Osmanlı Döneminde Bulgaristan Türkleri
Gönderilme zamanı: 24 Şub 2010, 14:23
Osmanlı Döneminde Bulgaristan Türkleri
Prenslik Dönemi ( 1878 - 1908 ) Türkler, yaklaşık bin yıldır Balkanlarda yaşamaktadır. XVI. yüzyılda Bulgaristan nüfusunun büyük bir kısmını Müslüman Türkler teşkil ediyordu. Bulgaristan Türkleri, genelde Osmanlı döneminde Anadolu'nun çeşitli yörelerinden Rumeli'ye gitmiş yörüklerden oluşmaktadır. Bu yörük grupları arasında; Vize (Hayrabolu olarak da anılır), Naldöken, Tanrıdağı ve Karagözler önemli bir yer teşkil etmektedir. Osmanlı döneminde Anadolu'dan bölgeye göçen Türkler, buradaki yerli Türk halkla kaynaşıp çoğalmışlardır. Böylece bölgede bir Türk varlığı oluşmuştur. Hoşgörülü ve adil Osmanlı yönetimi altında Bulgarlar, milli varlık ve kültürlerini koruyabilmişlerdir.
Osmanlı İmparatorluğu; Asya'da Anadolu, Avrupa'da Rumeli ve ortada başkent İstanbul jeopolitik dengesi üzerine kuruldu ve yaşadı (1987: 47). 1876'da Tuna vilayetinin altı sancağında (Niş hariç), Türk ve Bulgar nüfus eşit ve 1.100.000 dolayındaydı. Berlin Antlaşması ile Doğu Rumeli adını alan bölgede ise 1876'da, 681 bin Türke karşılık 483 bin Bulgar yaşamaktaydı. 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı esnasında 1 milyon bölge Türkü kanlı bir şekilde yurtlarından göçe zorlandı ve bunlardan yarısı soykırım ve ağır tabiat şartlarından ötürü katledildi. Böylece Osmanlı Tuna eyalet topraklarında azınlıkta olan Bulgarlara bir ülke oluşturuldu. Diğer bir ifade ile Rus yetkili makamlarınca da belirtildiği gibi bu savaş, "bir ırklar ve yok etme" savaşı olarak planlandı ve uygulandı. Çoğunlukta olan Türkler, beşyüz yıldır yaşadıkları vatanlarında azınlık konumuna düştüler. Yine de Bulgaristan Türklüğü tamamen ortadan kaldırılamadı. Örneğin Ocak 1881'de ülkenin kuzeydoğu bölgelerinde hala Türkler, %65'lik bir çoğunluğu teşkil ediyordu (1987: 48-49). Bölge tarım arazilerinin %70'ine sahip olan Türklerin azınlığa düşürülmesi ile ekonomik durumları da kötüleştirildi.
Bölge Rus işgaline düşmüş ve Berlin andlaşması ile, Balkan dağları kuzeyinde bir Bulgaristan Prensliği ve güneyinde ise, Doğu Rumeli Vilayeti kurulmuştu. Bu iki bölge yönetimi de fiilen Bulgarların eline geçmiştir. 93 Harbi sonrası Rus askeri birlikleri bölgeden çekildikten sonra Bulgarlar, Türklere karşı tam bir baskı ve zulüm politikası uygulayarak göçe zorladılar. Binlerce Türk kurşuna dizilmiş, hamile kadınlar katledilmiş, camilere doldurularak yakılmışlardır. 1883 yaz ortasından itibaren üç aylık dönemde 200 bin Türk, Türkiye'ye geldi. Bu göçler, 1886-90 arasında 75 bin, 1893-1902 arasında 70 bin olarak sürmüştür. Savaş sonrası kısmen yaralar sarılmış ve Türkler bazı kültürel haklar elde etmişlerdir. Bulgaristan, 1885'te Balkan Dağları güneyindeki Doğu Rumeli vilayetini ilhak ederek büyümüştür.
