Suikastler ve tarihleri
Gönderilme zamanı: 21 Oca 2009, 01:03
Abraham Lincoln Suikastı
Amerika Birleşik Devletlerinin 16. Cumhurbaşkanı Abraham Lincoln'ün çocukluğu yoksulluk içinde geçmiş doğru dürüst okula bile gidememişti. Küçük yaşta babasıyla birlikte ormanlarda kereste biçmiş nehir gemilerinde çalışmış bir kürk tüccarının kâtipliğini yapmıştı. 1818 yılında İndiana'yı kasıp kavuran bir salgın hastalık sırasında baba-oğul bütün bir sonbahar mevsimi boyunca tabut yapıp sattılar!..
Böylesine yoksulluk içinde geçen çocukluk ve gençlik günleri Abraham Lincoln'ün kendi kendini yetiştirip 1834'te avukat 1860'ta da A.B.D. Cumhurbaşkanı olmasını engelleyemedi.
Köleliğe karşıydı Lincoln. Yetişme biçiminin onun bu düşünüşünde büyük etkisi olmuştu. Beyaz Amerikalının zencilere uyguladığı insanlık dışı tutum Abraham Lincoln'ün üzerinde çocukluğundan beri derin izler bırakmıştı. Cumhurbaşkanı seçilmeden önce köleliği kaldırmanın çok zor olduğunu biliyor hiç olmazsa daha da yayılmasını önlemeyi düşünüyordu.
Abraham Lincoln'ün cumhurbaşkanlığına seçilmesi. Güney Eyaletlerinde ayaklanmanın başlaması için sanki bir işaret oldu. 1861 şubatında Güney Carolina ve onu izleyen 10 eyalet Birleşik Devletlerden ayrılarak aralarında bir Konfederasyon kurdular. Başkenti Richmond olan bu devletin anayasasında şöyle bir madde yer alıyordu :
"Zenci beyaz insanla hiç bir zaman eşit haklara sahip olamaz kölelik yani beyaz ırka boyun eğmek; zencinin olağan bir durumudur..."
Öte yandan Abraham Lincoln 4 mart 1861'de verdiği bir söylevle :
"Hiç bir eyaletin öbürlerinin onayı olmadan Birlik'ten ayrılamayacağını.." ileri sürüyordu.
Güneylilerin buna verdikleri karşılık 12 Eylül 1861'de Charleston limanındaki Sumter kalesini topa tutmak biçiminde oldu. Bu iç savaş demekti.
Dört yıl süren iç savaşın sonlarına doğru. Cumhurbaşkanlığı süresi dolduğundan yapılan seçimlerde yeniden adaylığını koydu ve kazandı. Abraham Lincoln bu haberi soğukkanlılıkla karşılamış ve:
"Amerikan halkı dereden geçerken at değiştirmenin doğru olmadığına inandığı için seçimlere katıldım..." demişti.
14 mart 1865'te ikinci defa Beyaz Saray'a giderken Başkan Lincoln halka verdiği demeçte şöyle diyordu :
"Hiç kimseye karşı kin beslemeden Tanrı'nın bize doğru yolu göstermek için verdiği güce dayanarak yaraları sarmaya savaşın güçlüklerini yüklenenlerin dul eşleriyle yetimlerini düşünmeye ve giriştiğimiz bu işi tamamlamaya çalışalım ki; kendi aramızda ve dünya uluslarıyla barışı gerçekleştirebilelim..."
Lincoln'ün bu konuşmasından bir ay sonra 9 Nisan 1865'te Güney orduları komutanı General Lee Appomotox şehrinde kılıcını Birleşik Devletler başkomutanı General Grant'a teslim ediyordu... 13 Nisan perşembe günü de Washington Güney'in teslim olmasını kutlamak için baştan aşağı donanmıştı.
14 Nisan 1865 cuma gününü Beyaz Saray'da çalışmakla geçiren Abraham Lincoln akşam biraz eğlenebilmek için Ford Tiyatrosunda sahnenin hemen yanındaki locada "Amerikalı Yeğenimiz" adlı oyunu seyrediyordu. Locada Lincoln'-den başka Clara Harris adında bir bayan konuğu ve koruyucusu binbaşı Rathbone bulunuyordu. Bu sırada tiyatronun oyuncularından John Wilkes Booth locanın önüne gelmiş günlerdir inceden inceye hazırlanan planı uygulamaya başlamıştı.
Booth aşırı bir Güneyliydi. Dolayısıyla Abraham Lincoln'ün amansız düşmanıydı. Birkaç hafta önce Cumhurbaşkanının tiyatroya geleceğini öğrenince hazırlıklarına hız vermiş oyunu tekrar tekrar seyretmiş halkın özellikle hangi sahneye güldüğüne dikkat etmişti. Daha sonra Lincoln'ün oturacağı locanın kapısında içeriyi görebilmesine yardım edecek küçük bir delik açmıştı!..
Suç ortaklarıyla da görüşerek sonunda her şeyin hazır olduğunu bildirdi. O gece tiyatroya giderken şöyle diyordu:
"Sahneden ayrıldığım zaman Amerika'nın en ünlü adamı olacağım!."
Booth locanın önüne gelince küçük delikten içeri baktı. Lincoln ve yanındakiler kendilerini oyuna kaptırmışlardı. Halkın en çok güldüğü bölüme gelindiğinde kapıyı açarak locaya girdi. Seyircilerin kahkahalarını bastıran bir patlama sesi duyuldu ve Abraham Lincoln'ün başı göğsüne düştü!.. Binbaşı bundan sonra kendini toplayıp suikastçının üzerine atıldıysa da Booth bu sefer de bıçağını kullanarak onu yere serdi ve locadan sahneye atlayarak ne olduğunu anlayamayan halkın şaşkın bakışları arasında arka kapıdan kaçtı..
