neden ise karistigina hem üzülüyor, hem sinirleniyorduk Içimizden geçeni anlamis gibi bize bakti ve dedi ki:
- on sene sonra sizinle, kendi yaptigimiz yollarda, Türk söförleri bizi istedigimiz yerlere ***ürecekler!
Biz sustuk Içimizden geçenlerin ne oldugunu bilmem anlatmak lazim mi? Aradan tam on yil geçti Ben birinci umumi müfettis idim Diyarbakir�a gelmisti Bir yolda giderken gene otomobil bozuldu Kafile durdu Beni yanina çagirdi ve Türk söförle islemeye baslayan makineyi isaret etti:
- vaadimi yerine getirdim!
Dr Ibrahim Tali Öngören
Şef asker mi sivil mi olmalı?
--------------------------------------------------------------------------------
Çankaya aksamlarindan biri Bazen Atatürk soruyor, bazen de Atatürk� e soruyorlar O� na diyorlar ki:
- sef asker mi, sivil mi olmali? Cevap veriyor:
-sef, sef olmali Ister sivil, ister asker
Bu cevabi ile �sef� ligin rütbede ve elbisede degil, ruhta ve kafa yapisinda oldugu hakikatini veciz sürette belirtmis oluyor
Nükte ve fikralarla Atatürk
Niyazi Ahmet Banoglu
Vatan işlerinde korkmak olmaz
--------------------------------------------------------------------------------
Sivas'ta vatan bütünlügü ve bütün millet adina bir kongre toplamaya karsi olanlar çoktu
Isgal kuvvetleri ile İstanbul hükümeti de kongreyi toplatmamak için el birligi etmislerdi Binbasi rütbesinde bir fransiz jandarma subayi, yanina bir tercüman alarak sivas valisine geldi
"eger burada kongre toplanirsa fransizlar sivas'i isgal edecekler" dedi
Vali, Mustafa Kemal'e ikinci bir kongreden vazgeçilmesini yahut Erzincan'da toplanmasini söyledi Kuva-i milliyeci bir genç sonradan Sivas milletvekili Kasim da valiyi desteklemekteydiler Mustafa kemal, ingilizlerin Samsun'u topa tutmak, on güne kadar yeni isgaller yapmak santaji ile kendi çalismalarina engel olmak istediklerini hatirlatarak bu blöflere kulak asmamalari cevabini verdi
Hiç bir vaka olmadan 2 eylül aksami Sivas'a varilmistir Sehirde ne kadar fayton ve yayli araba varsa hepsini karsilayicilar tutmuslardi Yalniz hürriyet ve itilaf partisinden kimse yoktu Kalabalik arasinda fransiz subayin tehdidi üzerine telaslanan genç rasim'i Gören Mustafa Kemal:
- "gençler için vatan islerinde ölmek olabilir, korkmak asla !
Kurtulus Savasi�nda Sakarya Zaferi nasil bir kader dönümü olmussa, anadolu'da yeni devletin kurulusunda sivas kongresi�nin o kadar büyük önemi vardir
F Rifki Atay, Çankaya
Samsun Gezisi
--------------------------------------------------------------------------------
Serbest firka'nin kurulusu ve kaldirilisi :
Gazi, 1930 yilinin kasim�inda Kayseri yönünde trenle yurt gezisine çikmisti Yol arkadaslarina ilk sordugu soru;
"serbest firka'yi kapatmakla iyi mi ettik?" idi Tabii herkes "iyi oldu" diyordu Ama bu soru bütün gezi boyunca sürecekti Sonunda 22 kasim 1930'da gazi Samsun'a varmisti Samsun'da olaganüstü önlemler alinmistir Halk asker kordonlarinin arkasina sinmistir Aksam ziyafet verilir Ama masada kenti temsil eden hiç kimse yoktur (Bosnakzade Ahmet Bey)