1864'de kurulan Tuna Vilayeti "pilot bölge" seçilerek Mithat Paşa'nın yönetimi altında, eğitim alanında büyük atılımlar yapmış ve ülkenin en ileri bölgelerinden birisi olmuştu. 1875'te bu vilayette Türklere ait; 2700 ilkokul, 40 ortaokul ve 150 medrese bulunuyordu. Ancak Osmanlı-Rus savaşı esnasında Türk eğitim kurumları yakılıp yıkılmış ve büyük darbe yemişti. 1886 yılından itibaren Bulgaristan Türk eğitimi, yavaşta olsa bir toparlanma dönemine girmiştir. 1894/95 öğretim yılında, 1284 ilk ve 16 orta okul olmak üzere Bulgaristan Türklerinin 1300 okulu faal durumdaydı. Ancak Türk okulları, devlet desteğinden yoksun olduklarından araç-gereç ve formasyonlu öğretmen açısından oldukça sıkıntı içindeydi.
Berlin Antlaşması, Bulgaristan'da yaşayan Türklerin dini, kültürel ve eğitim konusundaki hak ve özgürlüklerini garanti altına alıyor ve bunların Bulgar anayasasında yer alacağını hükme bağlıyordu. 1884'de çıkartılan Resmi ve Özel Okullar Yasası, Berlin Antlaşması kararları doğrultusunda Türk okullarını özel statüde sayıyor ve bunların yönetim ve denetimini Türk cemaatine bırakıyordu. 1891'de yürürlüğe giren Milli Eğitim Yasası, Türk okulları üzerindeki yerel yönetim yetkisini artırıyordu. 1908 başında çıkartılan İlk ve Orta Öğretim Yasası ile, görünürde Türklere kendi dillerinde eğitim hakkı verilmekle birlikte gerçekte eğitim özgürlüğünü kısıtlamak ve Türkleri cahil bırakmak amaçlanıyordu.
Bulgaristan Prensliğinin kurulmasından itibaren Osmanlı-Bulgar ilişkilerinin odak noktasını Bulgaristan Türk azınlığı oluşturmuştur. Osmanlı yönetimi, soydaşların hak ve özgürlüklerini, eğitim durumlarını ve dini faaliyetlerinin korunması yönünde girişimlerde bulunmuştur.23 Temmuz 1908'de ilan edilen II. Meşrutiyet sonrası kaos ortamında Bulgaristan Prensliği, 5 Ekim 1908'de krallık ilan ederek Osmanlı Devletinden ayrılmıştır. Bu yeni dönemde Bulgar yönetimi, içte Türkler üzerinde tekrar baskı ve dışta ise diğer devletleri gölgede bırakacak bir emparyalist politika uygulamaya başlamıştır. Osmanlı devleti, 19 Nisan 1909'de Türk ve Bulgar hükümetlerince İstanbul'da imzalanan bir protokol ile Bulgaristan'ın bağımsızlığını tanıyordu. Bu protokol; Bulgaristan Türklerinin Bulgarlarla eşit haklara sahip olması ile birlikte özel azınlık haklarını, eğitim ve dini hürriyetlerini bir kez daha güvence ve teminat altına alıyordu.
1909'da çıkartılan Bulgar Milli Eğitim Yasası ile, tüm eğitim ve öğretim kurumları bir araya toplanıyor ve denetimi hükümet yönetimine bırakılarak merkezileştiriliyordu. Bulgar emsallerinden en az on kat daha yoksul olan Türk okulları, yerel ve genel yönetimlerden hiç maddi destek alamıyorlardı. Ayrıca anılan yasa ile Bulgar okullarına çeşitli gelir getirici fonlar sağlanırken Türk okulları bundan mahrum edildi. Amaç; Türk çocuklarını eğitimsiz ve cahil bırakmaktı. Bütün bu olumsuz şartlara rağmen Bulgaristan Türk eğitimi, yavaşta olsa bir gelişme içindeydi. Bulgaristan'da en fazla Krallık döneminde Türk basını canlılık göstermiştir. Bu dönemde yaklaşık 80 dolaylarında dergi ve gazete yayın hayatındaydı.