Aynı gece Dışişleri Bakanı Sward evinde dev yapılı bir adamın saldırısına uğruyordu. Adam Sward'ı boğarken karısının oğlunun ve hizmetçisinin yetişmesi üzerine kaçmak zorunda kaldı. Yine o gece başka bir ziyaretçi Başkan Yardımcısı Johnson'ın evi önünde dolaşıyordu. Fakat içeriye girmeye cesaret edemedi.
Bir gece içinde Amerika Birleşik Devletleri'ni yöneten üç kişi yok edilmek istenmiş fakat ancak Booth suikast planını gerçekleştirebilmişti. Ağır yaralanan Lincoln ertesi gün öldü.
Washington'dan kaçmayı başaran Booth günlerce sonra izi bulunarak bir çiftlikte sarıldı. Yanında bulunan suç ortaklarından biri teslim oldu Booth ise intihar etti. Böylece katil ancak 96 yıl sonra bir rastlantı sonucu ortaya çıkacak sırrını da mezara götürmüştü. Yakalanan öteki suikastçılar da askeri mahkemede yargılandıktan sonra asıldılar. Bunların bir tanesi de kadındı!..
1961 yılında Philadelphia'da eski kitap satan dükkânlardan birinde bulunan askerlikle ilgili kitabın içindeki şifreli mesaj Lincoln'a yapılan suikastın karanlıkta kalmış noktalarını aydınlığa kavuşturdu. Doksan altı yıl bir kıyıda unutulup kalan kitap uzmanlarca incelenince mesajın uydurma olmadığı ve 1868'de sayfalar arasına yazıldığı kabul edildi.
Aceleyle yazıldığı anlaşılan cümleler Abraham Lincoln'ün hükümetinde Savunma Bakanı olan Edwin M. Stanton’ın gizli güvenlik şefi Tuğgeneral C. Baker'a aitti. Baker da 1868 yılında esrarlı bir biçimde bazılarına göre arsenikle öldürülmüş bu satırları da ölümünden beş ay önce kitabın içine yazmıştı.
General yazısında üç kere öldürülmek istendiğini sürekli olarak izlendiğini belirtiyor ve şu cümleyi kullanıyordu:
"Yeni Roma'da üç adam yürüyordu; biri Yahuda (Hz. İsa'yı ele verip onun çarmıha gerilmesine sebep olan on iki Havari'den biri) ikincisi Brütüs ve bir de casus... Casus bendim; C. Baker. Yahuda vurulan adam ölmek üzereyken onun yanına giderek aslında nefret ettiği adama saygı gösterisinde bulundu. Adam ölünce de şöyle dedi: "Şimdi tarih ona ulus bana sahip.."
Bu şifreli yazı Lincoln'ü öldürten adamın Savunma Bakanı Edwin M. Stanton olduğunu ortaya çıkarıyordu. Yazıda sözü edilen Yeni Roma: Washington Yahuda: Stanton Brütüs: oyuncu Brooth ve casus da kendisinin belirttiği gibi General Baker'dı... Gerçekten de Savunma Bakanı Stanton Lincoln ölmek üzereyken yatağının başucundaydı. Ve öldüğünde :
"O artık tarihin malı oldu..." demişti.
Şifre bu cümleyi tamamlıyor ve Bakan’ın amacını açıklıyordu. Aynı gece içinde Lincoln'la birlikte yardımcısı Johnson ve Dışişleri Bakanı Sward'ın öldürülmesi Stanton'un Birleşik Devletlerin bir numaralı adamı olmasını sağlayacaktı.
Lincoln’ün oğlu Todd 1926 yılında ölmeden az önce bir dostuna babasının evrakı arasında bulunan bazı belgeleri kimseye göstermeden yaktığını söylemiş ve nedeni sorulduğunda:
"Belgelerden babamın yardımcılarından birinin ona ihanet ettiği anlaşılıyordu. Bu yüzden bu belgelerin ortadan kaldırılmasının doğru olacağını düşündüm." karşılığını vermişti...
Hz. Osman Suikastı
Hz. Muhammet bir gün evinde yatak kıyafetiyle oturmuş az önce kendisini ziyarete gelen Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer'le konuşuyordu. Bir süre sonra kapı çalınmış ve kendisine Hz. Osman'ın geldiği bildirilmişti
Hz. Osman'ın geldiğini öğrenen Hz. Muhammet hemen başka bir odaya geçerek üzerindeki geceliği çıkarmış elbiselerini giymişti. Hz. Muhammet'in bu davranışını gören Hz. Ayşe elbiselerini neden giydiğini sormuş ve şu karşılığı atmıştı:
"Osman'dan melekler utanır ben nasıl utanmam!..)"
Ne acıdır ki Hz. Muhammet'in böylesine saygısını kazanan bu büyük adam öldürmesini bilmediği için kendisine baş kaldıranlar tarafından vahşice öldürülecekti...
Hz. Osman Hicret'ten 47 yıl önce bugünkü tarihle 575'te Mekke'de dünyaya gelmişti. Mekke'nin soylu Kureyş ailesindendi O tarihlerde Kureyşliler birçok kollara ayrılmışlardı. Bunların en önemlileri Hz. Muhammet'in de bağlı bulunduğu Haşimiler öbürü Hz. Osman'ın soyu olan Emevilerdi. Bu iki aile Mekke'yi birlikte yönetiyordu.
Hz. Osman Müslümanlığı kabul ettiğinde 34 yaşındaydı. Müslüman olduktan sonra Hz. Muhammet'in büyük kızı Rukiye'yle evlenmişti. Fakat Rukiye amansız bir hastalık sonucu ölünce Hz. Muhammet bu sefer küçük kızı Ümmü Gülsüm'ü aralarındaki akrabalık bozulmasın diye Hz. Osman'a verdi. Böylece Hz. Osman iki kere peygamber damadı oldu. Bundan ötürü de kendisine "İki Nur Sahibi" anlamına gelen "Zinnureyn" deniliyordu.