"Belediye baskani nerede? Nasil olur? Kentlerine konuk geldik" diye sorar belediye baskani serbest firka�li oldugu için vali tarafindan davet edilmemistir Hemen belediye baskani�ni bulup masaya getirirler Söz serbest firka'dan açilir Gazi serbest firka'nin kendinden beklenen isleri göremeyecegi, memlekette gericiligin ve inkilap disi akimlarin bundan yararlanacagi düsüncesi ile serbest firka'nin kapatildigini anlatir ve sonunda belediye baskani�na dönerek der ki;
"simdi baskan bey, siz de artik kaldirilmis olan bir partinin belediye baskani olarak görevinizi sürdürmek istemezsiniz, degil mi? Istifa ediniz" ama belediye baskani�nin yaniti baskadir
"Pasam, ben serbest firka'yi temsil etmiyorum Bu seçim halkin bana karsi bir güveni seklinde ortaya çikmistir Eger bu görevden istifa edersem, halkin gösterdigi yakinliga ve güvenine karsi gelmis olurum"
Gazi sakin bir sesle :
"düsündügünüz dogru Dilediginiz gibi olsun" yanitini verir
12 eylül 1929 tarihinde ankara�da paris büyükelçisi Fethi Okyar�a cumhurbaskanligi genel sekreteri Tevfik Biyiklioglun�dan bir telgraf gider:
�reisicumhur hazretleri fransiz hukuk fakültelerinde okutulan derslere ait kitaplarla en mufassal ve yüksek bir umumi tarihi zat-i alilerinden rica etmektedir�
Fethi bey, üç gün içinde kitaplari gönderir, arkadan yeni siparisler gelir, ernest lavisse ve alfret rambaud�un 12 ciltlik �histoire generale des peoples et des civilisations� kitabi istenir, Fethi Okyar bunlari da gönderir
18 kasim 1929�da büyükelçi�ye, Çankaya�dan bir mektup gelir:
�dün ernest lavisse�in on iki ciltlik tarih-i umumisi geldi Yalniz tarih-i kadim�e ait kismi yok, yani milattan sonra basliyor Bunu ikmal edecek kisimin da lütuf buyurulmasini reisicumhur hazretleri rica ediyorlar() Yalniz bunlarin bedeli bir hayli tutsa gerektir Tasfiye edilmek üzere bedelinin is�arini istirham ederim Pasa hazretleri, sonra bir daha kitap istemeye yüzümüz olmaz, diyorlar Reisicumhur hazretleri muhabbetle gözlerinden öpüyorlar efendim�
Fethi bey, Atatürk�ün çok yakin arkadasidir, kitaplarin bedelini seve seve ödeyebilir, ama Atatürk bunu istemez, fatura gelir, kitaplarin bedeli paris�e gönderilir
1930�da Fethi Okyar, merkeze döner, Paris büyükelçiligi�ne Münir Ertegün atanir, atatürk�ün kitap siparisleri devam eder, genel sekreter, rene grousset�nin iki ciltlik �historie de i�ektreme orient� adli kitabini ister
Kitap hemen gönderilir
Devamini bilal simsir söyle anlatir:
�Münir bey, hemen kitabi postalar Kitabin 571 frank, 80 santim tutarindaki faturasini da disisleri bakanligi�na yollar Büyük bir hukukçu olan Münir bey, büyükelçilik ve bakanlik bütçesinden cumhurbaskani için harcama yapilamayacagini herhalde bilir Ama, belki, gazi için bir kerecik çignesek ne çikar, diye düsünmüstür Bu yüzden disisleri bakanligi ve sayistay kendisinden hesap soracak degildi ya Gazi denince akan sular dururdu�
Ama büyükelçi yanilmaktadir, çankaya�nin böyle seylere tahammülü yoktur
Hatta büyükelçi, disisleri�nin kitap, brosür tahsisati vardir, fatura bakanliga gönderilmis, bedeli o tahsisattan ödenmistir, dese bile
Çankaya faturalari disisleri bakanligi�ndan alir, 571 frank, 80 santim is bankasi araciligiyla paris�e gönderilir
not:alıntıdır
Ve… Birgün herkes ɑnlɑr, sevdiğinin kıymetini… Amɑ gidince, Amɑ bitince, Amɑ ölünce… Kısɑcɑ; İş işten geçince!
çelik kapı çeyiz
çelik kapı çeyiz
Kimler çevrimiçi
Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 10 misafir