1909 tarihli İstanbul protokolüne göre Bulgaristan'da bulunacak ve Türkiye'nin de onayı ile atanacak Başmüftü, Bulgaristan Müslümanları üzerinde büyük denetim ve kontrol yetkisine haizdi. Bu yetki; dini, hukuki, vakıf ve eğitim-öğretim konularını içermekteydi. Daha sonra 26 Haziran 1919'da bir müftülük tüzüğü yürürlüğe girmiştir. Buna göre, müftülükler, Bulgaristan Dışişleri ve Mezhepler Bakanlığı denetim ve atama yetkisi altına girmekte ve görevli müftü maaşları devletçe ödenmektedir.
Tıpkı 93 Harbi gibi 1912-13 Balkan Savaşıları da Türkler için tam bir felaket olmuştur. Türkiye, hiç beklenmedik şekilde bu savaşı kaybetmesi üzerine 550 yıldır ikinci Anayurt olan Rumeli'yi bırakarak Meriç'in gerisine çekilmek zorunda kalmıştır. Bu savaş esnasında da bölge Türkleri büyük zulüm gördüğü gibi eğitim öğretim kurumları da önemli tahribatlara uğramıştır. Bu savaşta yarısı Bulgarlar tarafından olmak üzere 200 bin Türk katledilmiştir. Ayrıca yine bu savaşta 200 bini Bulgarlar tarafından olmak üzere 440 bin Türk yaşadıkları topraklardan Türkiye'ye göç ettirilmişlerdir. Bu savaşta Bulgaristan, Güney Dobruca'yı Romanya'ya bırakırken Batı Trakya'yı işgal ediyordu.
Balkan Savaşı sonrası Bulgarların bölgede yaşayan Türklere yönelik katliam ve soykırım hareketleri büyük ivme kazanmıştır. Ayrıca Türk isimlerini değiştirme, Hıristiyan olmaya zorlama ve milli kıyafetlerini yasaklama ve camileri yakma gibi bazı uygulamalar olmuştur. Bu amaçla Bulgar Genel Kurmayı tarafından 1912'de hazırlanan plan şunları içermektedir: kültürel imha, soykırım, göç ettirme, tehcir ve sınırdışı. Balkan Savaşı sonrası iki ülke arasında 29 Eylül 1913'te imzalanan İstanbul Barış Antlaşması da, Bulgaristan Türklerinin önceki haklarını teyit etmektedir.
I. Dünya Savaşında müttefik olan Türkiye ve Bulgaristan arası ilişkiler yakınlaşmış ve müşterek askeri birlikler Romanya cephesinde Ruslara karşı savaşmıştır. Bu yakınlaşma atmosferinde Bulgar yönetimi, Türklere isim kullanma hakkını iade etmiştir. Savaş sonrası Bulgaristan'ın 27 Kasım 1991'da imzaladığı Neuilly Barış Antlaşması ile, ülkede yaşayan tüm azınlıkların kültürel ve dini özgürlükleri teminat altına alınmıştır. Böylece Müslüman halka geniş dini haklar sağlayan 1919 tarihli Bulgaristan Müslümanları Teşkilat Nizamnamesi düzenlenmiştir.
Çiftçi Partisi Dönemi ( 1918 - 1934 )
I. Dünya savaşında aynı ittifakta yer alan ve yenilen Türkiye ve Bulgaristan'da savaş sonrası önemli gelişmeler olmuştur. Türkiye'de Milli Mücadelenin başladığı sırada Bulgaristan'da ise, önce ihtilal ve arkasından seçimle Çiftçi Partisi yönetime gelmiştir. Bu parti yönetimi altında Bulgaristan Türkleri ilk ve son kez rahat bir nefes almış ve 1919-23 yıllarını kapsayan bu dönemde en huzurlu günlerini geçirmişlerdir. Türk azınlığa karşı gösterilen bu olumlu Bulgar tutumu; iki milletin henüz bitmiş olan I. Dünya savaşında silah arkadaşlığı yapmaları ve ortak kaderi paylaşmaları, iktidarın çiftçi desteğine muhtaç olması ve ülke Türklerinin %80'inin çiftçi olması ve o günlerdeki devletler hukukunda azınlık lehine önemli değişiklikler yapılması gibi nedenler etken olmuştur. Ayrıca savaş sonrası Bulgaristan'ın imzaladığı Neuilly Antlaşması, Bulgaristan Türk azınlığının dini, kültürel ve eğitim alanındaki haklarını teminat altına alan hükümlerde içermekte ve bu durum da aynı dönemde bölge Türklerine yönelik Bulgar politikasını etkilemektedir.