Hz. Osman yumuşak başlı dürüst son derece dinine bağlı bir kimseydi. İnsan sevgisi ve acıma duygusu onun en büyük özelliklerindendi... Hz. Muhammet'i içtenlikle sever. Onun uğrunda hiç bir fedakârlıktan kaçınmazdı. Etkili bir konuşmacıydı. Kur'an-ı Kerim'in kitap haline getirilmesinde olduğu kadar Müslümanlığın yayılmasında da büyük çaba göstermiş ve başarı sağlamıştı.
Hz. Osman'ın Halifeliği zamanında İslâm Devleti Orta Asya'dan Atlas Okyanusuna kadar uzanıyor; İran Azerbaycan Irak Suriye Filistin ve Mısır'ı içine alıyordu. Bütün bu ülkeler Basra Küfe Şam ve Mısır Valilikleri tarafından yönetilirdi.
Onun amacı Hz Ömer'den devraldığı bu büyük İslâm devletinin sınırları içindeki değişik ırk dil ve dindeki toplumları birbirleriyle kaynaştırmak ileri ve uygar bir yönetim kurmaktı. Bunda başarı kazanmış Hz. Ömer'in yerini tam anlamıyla doldurmuştu.
On iki yıllık Halifeliğinin ilk altı yılı tam bir güvenlik ve düzen içinde geçmişti. Ülkede eksiksiz bir denetim kurulmuş tarım ve ticaret alanlarında büyük atılımlar yapılmıştı. Ne var ki varlıkları çoğaldıkça Müslümanlar yaşadıkları gösterişsiz ve yalın hayattan uzaklaşıp dünya zevk ve nimetlerinden yararlanmak için günlerini gün etmeye bakıyorlardı.
Hz. Muhammet bir konuşma sırasında rekabet ve kin duygusunun varlıkla birlikte geleceğini bildirmişti. Gerçekten de öyle olmuştu; aralarına çıkar ayrılıkları girdikçe Müslümanların birliği bozuluyor eski içtenlik ve gerçek dostluk hiç bir yerde görülmez oluyordu. Artık Müslümanlar da Bizanslılar -ve İranlılar gibi saraylarda oturuyor değerli kumaşlardan elbiseler giyiyorlardı. Hz. Muhammet'in döneminde yaşamış olanlar yaşlanmışlardı. Onların yerine geçen yeni kuşak eskilerin ülkülerine bağlılığından yoksundu. Madde ve çıkar onlara daha çekici geliyordu.
Öte yandan Kureyş'in iki kolu olan Haşimilerle Emeviler birbirlerine düşman kesilmişlerdi. Emeviler Hz. Osman'la olan yakın akrabalıklarından yararlanıp bütün yüksek memurlukları ellerine geçirmişlerdi. Bu durumdan en çok Haşimiler yakınıyorlardı.
Bu Sıralarda Mısır'dan birkaç kişi Medine'ye gelerek Hz. Osman'a Vali Abdullah bin Sa'd'ı şikâyet ettiler. Halife Hz. Osman Vali'yi azarlayan bir mektup yazdı. Gelenler mektubu Vali'ye ilettiklerinde Abdullah bin Sa'd Halife'nin buyruklarına boyun eğeceği yerde onları dövdürdü. Dahası şikâyetçilerden biri dayak sırasında öldü. Bu olay genel hoşnutsuzluğun su üzerine çıkmasına ve birtakım ayaklanma girişimlerine yol açtı.
Ayaklananlar Basra Küfe ve Mısır üzerinden Medine'ye doğru üç ayrı koldan yürüyüşe geçtiler. Ancak Medine'de Hz. Osman'ı tutanların bir ordu topladıklarını işitince kentin yakınlarında konakladılar. Gelenler 600 kişiydiler. Duydukları bu haberin doğruluğunu öğrenmek için Medine'ye birkaç kişilik bir kurul gönderdiler. Bunlar Medine'de Hz. Ali Talha ve Zübeyr'den başka Hz. Muhammet'in eşleri ve kentin ileri gelenleriyle görüştüler. Hac amacıyla geldiklerini ayrıca halka kötü davranan memurların görevlerinden alınmaları için başvuracaklarını arkadaşlarının da Medine'ye girmelerine izin verilmesini söylüyorlardı. Talha ve Zübeyr söylenenlere inanmadılar. Ayaklananlar kötü amaçlarının ortaya çıktığını görünce Medine'nin dışında bekleyen arkadaşlarının yanına döndüler.
Aralarında yeniden bir görüşme yaptıktan sonra Mısırlıların Hz. Ali'ye. Basralıların Talha'ya ve Kulelilerin ise Zübeyr'e baş vurarak kabul ederlerse Hz. Osman'ın yerine kendilerini Halife seçeceklerini söyleme kararını aldılar. Teklif aynı anda üçüne birden yapılacak ve onların iktidar tutkuları kamçılanarak düşmanlarını parçalayıp güçsüz düşüreceklerdi.
Hz. Ali olup bitenlerden kuşkulandığı için Medine'de asker toplamış oğulları Hasan ve Hüseyin'i de Hz. Osman'ı korumakla görevlendirmişti. Kendisi de Medine dışında karargâh kurmuştu. Burada Mısırlıların.temsilcileriyle görüşen Hz. Ali teklifi öğrenince öfkelendi hepsini kovdu. Öteki asi kurulları da Talha ve Zübeyr'den aynı karşılığı alınca gidiyormuş gibi yaptılar. Bunun üzerine Hz. Ali askerleriyle Medine'ye döndü.
