Dünya Ticaretinin Ahiret Boyutu

Cevapla
Kullanıcı avatarı
moments
Site Yöneticisi
Site Yöneticisi
Mesajlar: 5033
Kayıt: 14 Ağu 2008, 19:14
Konum: Almanya
İletişim:

Dünya Ticaretinin Ahiret Boyutu

Mesaj gönderen moments » 02 Eyl 2009, 23:07

Ticaret ve memuriyet için mühim vazifelerle bu dâr-ı imtihan olan dünyaya gönderilen insanlar; ticaretlerini yapıp vazifelerini bitirip ve hizmetlerini itmam ettikten sonra yine onları gönderen Hâlık-ı Zülcelaline dönecekler ve Mevlâ-yı Kerim'lerine kavuşacaklar.” (Mektubat)
Dünya Ticaretinin Ahiret Boyutu Bir ayet-i kerimede “Muhakkak Allah müminlerden nefislerini ve mallarını cennet karşılığında satın aldı.” (Tevbe111) buyruluyor.
Buna göre dünya bir yönüyle ticaret yeridir.
Bütün mülk Allah’ındır. İnsan nevi bu mülkte emaneten tasarruf etmektedir.
Öte yandan Allah Resulü (asm.) “Dünya ahiretin tarlasıdır.” buyururlar. Bu tarlanın mahsulleri öte âlemde cennet yahut cehennem olarak tezahür edeceklerdir.
İnsana cüz’i irade verildiği için dünya tarlasına dilediği şeyleri ekip biçmekte serbest bırakılmış. Keza nefsini ve malını Allah’a satıp satmamakta da serbest bırakılmış.
Nefsini yani ruhunu bedenini ve bunlara takılı bütün maddî ve manevî cihazlarını Allah’a satan insan çok farklı ekimler yapmakta ve bunlardan yine çok değişik mahsuller derlemekte kazançlar elde etmektedir.
Bir iki örnek verelim:
İnsanın bakışları bir sermayedir. İnsan bir ömür boyu nazarını helal yahut haram dairelerde dolaştırır. Her bakış bir ekimdir; cennet veya cehennem hesabına bir mahsul verir.
Konuşma ayrı bir sermayedir. Ağızdan çıkan her kelime bir tohum gibidir ondan ya sevap çıkar ya günah. Bunlar ise insana ya kâr getirirler yahut zarar.
Düşünme bir başka sermayedir. Doğru fikirler büyük bir kâr kaynağı iken yanlış düşünceler birer zarar menbaıdır.
Öte yandan her bir hissimiz “sevgimiz nefretimiz korkumuz merakımız gıptamız…” ayrı birer sevap yahut günah kaynağıdırlar.
Bütün bu saydıklarımız ayette geçen “nefis” kavramı içine giriyor.
“…Hakiki terakki ise; insana verilen kalp sır ruh akıl hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek her biri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubudiyet ile meşgul olmaktadır.” (Sözler 23. Söz)

Bunların dışında kalan ve haricî âlemde sahip olduğumuz “mallarımız makamlarımız…” da ayrı birer kazanç yahut zarar kaynağıdırlar.
İşte insan bütün bunları rıza çizgisinde kullandığı taktirde Allah’a satmış olur ve bu ticarette kendisine verilen kâr Allah Resulünün “Ne göz görmüş ne kulak işitmiş ne de beşerin kalbine gelmemiş” diye tarif ettiği o eşsiz saadet menzili olan Cennettir.
Ayette çok önemli bir mesaj var:
“Allah sadece müminlerin nefislerini ve malların satın alıyor.”
Şu var ki müminin nefsini Allah’ın satın alması için o nefsin mümine yakışır bir nefis olması gerekir. Aynı şekilde müminin malı da “mümin malı” vasfını taşımalıdır.
Bir mümin nefsine ve şeytana uyarak birtakım gayr-ı İslamî sıfatlar taşıyabiliyor; yalan söylemek kumar oynamak gibi. Aynı şekilde meşru olmayan mallar da edinebiliyor; faiz ve stokçulukla elde ettiği varlıklar gibi. İşte bunların hiç biri cennet mukabili satın alınmayacaktır.
Çürümüş bozulmuş asliyetini kaybetmiş ve cennetle hiçbir ilgisi kalmamış nefisler ve mallar satın alınmazlar. Aksine bu iki büyük sermayeyi yanlış kullanmanın hesabı ahirette sorulur. Cehennem bu hesabı veremeyenleri azap diyarıdır.
Her insan imtihandadır her insan dünya tarlasında ahiret namına bir ekim yapmaktadır ve yine her insan bu dünya ticarethanesinde ebed yurdu namına bir şeyler kazanmakta yahut kaybetmektedir. Bununla birlikte ayette geçen “satın alma” kavramı ticareti hatırlattığı için konunun ticaret erbabına bakan yönü üzerinde biraz daha durmak istiyorum.
Rızkın onda dokuzunun ticarette olduğu hadis-i şerifte haber veriliyor. Yine Nur Külliyatında rızık için üç temel yolun “ziraat sanat ve ticaret” olduğu memuriyetin ise hizmetkârlık olduğu vurgulanıyor. Yani memuriyet bu üç temel faaliyetin yürümesine yardımcı olan bir “destek hizmettir.”
Her işte olduğu gibi ticarette de insan öncelikle kul olduğunu unutmayacak bütün işlerini helal dairesinde yapması gerektiğinden gaflet etmeyecektir. Aksi halde bu fani dünyada elde edeceği cüzi bir kâra karşılık ebedî hayatını tehlikeye atabilir.
Allah insanı arza halife kendisine muhatap cennetine aday iman marifet ve muhabbete kabiliyetli müstesna bir mahluk olarak yaratmıştır. Bu büyük şerefe zengin olsun fakir olsun amir olsun memur olsun her insan mazhar olabilir. Görevini yerini getirip dünyadan iman ile göçen bütün müminlere “dünyadan daha geniş ve baki bir mülk” ihsan edilecektir.
İnsan ticarî hayatında ne kadar başarılı olursa olsun bütün dünyaya sahip ve hakim olamaz. İnsanın mülkünün servetinin makamının kâinattaki yeri ise görülmeyecek kadar küçüktür. Ticaret yaparken bu küçük servet ve makam uğruna o büyük ve sonsuz saltanatı kaybetmek akıl kârı değildir. Bir ticaret erbabı bu noktayı daima göz önünde bulundurmalı her iki dünya saadetini birlikte eldeetmenin yolunu tutmalıdır.
“Herkesin iman mukabilinde bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlar ile müzeyyen ve bâki ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek davası başına açılmış.” (Şualar)