21 Temmuz 1921'de yürürlüğe giren Bulgar Milli Eğitim Yasası Türk okullarıyla ilgili şu yenilikleri içermektedir: ayrı bir müfettiş atanması, 20'den fazla okulu bulunan encümenlerin birer orta ve ilk okul öğretmeni seçmesi, Bulgarca eğitim yapma zorunluluğunun kalkması, okul fonları oluşturulması, okul ve okul yapımına devlet desteği sağlanması. 1921/22 eğitim döneminde Bulgaristan Türklerinin okul sayısı, 1712'ye ulaşmıştır. Bu dönemde ayrıca Şumnu'da bir Türk öğretmen okulu açılmış, Türk öğretmenlere mesleki kurslar düzenlenmiş ve yine Şumnu'da din adamı yetiştiren bir İlahiyat (Nüvvab) okulu açılma hazırlıkları başlamıştır.
1923'de yapılan bir darbe ile Bulgaristan'da Çiftçi hükümetinin devrilmesi sonrası yönetime faşist bir idare geçmiş ve ortaya atılan "Bulgaristan Bulgarlarındır" sloganı ile tekrar Türklere yönelik baskılar artmıştır. Bu faşist yönetimin 1930 sonrası Türkleri cahil bırakma amaçlı kararları şöyle özetlenebilir: gerekli tüm yasal tedbirlerin alınması, okullarda verilen bilgilerin en basit seviyede tutulması, dini eğitime ağırlık verilmesi ve Türk okullarında görevli Bulgar öğretmenlerin istihbarat amaçlı tutulması. Yine bu dönemde 1926'da ilk mezunlarını veren ve 1947 yılına kadar hayatını sürdüren Şumnu İlahiyat Okulu, öğretmen okulunun 1928'de kapatılmasından itibaren daha çok öğretmen yetiştirme amaçlı görev icra etmiştir.
1920'lerde Bulgaristan Türkleri, Müftülük ve Türk Öğretmenler Birliği vasıtası ile ülke düzeyinde örgütlenmişlerdi. II. Dünya Savaşı öncesi Bulgaristan'da 25 olan müftü sayısı bu savaş esnasında işgal edilen topraklarla birlikte geçici olarak 40'a çıkmıştır. Ancak savaş sonrası komünist dönemde bu sayı sürekli azaltılarak 1959'da 6'ya indirilmiştir. Ayrıca II. Dünya Savaşı sonrası dönemde müftüler, hükümetçe atanan birer kukla durumundadır. 1938'den itibaren müftülerin hukuki yetkileri kaldırılmıştır. Türk Öğretmenler Birliği, birlik ve beraberliği geliştirme ve eğitim kalitesini yükseltmenin yanı sıra Türk çocuklarının milliyetçi, Türklük şuuruna sahip ve Türkiye'ye bağlı bir nesil olarak yetiştirilmesi çabası içindeydi. Ayrıca bu birlik, Türkiye'deki gelişmelere paralel Temmuz 1928'de ülke çapında Türk okullarında Latin alfabesi ile eğitime geçme kararı aldı ve bu konuda hazırlıklara başladı. Ancak Bulgar Milli Eğitim Bakanlığı, bu girişimi 10 Ekim 1928'de yayınladığı bir genelge ile dört sene müddetince yasakladı. Bunu üzerine Bulgaristan Türk Öğretmenler Birliği ve Türkiye hükümeti, Bulgar hükümeti nezdinde girişimlerde bulunarak bu ertelemeden vazgeçilmesini talep ettiler. Bu çabalar neticesinde kısa bir süre sonra Türk okullarında Latin alfabesine geçme ertelemesinden vazgeçildi. Böylece 1928/29 öğretim yılından itibaren yeni alfabeye geçildiği gibi Bulgaristan Türkleri arasında da Millet Mektepleri (yaşlı nesle yeni yazıyı öğretmeyi amaçlayan) yaygınlaştı ve Türk Basını da yeni harfleri kullanmaya başladı. Türk Öğretmenler Birliğinin faaliyetleri, 1933 sonrası yasaklanmıştır.