Fakat ayaklananlar birdenbire geri dönerek saldırıya geçmişler ve güvenlik tedbirlerinin kaldırıldığı Medine'ye girmişlerdi. Kendilerine karşı koyanların öldürüleceğini halka hiç bir kötülüklerinin dokunmayacağını açıklayan isyancılar Hz. Osman'ın gönderdiği kişilerin öğütlerini dinlemediler. Daha sonra Medine'nin ileri gelen kişileriyle ayaklananların yanına giden Hz. Ali:
"Gitmeye karar vermişken niçin geri döndünüz?" diye sordu.
İsyancılar Hz. Ali'ye amaçlarının Hz. Osman'ı Halife'likten düşürmek olduğunu söylediler. Hz. Osman'ı tutanlar isyancılarla çarpışmak için ondan izin istediler. Fakat Hz. Osman kendisinin yüzünden Müslüman kanı akıtmasından yana olmadığından onlara bu izni vermedi.
İsyancılar Medine'ye yerleşmişlerdi. Hz. Osman ise. sanki hiç bir şey olmamış gibi imamlık görevine devam ediyordu. Ona karşı olanlar da arkasında namaz kılıyorlardı. Bir cuma namazında Hz. Osman minberden isyancılara seslenerek:
"Sizler lanetlenmiş kişilersiniz. Gelin asilikten vazgeçin lanetlenmiş olmayın!.." dedi. Camide bulunanlardan birkaç kişi de onun bu sözlerini onayladılar. Buna çok kızan asiler halkı taşa tuttular. Atılan taşlardan biri de Hz. Osman'ın başına geldi ve bayılmasına yo! açtı.
Vilâyetlerde Medine'deki karışıklıklar öğrenilince Hz. Osman'ı kurtarmak için hazırlıklar başladı. Şam'dan Kûfe'den ve Basra'dan ona bağlı birlikler hızla Medine'ye doğru ilerlemeye başladılar. Tehlike içinde olduklarını anlayan isyancılar işi çabucak bitirmek için Hz. Osman'ı öldürmeye karar verdiler.
Hz. Ali isyancıların kararını öğrenince oğulları Hasan ve Hüseyin'i yeniden Hz. Osman'ı korumakla görevlendirdi. Talha Zübeyr ve öteki seçkin kişiler de oğullarını Hz. Osman'ın yanına gönderdiler öte yandan isyancıların Hz. Osman'ı öldürmeye iyice kararlı olduklarını gören Hz. Ali onlara:
"Kılıçlarınızı sıyırmayın; sıyırırsanız bir daha kınına koyamazsınız! Unutmayınız ki Medine'yi koruyan meleklerdir. Eğer onu öldürürseniz melekler Medine'yi bırakıp giderler! Bir Halife öldürülürce 30 bin insan öldürülmüş sayılır." diye onlara öğüt verdi fakat bu sözlerinin bir etkisi olmadı.
İsyancılar bir gün saldırıya geçip Hz. Osman'ın evini ok yağmuruna tuttular. Atılan oklardan Hz. Ali'nin oğlu Hasan'la Talha'nın oğlu Muhammet yaralandı. İsyancılar ok atarak bir sonuç alamayacaklarını anlayınca bitişik evin duvarını delerek Hz. Osman'ın evine girdiler.
Bu sıralarda Hz. Osman 82 yaşındaydı. Bir gece önce düşünde Hz. Muhammet'i görmüş ve Peygamber ona:
"Yarın akşam iftarı bizim yanımızda yapacaksın..." demişti.
Delik duvardan içeri giren isyancılar Hz. Osman'ı oruçlu ağzıyla Kur'an-ı Kerim okurken buldular. Muhammet bin Ebubekir Hz. Osman'ın sakalından tutarak:
"Şimdi seni elimden hiç kimse alamaz!.." diye bağırdı.
Hz. Osman Muhammet bin Ebubekir'in yüzüne bakarak yavaş bir sesle:
"Baban bu halini görse ne kadar utanır ne kadar üzülürdü..." deyince Ebubekir utancından kaçtı. Geriye kalan üç suikastçıdan biri kılıcını çekerek Hz. Osman'a doğru salladı. Eşinin yanında bulunan Naile Hatun Hz. Osman'ı korumak için kollarını siper etmek isteyince parmakları doğrandı. Bu sefer öbür iki suikastçı Halife'ye saldırdı. Biri kılıcını Hz. Osman'ın göğsüne saplarken öteki de boğazına sarıldı. Az sonra Hz. Osman kanlar içinde cansız yerde yatıyordu. Hz. Osman'ın kanı okumakta olduğu Kur'an'ın üzerine sıçramıştı.
Naile Hatun'un bağırışı üzerine koşan kölelerden biri suikastçilerden ikisini öldürdü üçüncüsü kaçmayı başarabildi. Kapıda nöbet bekleyenler de içeriden gelen gürültüleri duyunca odaya girmişler fakat geç kaldıklarını görmüşlerdi.
İsyancılar iki gün Medine'ye egemen oldular. Korkusundan kimse sokağa çıkamıyordu. Hz. Osman'ın cesedi iki gün olduğu yerde kaldı. Sonunda Hz. Ali. Hz. Osman'ın gömülmesi için harekete geçti. Ölüyü taşlamak isteyen isyancıları dağıttı. Hz. Osman'ın cenazesi Medinelilerden ancak 20 kişi tarafından kaldırılarak gömüldü.