Her işte olduğu gibi ticarette de niyetin büyük bir önemi var. Ömrümüzden ve rahatımızdan fedakârlıklar yaparak elde ettiğimiz oservetin ahirette boynumuza yük olmaması için dikkat etmemiz gereken çok önemli bir faktör “niyettir.”
“Evet niyet âdi bir hareketi ibadete çevirir. Ve gösteriş için yapılan bir ibadeti günaha kalbeder.” (Mesnevî-i Nuriye)

Ticarî hayatta insanın niyeti en azından “aile fertlerine helal rızık yedirmek” olmalıdır.
Niyette bir ileri safha zekât ibadetini yapabilecek bir servete sahip olmakla hem bu ibadeti yapma şerefine nail olmak hem de Allah’ın kullarının maişetine yardımcı olmaktır.
Bir hadis-i kutsîde şöyle buyrulur:
“Kulum bana en fazla farzlarla yaklaşır. Sonra nafilelerle (farz ve vacip dışında kalan ibadetlerle). … (Sonunda kul öyle bir noktaya gelir ki) ben onun gören gözü işiten kulağı olurum.” (Buhârî Rikak 38.)

İşte zekât da kulu Rabbine yaklaştıran en önemli bir farzdır.
Zekât fakirin hakkı olarak zenginin uhdesinde bulunan bir maldır. Bunun verilmemesi bir hakkın gasp edilmesidir. Alimlerimiz zekâtın verilmesini sehavet yani cömertlik saymazlar. Çünkü zaten fakirin hakkı kendisine iade edilmektedir.
Bununla birlikte zekât vermemin sevabı da hiçbir sadakayla kıyaslanmayacak kadar büyüktür. Çünkü zekât farzdır onlar ise nafilelerdir. Binlerce nafile bir farzın yerini tutmaz.
Zekât en alt sınırdır. Burada kalmayıp sadakayı artırmakla hem daha çok sevap kazanmak hem de fakir kulların yardımına daha fazla koşmak gerekir.
Bir başka niyet Bediüzzaman Hazretlerinin “Bu zamanda İ’la-yı kelimetullah maddeten terakkiye mütevakkıftır.” diye ifade ettiği büyük hizmeti yapabilmek yani “Allah kelamının nice gönüllerde hükmetmesi İslam’ın daha da yücelmesi” için servet sahibi olmayı istemektir. Bu niyette samimi olan kimse istediği noktaya gelemese bile bu halis niyetinin karşılığını mutlaka alacaktır. O noktaya varırsa yapacağı hizmetlerin sevabını ayrıca alır.
“Herbir mü'min İ'lâ-yı Kelimetullah ile mükelleftir. Bu zamanda en büyük sebebi maddeten terakki etmektir.” (Tarihçe-i Hayat)
Ve… Birgün herkes ɑnlɑr, sevdiğinin kıymetini… Amɑ gidince, Amɑ bitince, Amɑ ölünce… Kısɑcɑ; İş işten geçince!

çelik kapı çeyiz

Cevapla

“Dini Konular / Dini Hikayeler” sayfasına dön

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 3 misafir