Prenslik Dönemi ( 1878 - 1908 ) Türkler, yaklaşık bin yıldır Balkanlarda yaşamaktadır. XVI. yüzyılda Bulgaristan nüfusunun büyük bir kısmını Müslüman Türkler teşkil ediyordu. Bulgaristan Türkleri, genelde Osmanlı döneminde Anadolu'nun çeşitli yörelerinden Rumeli'ye gitmiş yörüklerden oluşmaktadır. Bu yörük grupları arasında; Vize (Hayrabolu olarak da anılır), Naldöken, Tanrıdağı ve Karagözler önemli bir yer teşkil etmektedir. Osmanlı döneminde Anadolu'dan bölgeye göçen Türkler, buradaki yerli Türk halkla kaynaşıp çoğalmışlardır. Böylece bölgede bir Türk varlığı oluşmuştur. Hoşgörülü ve adil Osmanlı yönetimi altında Bulgarlar, milli varlık ve kültürlerini koruyabilmişlerdir.
Osmanlı İmparatorluğu; Asya'da Anadolu, Avrupa'da Rumeli ve ortada başkent İstanbul jeopolitik dengesi üzerine kuruldu ve yaşadı (1987: 47). 1876'da Tuna vilayetinin altı sancağında (Niş hariç), Türk ve Bulgar nüfus eşit ve 1.100.000 dolayındaydı. Berlin Antlaşması ile Doğu Rumeli adını alan bölgede ise 1876'da, 681 bin Türke karşılık 483 bin Bulgar yaşamaktaydı. 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı esnasında 1 milyon bölge Türkü kanlı bir şekilde yurtlarından göçe zorlandı ve bunlardan yarısı soykırım ve ağır tabiat şartlarından ötürü katledildi. Böylece Osmanlı Tuna eyalet topraklarında azınlıkta olan Bulgarlara bir ülke oluşturuldu. Diğer bir ifade ile Rus yetkili makamlarınca da belirtildiği gibi bu savaş, "bir ırklar ve yok etme" savaşı olarak planlandı ve uygulandı. Çoğunlukta olan Türkler, beşyüz yıldır yaşadıkları vatanlarında azınlık konumuna düştüler. Yine de Bulgaristan Türklüğü tamamen ortadan kaldırılamadı. Örneğin Ocak 1881'de ülkenin kuzeydoğu bölgelerinde hala Türkler, %65'lik bir çoğunluğu teşkil ediyordu (1987: 48-49). Bölge tarım arazilerinin %70'ine sahip olan Türklerin azınlığa düşürülmesi ile ekonomik durumları da kötüleştirildi.
Bölge Rus işgaline düşmüş ve Berlin andlaşması ile, Balkan dağları kuzeyinde bir Bulgaristan Prensliği ve güneyinde ise, Doğu Rumeli Vilayeti kurulmuştu. Bu iki bölge yönetimi de fiilen Bulgarların eline geçmiştir. 93 Harbi sonrası Rus askeri birlikleri bölgeden çekildikten sonra Bulgarlar, Türklere karşı tam bir baskı ve zulüm politikası uygulayarak göçe zorladılar. Binlerce Türk kurşuna dizilmiş, hamile kadınlar katledilmiş, camilere doldurularak yakılmışlardır. 1883 yaz ortasından itibaren üç aylık dönemde 200 bin Türk, Türkiye'ye geldi. Bu göçler, 1886-90 arasında 75 bin, 1893-1902 arasında 70 bin olarak sürmüştür. Savaş sonrası kısmen yaralar sarılmış ve Türkler bazı kültürel haklar elde etmişlerdir. Bulgaristan, 1885'te Balkan Dağları güneyindeki Doğu Rumeli vilayetini ilhak ederek büyümüştür.