Hz. Osman'ın Kur'an-ı Kerim üzerine sıçrayan kanı hiç bir zaman kurumadı. Müslümanlar arasındaki savaşın başlangıcı oldu. Yüzyıllarca sanki bu kanın kurumasını önlemek istercesine mezhep kavgalarıyla Müslümanlar birbirlerinin kanını akıtıp durdular
Amerika Birleşik Devletlerinin 16. Cumhurbaşkanı Abraham Lincoln'ün çocukluğu yoksulluk içinde geçmiş doğru dürüst okula bile gidememişti. Küçük yaşta babasıyla birlikte ormanlarda kereste biçmiş nehir gemilerinde çalışmış bir kürk tüccarının kâtipliğini yapmıştı. 1818 yılında İndiana'yı kasıp kavuran bir salgın hastalık sırasında baba-oğul bütün bir sonbahar mevsimi boyunca tabut yapıp sattılar!..
Böylesine yoksulluk içinde geçen çocukluk ve gençlik günleri Abraham Lincoln'ün kendi kendini yetiştirip 1834'te avukat 1860'ta da A.B.D. Cumhurbaşkanı olmasını engelleyemedi.
Köleliğe karşıydı Lincoln. Yetişme biçiminin onun bu düşünüşünde büyük etkisi olmuştu. Beyaz Amerikalının zencilere uyguladığı insanlık dışı tutum Abraham Lincoln'ün üzerinde çocukluğundan beri derin izler bırakmıştı. Cumhurbaşkanı seçilmeden önce köleliği kaldırmanın çok zor olduğunu biliyor hiç olmazsa daha da yayılmasını önlemeyi düşünüyordu.
Abraham Lincoln'ün cumhurbaşkanlığına seçilmesi. Güney Eyaletlerinde ayaklanmanın başlaması için sanki bir işaret oldu. 1861 şubatında Güney Carolina ve onu izleyen 10 eyalet Birleşik Devletlerden ayrılarak aralarında bir Konfederasyon kurdular. Başkenti Richmond olan bu devletin anayasasında şöyle bir madde yer alıyordu :
"Zenci beyaz insanla hiç bir zaman eşit haklara sahip olamaz kölelik yani beyaz ırka boyun eğmek; zencinin olağan bir durumudur..."
Öte yandan Abraham Lincoln 4 mart 1861'de verdiği bir söylevle :
"Hiç bir eyaletin öbürlerinin onayı olmadan Birlik'ten ayrılamayacağını.." ileri sürüyordu.
Güneylilerin buna verdikleri karşılık 12 Eylül 1861'de Charleston limanındaki Sumter kalesini topa tutmak biçiminde oldu. Bu iç savaş demekti.
Dört yıl süren iç savaşın sonlarına doğru. Cumhurbaşkanlığı süresi dolduğundan yapılan seçimlerde yeniden adaylığını koydu ve kazandı. Abraham Lincoln bu haberi soğukkanlılıkla karşılamış ve:
"Amerikan halkı dereden geçerken at değiştirmenin doğru olmadığına inandığı için seçimlere katıldım..." demişti.
14 mart 1865'te ikinci defa Beyaz Saray'a giderken Başkan Lincoln halka verdiği demeçte şöyle diyordu :
"Hiç kimseye karşı kin beslemeden Tanrı'nın bize doğru yolu göstermek için verdiği güce dayanarak yaraları sarmaya savaşın güçlüklerini yüklenenlerin dul eşleriyle yetimlerini düşünmeye ve giriştiğimiz bu işi tamamlamaya çalışalım ki; kendi aramızda ve dünya uluslarıyla barışı gerçekleştirebilelim..."
Lincoln'ün bu konuşmasından bir ay sonra 9 Nisan 1865'te Güney orduları komutanı General Lee Appomotox şehrinde kılıcını Birleşik Devletler başkomutanı General Grant'a teslim ediyordu... 13 Nisan perşembe günü de Washington Güney'in teslim olmasını kutlamak için baştan aşağı donanmıştı.
14 Nisan 1865 cuma gününü Beyaz Saray'da çalışmakla geçiren Abraham Lincoln akşam biraz eğlenebilmek için Ford Tiyatrosunda sahnenin hemen yanındaki locada "Amerikalı Yeğenimiz" adlı oyunu seyrediyordu. Locada Lincoln'-den başka Clara Harris adında bir bayan konuğu ve koruyucusu binbaşı Rathbone bulunuyordu. Bu sırada tiyatronun oyuncularından John Wilkes Booth locanın önüne gelmiş günlerdir inceden inceye hazırlanan planı uygulamaya başlamıştı.
Booth aşırı bir Güneyliydi. Dolayısıyla Abraham Lincoln'ün amansız düşmanıydı. Birkaç hafta önce Cumhurbaşkanının tiyatroya geleceğini öğrenince hazırlıklarına hız vermiş oyunu tekrar tekrar seyretmiş halkın özellikle hangi sahneye güldüğüne dikkat etmişti. Daha sonra Lincoln'ün oturacağı locanın kapısında içeriyi görebilmesine yardım edecek küçük bir delik açmıştı!..
Suç ortaklarıyla da görüşerek sonunda her şeyin hazır olduğunu bildirdi. O gece tiyatroya giderken şöyle diyordu:
"Sahneden ayrıldığım zaman Amerika'nın en ünlü adamı olacağım!."
Booth locanın önüne gelince küçük delikten içeri baktı. Lincoln ve yanındakiler kendilerini oyuna kaptırmışlardı. Halkın en çok güldüğü bölüme gelindiğinde kapıyı açarak locaya girdi. Seyircilerin kahkahalarını bastıran bir patlama sesi duyuldu ve Abraham Lincoln'ün başı göğsüne düştü!.. Binbaşı bundan sonra kendini toplayıp suikastçının üzerine atıldıysa da Booth bu sefer de bıçağını kullanarak onu yere serdi ve locadan sahneye atlayarak ne olduğunu anlayamayan halkın şaşkın bakışları arasında arka kapıdan kaçtı..