1864'de kurulan Tuna Vilayeti "pilot bölge" seçilerek Mithat Paşa'nın yönetimi altında, eğitim alanında büyük atılımlar yapmış ve ülkenin en ileri bölgelerinden birisi olmuştu. 1875'te bu vilayette Türklere ait; 2700 ilkokul, 40 ortaokul ve 150 medrese bulunuyordu. Ancak Osmanlı-Rus savaşı esnasında Türk eğitim kurumları yakılıp yıkılmış ve büyük darbe yemişti. 1886 yılından itibaren Bulgaristan Türk eğitimi, yavaşta olsa bir toparlanma dönemine girmiştir. 1894/95 öğretim yılında, 1284 ilk ve 16 orta okul olmak üzere Bulgaristan Türklerinin 1300 okulu faal durumdaydı. Ancak Türk okulları, devlet desteğinden yoksun olduklarından araç-gereç ve formasyonlu öğretmen açısından oldukça sıkıntı içindeydi.
Berlin Antlaşması, Bulgaristan'da yaşayan Türklerin dini, kültürel ve eğitim konusundaki hak ve özgürlüklerini garanti altına alıyor ve bunların Bulgar anayasasında yer alacağını hükme bağlıyordu. 1884'de çıkartılan Resmi ve Özel Okullar Yasası, Berlin Antlaşması kararları doğrultusunda Türk okullarını özel statüde sayıyor ve bunların yönetim ve denetimini Türk cemaatine bırakıyordu. 1891'de yürürlüğe giren Milli Eğitim Yasası, Türk okulları üzerindeki yerel yönetim yetkisini artırıyordu. 1908 başında çıkartılan İlk ve Orta Öğretim Yasası ile, görünürde Türklere kendi dillerinde eğitim hakkı verilmekle birlikte gerçekte eğitim özgürlüğünü kısıtlamak ve Türkleri cahil bırakmak amaçlanıyordu.
Bulgaristan Prensliğinin kurulmasından itibaren Osmanlı-Bulgar ilişkilerinin odak noktasını Bulgaristan Türk azınlığı oluşturmuştur. Osmanlı yönetimi, soydaşların hak ve özgürlüklerini, eğitim durumlarını ve dini faaliyetlerinin korunması yönünde girişimlerde bulunmuştur.23 Temmuz 1908'de ilan edilen II. Meşrutiyet sonrası kaos ortamında Bulgaristan Prensliği, 5 Ekim 1908'de krallık ilan ederek Osmanlı Devletinden ayrılmıştır. Bu yeni dönemde Bulgar yönetimi, içte Türkler üzerinde tekrar baskı ve dışta ise diğer devletleri gölgede bırakacak bir emparyalist politika uygulamaya başlamıştır. Osmanlı devleti, 19 Nisan 1909'de Türk ve Bulgar hükümetlerince İstanbul'da imzalanan bir protokol ile Bulgaristan'ın bağımsızlığını tanıyordu. Bu protokol; Bulgaristan Türklerinin Bulgarlarla eşit haklara sahip olması ile birlikte özel azınlık haklarını, eğitim ve dini hürriyetlerini bir kez daha güvence ve teminat altına alıyordu.
1909'da çıkartılan Bulgar Milli Eğitim Yasası ile, tüm eğitim ve öğretim kurumları bir araya toplanıyor ve denetimi hükümet yönetimine bırakılarak merkezileştiriliyordu. Bulgar emsallerinden en az on kat daha yoksul olan Türk okulları, yerel ve genel yönetimlerden hiç maddi destek alamıyorlardı. Ayrıca anılan yasa ile Bulgar okullarına çeşitli gelir getirici fonlar sağlanırken Türk okulları bundan mahrum edildi. Amaç; Türk çocuklarını eğitimsiz ve cahil bırakmaktı. Bütün bu olumsuz şartlara rağmen Bulgaristan Türk eğitimi, yavaşta olsa bir gelişme içindeydi. Bulgaristan'da en fazla Krallık döneminde Türk basını canlılık göstermiştir. Bu dönemde yaklaşık 80 dolaylarında dergi ve gazete yayın hayatındaydı.
1909 tarihli İstanbul protokolüne göre Bulgaristan'da bulunacak ve Türkiye'nin de onayı ile atanacak Başmüftü, Bulgaristan Müslümanları üzerinde büyük denetim ve kontrol yetkisine haizdi. Bu yetki; dini, hukuki, vakıf ve eğitim-öğretim konularını içermekteydi. Daha sonra 26 Haziran 1919'da bir müftülük tüzüğü yürürlüğe girmiştir. Buna göre, müftülükler, Bulgaristan Dışişleri ve Mezhepler Bakanlığı denetim ve atama yetkisi altına girmekte ve görevli müftü maaşları devletçe ödenmektedir.
Tıpkı 93 Harbi gibi 1912-13 Balkan Savaşıları da Türkler için tam bir felaket olmuştur. Türkiye, hiç beklenmedik şekilde bu savaşı kaybetmesi üzerine 550 yıldır ikinci Anayurt olan Rumeli'yi bırakarak Meriç'in gerisine çekilmek zorunda kalmıştır. Bu savaş esnasında da bölge Türkleri büyük zulüm gördüğü gibi eğitim öğretim kurumları da önemli tahribatlara uğramıştır. Bu savaşta yarısı Bulgarlar tarafından olmak üzere 200 bin Türk katledilmiştir. Ayrıca yine bu savaşta 200 bini Bulgarlar tarafından olmak üzere 440 bin Türk yaşadıkları topraklardan Türkiye'ye göç ettirilmişlerdir. Bu savaşta Bulgaristan, Güney Dobruca'yı Romanya'ya bırakırken Batı Trakya'yı işgal ediyordu.
Balkan Savaşı sonrası Bulgarların bölgede yaşayan Türklere yönelik katliam ve soykırım hareketleri büyük ivme kazanmıştır. Ayrıca Türk isimlerini değiştirme, Hıristiyan olmaya zorlama ve milli kıyafetlerini yasaklama ve camileri yakma gibi bazı uygulamalar olmuştur. Bu amaçla Bulgar Genel Kurmayı tarafından 1912'de hazırlanan plan şunları içermektedir: kültürel imha, soykırım, göç ettirme, tehcir ve sınırdışı. Balkan Savaşı sonrası iki ülke arasında 29 Eylül 1913'te imzalanan İstanbul Barış Antlaşması da, Bulgaristan Türklerinin önceki haklarını teyit etmektedir.
I. Dünya Savaşında müttefik olan Türkiye ve Bulgaristan arası ilişkiler yakınlaşmış ve müşterek askeri birlikler Romanya cephesinde Ruslara karşı savaşmıştır. Bu yakınlaşma atmosferinde Bulgar yönetimi, Türklere isim kullanma hakkını iade etmiştir. Savaş sonrası Bulgaristan'ın 27 Kasım 1991'da imzaladığı Neuilly Barış Antlaşması ile, ülkede yaşayan tüm azınlıkların kültürel ve dini özgürlükleri teminat altına alınmıştır. Böylece Müslüman halka geniş dini haklar sağlayan 1919 tarihli Bulgaristan Müslümanları Teşkilat Nizamnamesi düzenlenmiştir.
Çiftçi Partisi Dönemi ( 1918 - 1934 )
I. Dünya savaşında aynı ittifakta yer alan ve yenilen Türkiye ve Bulgaristan'da savaş sonrası önemli gelişmeler olmuştur. Türkiye'de Milli Mücadelenin başladığı sırada Bulgaristan'da ise, önce ihtilal ve arkasından seçimle Çiftçi Partisi yönetime gelmiştir. Bu parti yönetimi altında Bulgaristan Türkleri ilk ve son kez rahat bir nefes almış ve 1919-23 yıllarını kapsayan bu dönemde en huzurlu günlerini geçirmişlerdir. Türk azınlığa karşı gösterilen bu olumlu Bulgar tutumu; iki milletin henüz bitmiş olan I. Dünya savaşında silah arkadaşlığı yapmaları ve ortak kaderi paylaşmaları, iktidarın çiftçi desteğine muhtaç olması ve ülke Türklerinin %80'inin çiftçi olması ve o günlerdeki devletler hukukunda azınlık lehine önemli değişiklikler yapılması gibi nedenler etken olmuştur. Ayrıca savaş sonrası Bulgaristan'ın imzaladığı Neuilly Antlaşması, Bulgaristan Türk azınlığının dini, kültürel ve eğitim alanındaki haklarını teminat altına alan hükümlerde içermekte ve bu durum da aynı dönemde bölge Türklerine yönelik Bulgar politikasını etkilemektedir.