Aynı gece Dışişleri Bakanı Sward evinde dev yapılı bir adamın saldırısına uğruyordu. Adam Sward'ı boğarken karısının oğlunun ve hizmetçisinin yetişmesi üzerine kaçmak zorunda kaldı. Yine o gece başka bir ziyaretçi Başkan Yardımcısı Johnson'ın evi önünde dolaşıyordu. Fakat içeriye girmeye cesaret edemedi.
Bir gece içinde Amerika Birleşik Devletleri'ni yöneten üç kişi yok edilmek istenmiş fakat ancak Booth suikast planını gerçekleştirebilmişti. Ağır yaralanan Lincoln ertesi gün öldü.
Washington'dan kaçmayı başaran Booth günlerce sonra izi bulunarak bir çiftlikte sarıldı. Yanında bulunan suç ortaklarından biri teslim oldu Booth ise intihar etti. Böylece katil ancak 96 yıl sonra bir rastlantı sonucu ortaya çıkacak sırrını da mezara götürmüştü. Yakalanan öteki suikastçılar da askeri mahkemede yargılandıktan sonra asıldılar. Bunların bir tanesi de kadındı!..
1961 yılında Philadelphia'da eski kitap satan dükkânlardan birinde bulunan askerlikle ilgili kitabın içindeki şifreli mesaj Lincoln'a yapılan suikastın karanlıkta kalmış noktalarını aydınlığa kavuşturdu. Doksan altı yıl bir kıyıda unutulup kalan kitap uzmanlarca incelenince mesajın uydurma olmadığı ve 1868'de sayfalar arasına yazıldığı kabul edildi.
Aceleyle yazıldığı anlaşılan cümleler Abraham Lincoln'ün hükümetinde Savunma Bakanı olan Edwin M. Stanton’ın gizli güvenlik şefi Tuğgeneral C. Baker'a aitti. Baker da 1868 yılında esrarlı bir biçimde bazılarına göre arsenikle öldürülmüş bu satırları da ölümünden beş ay önce kitabın içine yazmıştı.
General yazısında üç kere öldürülmek istendiğini sürekli olarak izlendiğini belirtiyor ve şu cümleyi kullanıyordu:
"Yeni Roma'da üç adam yürüyordu; biri Yahuda (Hz. İsa'yı ele verip onun çarmıha gerilmesine sebep olan on iki Havari'den biri) ikincisi Brütüs ve bir de casus... Casus bendim; C. Baker. Yahuda vurulan adam ölmek üzereyken onun yanına giderek aslında nefret ettiği adama saygı gösterisinde bulundu. Adam ölünce de şöyle dedi: "Şimdi tarih ona ulus bana sahip.."
Bu şifreli yazı Lincoln'ü öldürten adamın Savunma Bakanı Edwin M. Stanton olduğunu ortaya çıkarıyordu. Yazıda sözü edilen Yeni Roma: Washington Yahuda: Stanton Brütüs: oyuncu Brooth ve casus da kendisinin belirttiği gibi General Baker'dı... Gerçekten de Savunma Bakanı Stanton Lincoln ölmek üzereyken yatağının başucundaydı. Ve öldüğünde :
"O artık tarihin malı oldu..." demişti.
Şifre bu cümleyi tamamlıyor ve Bakan’ın amacını açıklıyordu. Aynı gece içinde Lincoln'la birlikte yardımcısı Johnson ve Dışişleri Bakanı Sward'ın öldürülmesi Stanton'un Birleşik Devletlerin bir numaralı adamı olmasını sağlayacaktı.
Lincoln’ün oğlu Todd 1926 yılında ölmeden az önce bir dostuna babasının evrakı arasında bulunan bazı belgeleri kimseye göstermeden yaktığını söylemiş ve nedeni sorulduğunda:
"Belgelerden babamın yardımcılarından birinin ona ihanet ettiği anlaşılıyordu. Bu yüzden bu belgelerin ortadan kaldırılmasının doğru olacağını düşündüm." karşılığını vermişti...
Hz. Osman Suikastı
Hz. Muhammet bir gün evinde yatak kıyafetiyle oturmuş az önce kendisini ziyarete gelen Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer'le konuşuyordu. Bir süre sonra kapı çalınmış ve kendisine Hz. Osman'ın geldiği bildirilmişti
Hz. Osman'ın geldiğini öğrenen Hz. Muhammet hemen başka bir odaya geçerek üzerindeki geceliği çıkarmış elbiselerini giymişti. Hz. Muhammet'in bu davranışını gören Hz. Ayşe elbiselerini neden giydiğini sormuş ve şu karşılığı atmıştı:
"Osman'dan melekler utanır ben nasıl utanmam!..)"
Ne acıdır ki Hz. Muhammet'in böylesine saygısını kazanan bu büyük adam öldürmesini bilmediği için kendisine baş kaldıranlar tarafından vahşice öldürülecekti...
Hz. Osman Hicret'ten 47 yıl önce bugünkü tarihle 575'te Mekke'de dünyaya gelmişti. Mekke'nin soylu Kureyş ailesindendi O tarihlerde Kureyşliler birçok kollara ayrılmışlardı. Bunların en önemlileri Hz. Muhammet'in de bağlı bulunduğu Haşimiler öbürü Hz. Osman'ın soyu olan Emevilerdi. Bu iki aile Mekke'yi birlikte yönetiyordu.
Hz. Osman Müslümanlığı kabul ettiğinde 34 yaşındaydı. Müslüman olduktan sonra Hz. Muhammet'in büyük kızı Rukiye'yle evlenmişti. Fakat Rukiye amansız bir hastalık sonucu ölünce Hz. Muhammet bu sefer küçük kızı Ümmü Gülsüm'ü aralarındaki akrabalık bozulmasın diye Hz. Osman'a verdi. Böylece Hz. Osman iki kere peygamber damadı oldu. Bundan ötürü de kendisine "İki Nur Sahibi" anlamına gelen "Zinnureyn" deniliyordu.
Hz. Osman yumuşak başlı dürüst son derece dinine bağlı bir kimseydi. İnsan sevgisi ve acıma duygusu onun en büyük özelliklerindendi... Hz. Muhammet'i içtenlikle sever. Onun uğrunda hiç bir fedakârlıktan kaçınmazdı. Etkili bir konuşmacıydı. Kur'an-ı Kerim'in kitap haline getirilmesinde olduğu kadar Müslümanlığın yayılmasında da büyük çaba göstermiş ve başarı sağlamıştı.
Hz. Osman'ın Halifeliği zamanında İslâm Devleti Orta Asya'dan Atlas Okyanusuna kadar uzanıyor; İran Azerbaycan Irak Suriye Filistin ve Mısır'ı içine alıyordu. Bütün bu ülkeler Basra Küfe Şam ve Mısır Valilikleri tarafından yönetilirdi.
Onun amacı Hz Ömer'den devraldığı bu büyük İslâm devletinin sınırları içindeki değişik ırk dil ve dindeki toplumları birbirleriyle kaynaştırmak ileri ve uygar bir yönetim kurmaktı. Bunda başarı kazanmış Hz. Ömer'in yerini tam anlamıyla doldurmuştu.
On iki yıllık Halifeliğinin ilk altı yılı tam bir güvenlik ve düzen içinde geçmişti. Ülkede eksiksiz bir denetim kurulmuş tarım ve ticaret alanlarında büyük atılımlar yapılmıştı. Ne var ki varlıkları çoğaldıkça Müslümanlar yaşadıkları gösterişsiz ve yalın hayattan uzaklaşıp dünya zevk ve nimetlerinden yararlanmak için günlerini gün etmeye bakıyorlardı.
Hz. Muhammet bir konuşma sırasında rekabet ve kin duygusunun varlıkla birlikte geleceğini bildirmişti. Gerçekten de öyle olmuştu; aralarına çıkar ayrılıkları girdikçe Müslümanların birliği bozuluyor eski içtenlik ve gerçek dostluk hiç bir yerde görülmez oluyordu. Artık Müslümanlar da Bizanslılar -ve İranlılar gibi saraylarda oturuyor değerli kumaşlardan elbiseler giyiyorlardı. Hz. Muhammet'in döneminde yaşamış olanlar yaşlanmışlardı. Onların yerine geçen yeni kuşak eskilerin ülkülerine bağlılığından yoksundu. Madde ve çıkar onlara daha çekici geliyordu.
Öte yandan Kureyş'in iki kolu olan Haşimilerle Emeviler birbirlerine düşman kesilmişlerdi. Emeviler Hz. Osman'la olan yakın akrabalıklarından yararlanıp bütün yüksek memurlukları ellerine geçirmişlerdi. Bu durumdan en çok Haşimiler yakınıyorlardı.
Bu Sıralarda Mısır'dan birkaç kişi Medine'ye gelerek Hz. Osman'a Vali Abdullah bin Sa'd'ı şikâyet ettiler. Halife Hz. Osman Vali'yi azarlayan bir mektup yazdı. Gelenler mektubu Vali'ye ilettiklerinde Abdullah bin Sa'd Halife'nin buyruklarına boyun eğeceği yerde onları dövdürdü. Dahası şikâyetçilerden biri dayak sırasında öldü. Bu olay genel hoşnutsuzluğun su üzerine çıkmasına ve birtakım ayaklanma girişimlerine yol açtı.
Ayaklananlar Basra Küfe ve Mısır üzerinden Medine'ye doğru üç ayrı koldan yürüyüşe geçtiler. Ancak Medine'de Hz. Osman'ı tutanların bir ordu topladıklarını işitince kentin yakınlarında konakladılar. Gelenler 600 kişiydiler. Duydukları bu haberin doğruluğunu öğrenmek için Medine'ye birkaç kişilik bir kurul gönderdiler. Bunlar Medine'de Hz. Ali Talha ve Zübeyr'den başka Hz. Muhammet'in eşleri ve kentin ileri gelenleriyle görüştüler. Hac amacıyla geldiklerini ayrıca halka kötü davranan memurların görevlerinden alınmaları için başvuracaklarını arkadaşlarının da Medine'ye girmelerine izin verilmesini söylüyorlardı. Talha ve Zübeyr söylenenlere inanmadılar. Ayaklananlar kötü amaçlarının ortaya çıktığını görünce Medine'nin dışında bekleyen arkadaşlarının yanına döndüler.
Aralarında yeniden bir görüşme yaptıktan sonra Mısırlıların Hz. Ali'ye. Basralıların Talha'ya ve Kulelilerin ise Zübeyr'e baş vurarak kabul ederlerse Hz. Osman'ın yerine kendilerini Halife seçeceklerini söyleme kararını aldılar. Teklif aynı anda üçüne birden yapılacak ve onların iktidar tutkuları kamçılanarak düşmanlarını parçalayıp güçsüz düşüreceklerdi.
Hz. Ali olup bitenlerden kuşkulandığı için Medine'de asker toplamış oğulları Hasan ve Hüseyin'i de Hz. Osman'ı korumakla görevlendirmişti. Kendisi de Medine dışında karargâh kurmuştu. Burada Mısırlıların.temsilcileriyle görüşen Hz. Ali teklifi öğrenince öfkelendi hepsini kovdu. Öteki asi kurulları da Talha ve Zübeyr'den aynı karşılığı alınca gidiyormuş gibi yaptılar. Bunun üzerine Hz. Ali askerleriyle Medine'ye döndü.