21 Temmuz 1921'de yürürlüğe giren Bulgar Milli Eğitim Yasası Türk okullarıyla ilgili şu yenilikleri içermektedir: ayrı bir müfettiş atanması, 20'den fazla okulu bulunan encümenlerin birer orta ve ilk okul öğretmeni seçmesi, Bulgarca eğitim yapma zorunluluğunun kalkması, okul fonları oluşturulması, okul ve okul yapımına devlet desteği sağlanması. 1921/22 eğitim döneminde Bulgaristan Türklerinin okul sayısı, 1712'ye ulaşmıştır. Bu dönemde ayrıca Şumnu'da bir Türk öğretmen okulu açılmış, Türk öğretmenlere mesleki kurslar düzenlenmiş ve yine Şumnu'da din adamı yetiştiren bir İlahiyat (Nüvvab) okulu açılma hazırlıkları başlamıştır.
1923'de yapılan bir darbe ile Bulgaristan'da Çiftçi hükümetinin devrilmesi sonrası yönetime faşist bir idare geçmiş ve ortaya atılan "Bulgaristan Bulgarlarındır" sloganı ile tekrar Türklere yönelik baskılar artmıştır. Bu faşist yönetimin 1930 sonrası Türkleri cahil bırakma amaçlı kararları şöyle özetlenebilir: gerekli tüm yasal tedbirlerin alınması, okullarda verilen bilgilerin en basit seviyede tutulması, dini eğitime ağırlık verilmesi ve Türk okullarında görevli Bulgar öğretmenlerin istihbarat amaçlı tutulması. Yine bu dönemde 1926'da ilk mezunlarını veren ve 1947 yılına kadar hayatını sürdüren Şumnu İlahiyat Okulu, öğretmen okulunun 1928'de kapatılmasından itibaren daha çok öğretmen yetiştirme amaçlı görev icra etmiştir.
1920'lerde Bulgaristan Türkleri, Müftülük ve Türk Öğretmenler Birliği vasıtası ile ülke düzeyinde örgütlenmişlerdi. II. Dünya Savaşı öncesi Bulgaristan'da 25 olan müftü sayısı bu savaş esnasında işgal edilen topraklarla birlikte geçici olarak 40'a çıkmıştır. Ancak savaş sonrası komünist dönemde bu sayı sürekli azaltılarak 1959'da 6'ya indirilmiştir. Ayrıca II. Dünya Savaşı sonrası dönemde müftüler, hükümetçe atanan birer kukla durumundadır. 1938'den itibaren müftülerin hukuki yetkileri kaldırılmıştır. Türk Öğretmenler Birliği, birlik ve beraberliği geliştirme ve eğitim kalitesini yükseltmenin yanı sıra Türk çocuklarının milliyetçi, Türklük şuuruna sahip ve Türkiye'ye bağlı bir nesil olarak yetiştirilmesi çabası içindeydi. Ayrıca bu birlik, Türkiye'deki gelişmelere paralel Temmuz 1928'de ülke çapında Türk okullarında Latin alfabesi ile eğitime geçme kararı aldı ve bu konuda hazırlıklara başladı. Ancak Bulgar Milli Eğitim Bakanlığı, bu girişimi 10 Ekim 1928'de yayınladığı bir genelge ile dört sene müddetince yasakladı. Bunu üzerine Bulgaristan Türk Öğretmenler Birliği ve Türkiye hükümeti, Bulgar hükümeti nezdinde girişimlerde bulunarak bu ertelemeden vazgeçilmesini talep ettiler. Bu çabalar neticesinde kısa bir süre sonra Türk okullarında Latin alfabesine geçme ertelemesinden vazgeçildi. Böylece 1928/29 öğretim yılından itibaren yeni alfabeye geçildiği gibi Bulgaristan Türkleri arasında da Millet Mektepleri (yaşlı nesle yeni yazıyı öğretmeyi amaçlayan) yaygınlaştı ve Türk Basını da yeni harfleri kullanmaya başladı. Türk Öğretmenler Birliğinin faaliyetleri, 1933 sonrası yasaklanmıştır.