Fakat ayaklananlar birdenbire geri dönerek saldırıya geçmişler ve güvenlik tedbirlerinin kaldırıldığı Medine'ye girmişlerdi. Kendilerine karşı koyanların öldürüleceğini halka hiç bir kötülüklerinin dokunmayacağını açıklayan isyancılar Hz. Osman'ın gönderdiği kişilerin öğütlerini dinlemediler. Daha sonra Medine'nin ileri gelen kişileriyle ayaklananların yanına giden Hz. Ali:
"Gitmeye karar vermişken niçin geri döndünüz?" diye sordu.
İsyancılar Hz. Ali'ye amaçlarının Hz. Osman'ı Halife'likten düşürmek olduğunu söylediler. Hz. Osman'ı tutanlar isyancılarla çarpışmak için ondan izin istediler. Fakat Hz. Osman kendisinin yüzünden Müslüman kanı akıtmasından yana olmadığından onlara bu izni vermedi.
İsyancılar Medine'ye yerleşmişlerdi. Hz. Osman ise. sanki hiç bir şey olmamış gibi imamlık görevine devam ediyordu. Ona karşı olanlar da arkasında namaz kılıyorlardı. Bir cuma namazında Hz. Osman minberden isyancılara seslenerek:
"Sizler lanetlenmiş kişilersiniz. Gelin asilikten vazgeçin lanetlenmiş olmayın!.." dedi. Camide bulunanlardan birkaç kişi de onun bu sözlerini onayladılar. Buna çok kızan asiler halkı taşa tuttular. Atılan taşlardan biri de Hz. Osman'ın başına geldi ve bayılmasına yo! açtı.
Vilâyetlerde Medine'deki karışıklıklar öğrenilince Hz. Osman'ı kurtarmak için hazırlıklar başladı. Şam'dan Kûfe'den ve Basra'dan ona bağlı birlikler hızla Medine'ye doğru ilerlemeye başladılar. Tehlike içinde olduklarını anlayan isyancılar işi çabucak bitirmek için Hz. Osman'ı öldürmeye karar verdiler.
Hz. Ali isyancıların kararını öğrenince oğulları Hasan ve Hüseyin'i yeniden Hz. Osman'ı korumakla görevlendirdi. Talha Zübeyr ve öteki seçkin kişiler de oğullarını Hz. Osman'ın yanına gönderdiler öte yandan isyancıların Hz. Osman'ı öldürmeye iyice kararlı olduklarını gören Hz. Ali onlara:
"Kılıçlarınızı sıyırmayın; sıyırırsanız bir daha kınına koyamazsınız! Unutmayınız ki Medine'yi koruyan meleklerdir. Eğer onu öldürürseniz melekler Medine'yi bırakıp giderler! Bir Halife öldürülürce 30 bin insan öldürülmüş sayılır." diye onlara öğüt verdi fakat bu sözlerinin bir etkisi olmadı.
İsyancılar bir gün saldırıya geçip Hz. Osman'ın evini ok yağmuruna tuttular. Atılan oklardan Hz. Ali'nin oğlu Hasan'la Talha'nın oğlu Muhammet yaralandı. İsyancılar ok atarak bir sonuç alamayacaklarını anlayınca bitişik evin duvarını delerek Hz. Osman'ın evine girdiler.
Bu sıralarda Hz. Osman 82 yaşındaydı. Bir gece önce düşünde Hz. Muhammet'i görmüş ve Peygamber ona:
"Yarın akşam iftarı bizim yanımızda yapacaksın..." demişti.
Delik duvardan içeri giren isyancılar Hz. Osman'ı oruçlu ağzıyla Kur'an-ı Kerim okurken buldular. Muhammet bin Ebubekir Hz. Osman'ın sakalından tutarak:
"Şimdi seni elimden hiç kimse alamaz!.." diye bağırdı.
Hz. Osman Muhammet bin Ebubekir'in yüzüne bakarak yavaş bir sesle:
"Baban bu halini görse ne kadar utanır ne kadar üzülürdü..." deyince Ebubekir utancından kaçtı. Geriye kalan üç suikastçıdan biri kılıcını çekerek Hz. Osman'a doğru salladı. Eşinin yanında bulunan Naile Hatun Hz. Osman'ı korumak için kollarını siper etmek isteyince parmakları doğrandı. Bu sefer öbür iki suikastçı Halife'ye saldırdı. Biri kılıcını Hz. Osman'ın göğsüne saplarken öteki de boğazına sarıldı. Az sonra Hz. Osman kanlar içinde cansız yerde yatıyordu. Hz. Osman'ın kanı okumakta olduğu Kur'an'ın üzerine sıçramıştı.
Naile Hatun'un bağırışı üzerine koşan kölelerden biri suikastçilerden ikisini öldürdü üçüncüsü kaçmayı başarabildi. Kapıda nöbet bekleyenler de içeriden gelen gürültüleri duyunca odaya girmişler fakat geç kaldıklarını görmüşlerdi.
İsyancılar iki gün Medine'ye egemen oldular. Korkusundan kimse sokağa çıkamıyordu. Hz. Osman'ın cesedi iki gün olduğu yerde kaldı. Sonunda Hz. Ali. Hz. Osman'ın gömülmesi için harekete geçti. Ölüyü taşlamak isteyen isyancıları dağıttı. Hz. Osman'ın cenazesi Medinelilerden ancak 20 kişi tarafından kaldırılarak gömüldü.
Hz. Osman'ın Kur'an-ı Kerim üzerine sıçrayan kanı hiç bir zaman kurumadı. Müslümanlar arasındaki savaşın başlangıcı oldu. Yüzyıllarca sanki bu kanın kurumasını önlemek istercesine mezhep kavgalarıyla Müslümanlar birbirlerinin kanını akıtıp durdular